Ana Sayfa iktibas Hayri Kozanoğlu TÜSİAD’a tavır ne olmalı? – Hayri Kozanoğlu

TÜSİAD’a tavır ne olmalı? – Hayri Kozanoğlu

Reklamlar
TÜSİAD’ın son açıklamaları, iktidarın baskıcı politikalarına eleştiriler içerirken sermaye sınıfı içindeki gerilimi de gösterdi. Ekonomi politikalarından memnun olan büyük sermaye, hukuksuzluk ve keyfiyetten ‘endişeli.’ AKP ve TÜSİAD arasındaki çekişme, sermaye fraksiyonları arasındaki dengeleri de sarsabilir. Ancak bu çatışmada, iktidarın baskıcı politikalarına karşı çıkan her sesin önemini göz ardı etmemek gerekiyor

Geçtiğimiz haftaya TÜSİAD’ın iktidara yönelik ağır eleştirileri damgasını vurdu. Gerek Başkan Orhan Turhan, gerekse de Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Ömer Aras sistemin çökmekte olduğuna dair kaygılarını dile getirdi. Bekleneceği üzere iktidar cephesinden de AKP sözcüsü Ömer Çelik ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’tan bilindik “vesayetçilik” suçlamasıyla sert bir karşılık geldi.

TÜSİAD’a yönelik “Şimdiye kadar neredeydiniz?” yönlü eleştiriler aslında pek gerçeği yansıtmıyor. Çünkü AKP rejiminin inşasında vebali bulunan, AB’ye girme beklentisiyle ilk yıllarda Erdoğan’a desteğini esirgemeyen patronlar kulübü son yıllarda, özellikle başkanlık sistemine geçildikten sonra kaygılarını açıkça ifade ediyordu. Ancak 2025 genel kurulu, hem dünya Trump’la bambaşka bir sürece girerken, hem de TÜSİAD’ın sistemin işleyişine yönelik eleştirilerinin bir mülkiyet korkusuna dönüştüğü bir kavşakta haliyle özel bir anlam taşıyor.

TÜSİAD KİMİN TEMSİLCİSİ?

İstanbul sermayesi  olarak da bilinen, TÜSİAD üyelerinin iyi bir eğitimden geçmiş üyelerinin sükunetli konuşma adapları, görmüş geçirmiş hal ve tavırları, gusto sahibi imajları, burjuva ideolojisini sindirmiş kozmopolit elitlerin Türkiye temsilcileri oldukları izlenimini veriyor. Öte yandan seküler yaşam biçimleri toplumda laiklik konusunda hassasiyet gösterecekleri beklentilerine yol açsa da, yakın döneme kadar bu konuda kararlı bir tavır sergiledikleri söylenemez. Aslında TÜSİAD’ın 50 yılı aşan serüveni; geçmişte gazete ilanıyla hükümet düşürme hamlelerinin 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle sonuçlandığı da hatırlanırsa demokrasi, insan hakları, özgürlükler konusunda ilkesel bir duruş sergilemediklerini, pek parlak bir sicile sahip olmadıklarını gösteriyor.

Son tahlilde TÜSİAD, başta CHP Türkiye siyasetinde iddialı burjuva partilerinin seçimler öncesinde görücüye çıkma gereğini duydukları “hakim sınıfın” temsilcisi markasını koruyor. Zaten bir burjuva devletinde, siyasi iktidarla farklı sermaye fraksiyonları arasında basit bir indirgemecilikle açıklanamayacak ölçüde kompleks, gelgitlerin gerilimlerin yaşandığı, ilkelerden fazla pazarlıkların egemen olduğu bir çerçeve gözlenir. AKP’nin sermayeyle ilişkisini de bu bağlamda ele almak gerekir.

AKP rejimiyle  TÜSİAD arasında tırmanan  gerginliğin bir nedeni de, 23 yıllık iktidarlarına karşın, nasıl kültürel hegemonyayı kuramadılarsa, kendileriyle organik bağları bulunan TOBB, MÜSİAD gibi sermaye temsilcilerinin gerek ekonomik kaynakları kontrol etmekte, gerekse sözlerinin toplumda karşılık bulmasında TÜSİAD karşısında mutlak üstünlük kazanamamalarıdır.

AKP’YLE FLÖRT DÖNEMİ

TÜSİAD denince ilk akla Koç, Sabancı, Eczacıbaşı grupları gelir. Bu gruplar  işe önce ticaretle başlayan, sonra ithal ikameci sanayileşmeye ayak uydurmakta zorluk çekmeyen, 80’li yıllarla birlikte de ihracata yönelik üretime ağırlık veren bir sürecin sonunda bugüne uzanmışlardır.

Hep devlette karar alma mekanizmalarını etkileyen güçler arasında yer almışlardır. Nitekim içlerinden bir profesyonel yönetici Turgut Özal 24 Ocak 1980 ekonomi programının mimarı olmuş, bilindiği gibi 80’li yıllara Anavatan Partisi’yle damgasını vurmuştu. Büyük sermayenin doğrudan temsilcisi Cem Boyner’in Yeni Demokrasi Hareketi’nin (YDH) kapitalist küreselleşmeye tam entegre olurken, etnik ve mezhepsel kimlikleri de tanıyan vizyonu toplumda karşılık bulmamıştı. Bu ders TÜSİAD’ı saf burjuva, rafine bir partiyi zorlamak yerine, Anadolu’dan, muhafazakar kesimlerden kitlesel bir desteği bulunan Erdoğan’a arka çıkmanın  daha gerçekçi olacağı fikrine yöneltti.

Çok geçmeden YDH içinde yer alan liberal elitler AKP iktidarına ideolojik, politik, kültürel cephane sağlamakta kritik rol üstlenirler. Cemaatle de sıkı fıkı ilişkiler kurarlar. Taraf Gazetesi’nde birlikte Ergenekon-Balyoz gibi operasyonları meşrulaştırma çabası içerisine girerler. AKP’nin o dönemlerde “Kemal Derviş tarafından başlatılan IMF programına sadık kalması”, TÜPRAŞ, Petkim, Ereğli Demir Çelik gibi büyük özelleştirmelerden, enerji ihalelerinden TÜSİAD üyelerinin aslan payını kapması da tam desteğin sürmesini sağlar.

Erdoğan’ın çıraklık dönemini temsil eden 2003-2007 döneminde AKP daha devletin tüm dokularına nüfuz edememiş, geniş bir koalisyona dayanma gereği ortadan kalkmamıştır. Bu yıllarda TÜSİAD gerektiğinde hükümete ayar verebilmektedir. Nitekim o günlerde çok tepki uyandıran “zina yasasının” geri çekilmesinde, fikir özgürlüğünün önündeki önemli bir engel 301inci maddenin kaldırılmasında olumlu bir rol oynar. Ne var ki zaman içinde siyasi hegemonya siyasal İslamcıların eline geçince, eğitimdeki 4+4+4 projesine karşı çıkışta olduğu gibi, TÜSİAD’ın hamleleri sonuç vermez.

Aynı dönemde ekonominin sorumluluğunu küresel sermayenin nabzını iyi tutan Ali Babacan’ın üstlenmesi, “sermayenin genel çıkarlarını gözeten” ekonomi politikalarından sapılmaması da TÜSİAD’ın gericileşme ve otoriterleşme gündemi karşısında sessiz kalmasının nedenleri arasında sayılabilir.

İKTİDARLA MESAFENİN AÇILMASI

Aslında TÜSİAD’ın Erdoğan rejimine karşı ilk net çıkışı, başkanlık rejimine geçilmesinden sonra 15 Mayıs 2019’daki YİK’de gerçekleşti. Başkan Tuncay Özilhan “rotadan şaşmamak için kullanacağımız üç çıpa var: ekonomide liberal piyasa düzeni, kural temelli, sistemle olan ittifak, ülke içinde de demokrasi ve hukukun üstünlüğü…” saptamasını yaptı. TÜSİAD’ın o günkü başkanı Simone Kaslowski de, “serbest piyasa ekonomisinden vazgeçildiği veya yeni bir model arayışı içinde olunduğu yönünde izlenimlere izin vermemeliyiz” mesajını verdi.

19 Ekim 2021’deki YİK toplantısında da asıl vurgular serbest piyasa ekonomisinin zedelenmesine ilişkindi. Çünkü büyük burjuvalar, rejimin kapitalist akıldan kopup, rasyonalitesini kaybettiğini artık görüyordu. Öncelikle kapitalizmin iş bölümüne, yetki devrine dayalı temel ilkesini hiçe sayan, tüm yetkileri başkanda toplayan, kurumsal yapıları ve teamülleri yerle bir eden bir modelin Türkiye kapitalizminin bugünkü beklentilerine cevap veremeyeceğinin bilincindeydiler.

Aynı şekilde liyakatin esamesinin bile okunmadığı, tarikatlar-cemaatler-yandaşlık ilişkileri ekseninde parsellenen bürokrasi de sorunlarının çözümü için, işinin ehli muhataplar bekleyen büyük sermayeye ayak bağı oluyordu. Nitelikli beyin göçü de “insan kaynağı” gereksinimleri açısından kaygılarını artırıyordu.

Bu dönemde Nobel ödüllü Daron Acemoğlu’nun liberal tezlerine sarıldılar. Acemoğlu devlet toplum karşıtlığına dayanan; bu çelişkiyi koalisyonlarla, uzlaşmalarla bağlaştırmaya, dengelemeye dayanan bir paradigmayı savunuyor. Modeli sınıfların, çıkar çatışmalarının bulunmadığı, mülkiyet ilişkilerinin sorgulanmadığı bir kurguya dayanıyor. Ne devletin ne de sivil toplumun gücünün fazla ileri gitmediği bir dengeyi, “dar koridor” metaforuyla kurmayı öneriyor.

Gelgelelim özellikle 2023 seçimleri sonrası, ekonomiyi yönetmekte güçlük çeken, rıza ve ikna çabalarının toplumda artık karşılık bulmadığı Erdoğan baskı ve zor mekanizmalarına sarıldı. 2025’le birlikte topluma müdahalelerin ivmesini iyice artırdı. TÜSİAD sözcüleri artık, “insan hakları, demokrasi, özgürlükleri çıpa yapmak”, “kural temelli bir yönetimi yerleştirmek” tarzı soyut sözlerle yetinilemeyeceğini fark ettiler ve somut örneklerle sistemi teşhir ettiler.

KEMİĞİN BIÇAĞA DAYANMASI

TÜSİAD YİK Başkanı Ömer Aras açıkça belediyelere kayyum atanmasına, gazeteci-sanatçıların tutuklanmasına, belediye başkanlarına yönelik soruşturmalara, teğmenlerin ihracına karşı çıktı. Kartalkaya yangın felaketi, İliç maden faciası üzerinden açıkça sistemin çöktüğünü ilan etti. TÜSİAD Başkanı Orhan Turan da hata, suistimal ve kayırmacılığın yaygınlaştığına işaret etti. Suç örgütü kurmanın şirket kurmaktan daha kolay olduğun söyledi.

TÜSİAD’ın bu sertleşmesinde elbet iki hafta önce çıkarılan torba yasayla Cumhurbaşkanına bağlı Devlet Denetleme Kurulu’na (DDK) ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) verilen sınırsız yetkilerin yarattığı tedirginlik var. Mallarına, banka hesaplarına el konulması, şirketlerine kayyum atanması riski, sermaye için en kutsal kabul ettiği mülkiyet hakkının çiğnenmesi anlamı taşır. Ancak bunun yanında, bunca hukuksuzluk, adaletsizlik, kuralsızlıkla ülkenin yönetilemeyeceğinin, işlerin giderek kötüye gittiğinin de farkındalar.

Üstelik Mehmet Şimşek’in uyguladığı ekonomi politikalarından hoşnutlar. Çünkü döviz kuru hareketinin enflasyonun altında tutulması politikası özellikle yurtdışından borçlanarak ucuza finansman sağlamalarına olanak veriyor. Sermaye yapıları da göreceli güçlü. Karlılıkları  biraz düşse dahi bu süreçten çok olumsuz etkilenmediler. “Dezenflasyon” programından daha çok şikayetçi olanlar, reel olarak değerlenen TL yüzünden dış rekabet gücü aşınan, yüksek faizli TL kredi kullanan, ağırlıklı olarak tekstil, gıda, mobilya gibi emek yoğun sektörlerde faaliyet gösteren Anadolu sermayesi. Onların ise AKP’yle organik bağları var ve koşulsuz destekleri sürüyor. Önümüzdeki dönem sermaye fraksiyonları arasında çekişmelere tanık olabiliriz. Siyasi destek karşılığı, yandaş sermayenin ekonomik tavizler koparması, zaten yolunda gitmeyen Şimşek reçetesinin iyice çıkmaza girmesi gündeme gelebilir.

TRUMP DEVRİ VE TÜSİAD

Trump’ın göreve başlamasıyla, uluslararası hukuku hiçe sayan, tamamen güce ve şiddet tehdidine dayalı bir küresel iklim egemen. Hafta sonu düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nda da gözlendiği gibi, Trump yönetimiyle Avrupa’nın aşırı sağ, faşist güçleri arasında da bir işbirliği ve dayanışma söz konusu. Bu ortam Erdoğan yönetimine de keyfi, demokratik normların dışında  davranışları için elverişli bir zemin sunuyor. TÜSİAD raporunda Gramsci’den alıntı, “Eskinin öldüğü ama yeninin doğamadığı” bir süreç yaşanıyor, saptamasında bulunuluyor. Ancak TÜSİAD’ın özlemini duyduğu, kurallara dayalı, piyasa süreçlerinin egemen olduğu uluslararası liberal düzenden uzaklaşıldığı da ortada.

TÜSİAD’ın genel kurulda paylaştığı Perspektif 2025 Raporu, her ne kadar gelir dağılımı eşitsizliklerinden dem vursa da sonunda ekonomik anlamda sömürüye dayalı, yoksulluğu derinleştiren bir kurguyu savunuyor. Bu yönleriyle eleştirmeye devam edelim. Ama birileri sistemdeki adaletsizlikleri, haksızlıkları, hukuksuzlukları teşhir ediyorsa ve sonucunda iktidarın saldırısıyla karşılaşıyorsa, sınıfsal karakterleri gereği doğrudan destek sunmak içimize sinmese de, en azından, “yesinler birbirlerini”, “biraz da burjuvaları tepelesinler” yollu sorumsuz beyanlardan  uzak duralım. İktidarın değirmenine su taşır pozisyonuna düşmeyelim.

YORUM YOK

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version