Trump göreve geldiğinden bu yana uluslararası ticaretle ilgili birçok tehditte bulundu. Geçtiğimiz ay, Kolombiya’dan gelen mallara gümrük vergisi uygulayacağını duyurdu ancak ülke sınır dışı edilen göçmenleri taşıyan uçakların inişini kabul ettikten sonra geri adım attı. Kanada ve Meksika’dan yapılan ithalata getirdiği gümrük vergileri, ülkeler yasadışı uyuşturucu ve göçmen akışını engelleme çabalarını yoğunlaştırmayı kabul ettikten sonra otuz gün süreyle ertelendi. Çin mallarına uyguladığı gümrük vergilerini yüzde 10 oranında artırma kararı yürürlüğe girince, Çin de misilleme önlemlerini açıkladı. Son olarak pazar günü, Amerika Birleşik Devletleri’ne gelen her çelik ve alüminyuma %25 gümrük vergisi uygulayacağını, hafta içinde de telafi edici vergileri resmen açıklayacağını belirtti. Bu hafta bu konuda bolca haber duyacağız anlaşılan.
Telafi edici vergiler, ihracatçı ülke hükümeti tarafından “haksız” bir şekilde sübvanse edildiği düşünülen mallara, ithalatçı ülke tarafından uygulanan tarife benzeri ücretlerdir ve tipik tarife dışı önlemler arasında sayılır. Tarife dışı önlemler ise özü itibariyle Dünya Ticaret Örgütü’nün tercih etmediği, kaçınılması gerektiğini belirttiği uygulamalardır. Gerek tarife dışı önlemler gerek gümrük tarifelerindeki yeni düzenlemeler eşliğinde genel olarak resme bakıldığında Dünya Sağlık Örgütü, BM İnsan Hakları Konseyi vb. uluslararası kurumlardan çekilen Trump’ın Dünya Ticaret Örgütü’nden de çekilebileceğini ya da bu süreci onu dönüştürmek için kullanmaya çalışacağını öngörebiliriz. Henüz 2018 yılında “eğer ilerleme kaydetmezlerse, DTÖ’den çekilirim” dediğini biliyoruz.
Açık ki Trump uluslararası ticareti, doğrudan uluslararası politika öncelikleri bağlamında bir sopa olarak kullanma niyetinde. Liberal öğreti bize tam tersini salık verirken bu gelişmeleri nasıl anlamak gerekir? Biraz daha teorik ve tarihsel bir zeminden tartışalım.
Ana akım iktisat bir dolu çam devirerek serbest ticaretin ticarete katılan her bir ülke için kazançlı olduğunu ileri sürer. Eğer ülkeler sahip oldukları faktör donanımları bağlamında uzmanlaşır ve uzmanlaştıkları bu alanda ürettikleri malların ihracatını yapar karşılığında da diğer ülkelerin uzmanlaştığı ürünü ithal ederse her iki ülke de bu ticaretten kazançlı çıkacaktır. Meseleye buradan baktığımızda bugün neden çok taraflı ticaret anlaşmalarından, yüksek gümrük vergilerine doğru bir geçiş yaptığımız kolaylıkla anlaşılamaz. Hele yüksek gümrük vergilerini teoriye göre serbest ticareti en şiddetli bir şekilde savunması gereken ABD uygulamaya koyuyorsa. Bu durumu anlamak uluslararası ticaretin politik olandan bağımsız olmadığını bilmekle mümkün olabilir.
Uluslararası ticaret bugün de dün de hiçbir zaman politik olandan bağımsız olmamıştır. Bunu uluslararası ticaret teorisinin kalbinde yer alan meşhur İngiliz kumaşı ve Portekiz şarabı üzerinden anlatmaya çalışayım. Öncelikle ifade etmek gerekir ki David Ricardo’nun mukayeseli üstünlükler olarak adlandırılan ve her iki ülkenin de ticaretten kazançlı çıkacağını ileri sürdüğü modeline kaynaklık eden bu İngiltere ile Portekiz arasındaki kumaş-şarap ticareti örneği gerçek, tarihsel bir örnektir. Her ne kadar Ricardo’nun asli perspektifi neoklasikler tarafından deforme edilmiş olsa da nasıl “tüm Rus edebiyatı Gogol’un Palto‘sunun altından çıkmışsa” uluslararası ticaret teorileri de Ricardo’nun bu yorumunun altından çıkmıştır diyebiliriz.
Sözde teknik nitelikli bu yoruma kaynaklık eden olay gerçekte son derece politik bir sürecin ürünüdür. 1702 yılında, İngiltere’nin Portekiz elçisi John Methuen, Portekiz hükümetini 14. Louis ile ilişkilerini kesmeye ikna etmek için Lizbon’u ziyaret eder. İlk Methuen Antlaşması doğrudan siyasi bir ittifak niteliğindedir. Aralık 1703’te imzalanan Methuen Antlaşması ise, Büyük Britanya ile Portekiz arasında imzalanan ekonomik içerikli bir antlaşmadır ve ilk antlaşmanın diplomatik başarısının doğrudan bir sonucudur. Üç maddelik Antlaşma korumacı politikalar dolayısıyla Portekiz’e sokulmayan İngiliz yünlülerinin yasaktan önceki şartlarla kabul edilmesini buna karşılık Portekiz şaraplarının İngiltere’de Fransız şaraplarına uygulanan verginin üçte biri oranında daha az vergilendirilmesini öngörür.
Ricardo Portekiz’i her iki malda da üretkenlik açısından üstün olarak tanımlarken buna rağmen ticaretten her iki ülkenin de (ama asla her iki ülkedeki her kesimin değil) kazançlı çıkacağına yönelik bir model örneklemiştir. O zamandan beri Ricardo’nun teorisi ana akım iktisatçılar tarafından serbest ticaretin mantığını savunmak için teorik bir araç olarak kullanılıyor. Ancak az bilinen husus yine serbest ticarete payanda yapılan Adam Smith’in söz konusu antlaşmaya bakışının Ricardo’dan oldukça farklı oluşu. Ricardo’dan yarım yüzyıl önce Smith, Methuen Antlaşması’nı İngilizlerin Fransız şarabı ithalatını, daha yüksek maliyetli ve daha düşük kaliteli Portekiz şaraplarıyla değiştiren bir ticaret saptırma örneği olarak kınamıştır. Smith, iş bölümünün pazarın genişliği ile sınırlı olduğu argümanına dayanarak, Fransa ile yapılacak bir ticaret anlaşmasının daha faydalı olacağı konusunda ısrar etmiştir. Smith “Fransa’ya yapılacak serbest ticaretin Büyük Britanya’yı Portekiz’e yapılacak serbest ticaretten çok daha fazla zenginleştireceğini, çünkü Fransa’nın verecek daha fazla şeyi olduğu için İngiltere’den daha fazla şey alacağını ve çok daha büyük bir değerde ve çok daha çeşitli şekillerde değiş tokuş yaparak Büyük Britanya’da sanayiyi daha fazla teşvik edeceğini…” vurgular. Yani aslında mesele “yansız iktisat yasaları” değil İngiltere’nin nasıl daha fazla kârlı çıkacağı meselesidir.
Görüleceği üzere Ricardo bu ticareti her iki ülkenin kârlı çıkacağı bir ticaret ilişkisi olarak görürken, Adam Smith antlaşmanın İngiltere’ye sağlayacağı faydalar konusunda şüpheciydi ve Portekiz için avantajlı, Büyük Britanya için ise dezavantajlı olduğunu iddia ediyordu. Tartışmanın diğer tarafında ise, Alman ekonomist ve genç sanayilerin korunması gerekliliğini savunan Friedrich List vardır. List açıkça söz konusu antlaşmanın Portekizli imalatçıların ani ve tam bir yıkımına yol açtığını savunuyordu. List, The National System of Political Economy isimli temel eserinde, Adam Smith’in Methuen Antlaşması’nın Britanya için dezavantajlı olduğu yönündeki görüşüne karşı çıkar. Friedrich List ve bir grup ekonomi tarihçisi, İngiltere’nin antlaşmanın şartlarını uygulamak için üstün ordusundan yararlandığını, Portekiz’in yerli tekstil endüstrisini mahvettiğini ve onları “yavaş büyüyen bir şarap ihracat pazarı” ile baş başa bıraktığını ileri sürmektedir. List’in ifadeleriyle “Portekiz İngiltere’ye tam bir siyasi bağımlılık içine girerken, İngiltere Portekiz’le yaptığı ticaretten kazandığı altın ve gümüş sayesinde Çin ve Doğu Hindistan’la ticari ilişkilerini genişletme imkânına kavuşmuştur.” Sonuç olarak Portekiz, İngiltere ile sürekli ticaret açığı vermiş ve İngiltere kasasını Brezilya altınıyla doldurmuştur.
Uluslararası ticaret analizlerinin en önemli sorunu analiz birimi olarak ülkeyi almalarıdır. Şüphesiz bu analizin bir parçası olmalıdır. Ancak başlarken ifade ettiğimiz “uluslararası ticaretin politik niteliği” sadece ülkeler/devletler arası ilişkiler açısından geçerli değildir. Gerek korumacılığı artırma gerekse de serbest ticareti pekiştirme yanlısı uygulamaların aynı ülke içinde farklı iktisadi, sosyal, sınıfsal kesimleri farklı etkilediği hem olgusal hem de teorik açıdan açıktır. Bunu göz ardı ettiğimizde kapitalizmin sadece uluslararası değil, sınıfsal nitelikli bir sistem olduğunu da unutmuş oluruz. O halde uluslararası ticaret politikalarının aynı zamanda sınıfsal politikalar olduğunu da akılda tutmak gerekir. Trump’ın uluslararası ticarete yönelik politikalarını da bu iki boyutuyla düşünüp anlamaya çalışmak önemlidir.