Bütün dünya nefesini tutmuş, Donald Trump’ın ne gibi adımlar atacağını merakla beklerken,
ABD başkanı daha ilk adımlarında bir tür ortaçağ hükümdarı gibi davrandığını gösteriyor.
Etrafına bakınıp “orayı beğendim, gidip alalım” diyen hükümdarlar gibi, Trump da etrafına bakınıp, Panama Kanalı, Kanada ve Grönland’a el atalım diyor. Filistin halkının Gazze’yi boşaltmasından söz ediyor.
Sadece “erkek ve kadın var” diyerek toplumsal cinsiyet üzerine yapılan bütün çalışmaların öğretilerini, verilen mücadeleler sonucunda elde edilen kazanımları bir kalemde siliyor.
Eşitlikçi değerlere karşı tam bir kültür savaşı ilan etmiş durumdadır.
Göçmenlere ve mültecilere karşı sert önlemeler alacağı biliniyordu. Bunu defalarca açıklamıştı. Fakat onları elleri-kolları zincirlenmiş bir şeklide uçaklarla taşıyacağı ve yolculuk esnasında bu bedbaht insanlara su bile vermeyeceği kimsenin aklına gelmiyordu.
Yaşadığımız iklim krizi ve çevre felaketine rağmen, Yeşil Dönüşüm projeleriyle dalga geçiyor ve petrol ve gaz üretiminde ısrar ediyor.
Oysa karbondioksit, metan gibi sera gazları, dünyayı sararak ısının dışarı kaçmasını önlüyor ve bu durum atmosferin dengesini bozarak iklim değişikliğine yol açıyor. Sera gazlarının sürekli artması, doğayı gözetmeyen sanayi faaliyetleri, yenilenebilir kaynakların tercih edilmemesi ve doğal kaynakların geri dönülmez şekilde tahrip edilmesi, günümüzde iklim krizine karşı ülkelerin global ölçekte çözüm planı yapmalarını gerektirecek kadar kritik bir noktaya gelmişken, Trump kendi bildiğini okuyor.
Batı kapitalizmi ve kapitalistleri liberal globalleşmenin lokomotifi olagelmişlerken, gelişen ülkelerin dünya ekonomisinde artan payları karşısında Trump korumacılıktan ve yüksek gümrük vergilerinden söz ediyor.
Birinci başkanlık dönemi esnasında, 2018’yılında BM’de yaptığı konuşmada, “biz küreselleşme doktrinine karşıyız, tüm dünya ülkeleri kendi ülkelerini korumalıdır” diyordu. Şimdilerde daha da ileriye gidiyor. Korumacı politikalar uygulamak, küresel normları reddetmek ve liberal değerleri hiçe saymak, yeni başkanlık döneminin en temel özellikleri arasında yer alıyor.
Öyle bir noktaya geldik ki, Çin Halk Cumhuriyeti’nin yöneten Çin Komünist Partisi serbest ticareti ve globalleşmeyi savururken, Kapitalist Amerika ve kapitalist Amerikalılar, 19.yüzyılda milli ekonomiyi korumayı öngören proteksiyonizmi benimsemiş görünüyorlar.
Anti-Liberal Zenginler Kulübü
Amerika Birleşik Devletleri’nde zenginler kulübünün siyaset erbabı üstünde her zaman büyük etkisi olmuştur. Fakat siyaseti ve siyasetçileri yönlendiren zenginlerin yüzünü gören olmazdı. Onlar perde arkasında kalmaya büyük özen gösterirlerdi.
Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesinden sonra Amerikalı oligarklar kendilerini pervasızca sahneye atıyorlar.
Başta Elon Musk olmak üzere, bol bol nutuk atıyorlar. Ekonomiden siyasete, teknolojiden toplumsal cinsiyete kadar her konuda ahkam kesiyorlar.
Özellikle Elon Musk, ABD sınırları dışına taşarak, dünyaya ayar vermeye çalışıyor. Bir yandan, Britanya başbakanına dil uzatıyor, diğer yandan Almanlara siyasi akıl veriyor ve aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisine (AFD) oy vermelerini istiyor.
Alman demokrasisinin Almanların geçmişlerine karşı duydukları utanç üzerine kurulduğundan habersiz olduğunu söyleyeceğim ama, her halde tam da bunu bildiği için ve demokrasiden hazzetmediği içindir ki, Almanlara geçmişlerinden utanmamaları gerektiğini söylüyor.
AB ülkeleri içinde AB karşıtı aşırı sağcı hareketlere gaz veriyor, koordinatörlüğe soyunuyor.
Evet, içinde yaşadığımız Yeni Dünya Düzensizliğinde Trump gibi birinin yeniden başkan seçilmesi, insanlığın ve insani değerlerin irtifa kaybetmeye devam edeceğini gösteriyor…
Umarım, bu tuhaf dönemi büyük felaketler yaşamadan atlatırız…