Nâzım Hikmet’in Japon Balıkçısı şiirinde bir kara tabut olarak bahsettiği balıkçı teknesi Daigo Fukuryū Maru (Şanslı Dragon no: 5)’nun mürettebatı 1 Mart 1954 sabahı olağanüstü bir ışıkla güne gözlerini açtılar. Saat 06.45 idi ve yaklaşık 130 km batılarında o zamana kadar yapılmış en büyük insan yapımı bomba patlatılmıştı. Işıktan yaklaşık 7-8 dakika sonra gök gürültüsüne benzer, inanılmaz kuvvetli sesler gemiye ulaşınca mürettebat bunun büyük bir atom bombası olduğunu anlamış, ve bölgeden uzaklaşmak için hemen harekete geçmişlerdi. Patlamanın üzerinden birkaç saat geçince beyaz bir kül tabakası geminin olduğu bölgeye yağmaya başlamıştı. Mürettebatın ne olduğunu henüz bilmediği bu beyaz kül, bombanın saatler önce buharlaştırdığı milyonlarca ton mercan kayalığı ve kumdan son derece radyoaktif atıklarla birlikte geriye kalandı aslında. Bu tozla direkt fiziksel temas kuran, hatta tadına bakan balıkçılar çok kısa bir süre içinde radyasyon zehirlenmesi belirtileri göstermeye başladılar. Yaklaşık iki hafta süren bir yolculuktan sonra Japonya’ya döndüklerinde balıkçılar hastaneye kaldırıldı (bir tanesi altı ay sonra hayatını kaybetti) ve hikayeleri gazetelerde yayınlandı. Pasifik’teki nükleer serpinti böylece tüm dünyaya duyurulmuştu.
RONGELAP ATOLÜ
Şanslı Dragon kadar şanssız olan bir başka grup ise bombanın patlatıldığı Bikini Atolü’nün 180 km kadar doğusundaki Rongelap Atolü’nde yaşayan yerli halktı. Radyoaktif küller buraya da yağmış, bunun ne olduğunu bilmeyen yerel halk ister istemez bu serpinti ile doğrudan fiziksel temas kurmuştu. Çocuklar bu garip tozla oynamış, yetişkinler ise gündelik işlerine devam etmişlerdi fakat takip eden günlerde saç dökülmesi, ciltte yanık benzeri lezyonlar ve kusma gibi ciddi belirtiler ortaya çıkmaya başlamıştı. Amerikan ordusu yerel halkı patlamadan 48 saat sonra daha güvenli olan başka bir atole transfer etti. Buradan hemen geri dönmelerine izin verilmeyen halk birkaç yıl sonra Amerikan Atom Enerjisi Komisyonu (AEK)’ndan bunun için izin istemeye başladı. Bu izin ise 1957 yılında, bölgenin hala kontamine olduğu gerçeği halktan saklanarak verildi; böylelikle ada sakinleri üzerinde uzun süre devam edecek bir tıbbi deney de başlamış oluyordu. Ada sakinlerinin evlerine dönüşünü nükleer serpintiye maruz kalan insanlar üzerinde data olmadığı gerçeği ile onaylayan Merril Eisenbud (AEK sağlık ve güvenlik laboratuvarı şefi), adalılar için “bizim gibi, yani Batılılar gibi uygarca yaşamasalar da, yine bize farelere olduklarından daha yakınlar” diyecekti. Bu testler kapsamında her yıl adaya gelen araştırmacılar ada halkını sağlık taramasından geçiriyor ve bazı insanlardan -bir şikayeti olmayanlardan bile- doku örnekleri alıyorlardı. Kontrol grupsuz bir test ise tam olarak “bilimsel” sayılmayacaktı tabi. Patlama sırasında bu adada değil de, civardaki temiz adalarda yaşıyor olan 200 kadar yerli ise bu tarihte geri dönen halkla birlikte Rongelap’a kontrol grubu olarak yerleştirilecekti.
ATOM BOMBASI ÇAĞI
Peki 1 Mart sabahı ne olmuştu? Yaklaşık dokuz yıl önce Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları bu şehirleri tamamen dümdüz edip 150 bin insanı oracıkta öldürerek korkunç ve yeni çağın kapısını açmıştı. Uranyum ve plütonyum gibi ağır, radyoaktif elementlerin ortamdaki ekstra nötronlarla parçalanması (fisyon) ile ortaya çıkan zincir reaksiyonuna dayanan bu bombaların her biri ise yaklaşık 15 bin ton (15 kiloton) TNT’ye eşdeğer bir güçle patlamıştı. Bu tip fisyon bombalarının aksine, Castle Bravo ise tamamen farklı bir prensiple çalışmaktaydı: önce ateşlenen bir fisyon bombası gerekli basınç ve enerjiyi ortaya çıkarıyor, bu basınç altında ezilen Lityum ortaya Hidrojenin ağır izotoplarını çıkarıyor ve bunlar da daha sonra birleşerek (füzyon) Helyum atomlarını oluşturuyor. Güneşe de enerjisini veren bu tip füzyon reaksiyonları ise fisyondan binlerce kat daha fazla enerji açığa çıkarmakta, bu ise füzyon bombalarının “normal” atom bombalarından o derece daha yıkıcı olmalarına sebep oluyordu. İlk füzyon testi olan ve Castle Bravo’dan iki yıl önce patlatılan Ivy Mike yaklaşık 10 milyon ton (10 megaton) TNT’ye eşdeğer bir yıkım gücü açığa çıkarırken, Castle Bravo ise bunu da aşarak 15 megatonluk bir patlama gerçekleştirecekti. (Dünya rekoru ise 1961’de Sovyetler tarafından ateşlenen 50 megaton gücündeki Çar Bomba’nın olacaktı.)
SORUMSUZLUK YÜZÜNDEN YAŞANDI
Castle Bravo testine dönersek, Japon Balıkçı teknesi ve Rongelap atolü sakinleri normalde tehlikeli bölgenin dışında kalıyor diye düşünülmüştü. Fakat daha patlamanın ilk saniyelerinde onlarca kilometre uzaktan testi izleyen askerler ve fizikçiler bir şeylerin ters gittiğini sezmişlerdi. Ateş topu beklediklerinden çok daha hızlı büyüyecek ve yaklaşık 50 km uzaktaki gemilerden testi izleyen askerler sıcaklığı vücutlarına tutulan bir alev makinesine benzetecekti. Sonradan anlaşıldı ki, Castle Bravo dizayn edildiği yaklaşık 5 Megaton kapasitenin tam üç katı bir güçle patlamıştı. Üstelik rüzgar da meteorolojik tahminlerin tam aksine radyoaktif bulutu gözlemcilere ve yerli halkın yaşadığı adaların üstüne sürüklemişti. Peki dizayn ile gerçek çıktı arasındaki bu büyük farkın sebebi neydi? Resmi açıklamalara göre, başlangıçta reaksiyona katılmayacağı düşünülen bir lityum izotopu da tepkimeye girmiş ve bu durum patlamanın, öngörülenden çok daha fazla yakıtla gerçekleştiğini ortaya koymuştu. Brookhaven Ulusal Laboratuvarı’nda bombayı tasarlayan fizikçiler, patlamanın şiddeti nedeniyle o izotopun tepkimeye giremeden dağılacağını düşünmüş; ancak bu öngörüleri yanlış çıkmıştı. Nükleer tarihçi Alex Wellerstein ise bu naratifin gerçekleri çarpıttığını düşünmekte. Yeni gün yüzüne çıkan eski hava kuvvetleri belgelerine göre gözlem uçakları 20 ve 12 megatonluk bir patlama olacakmış gibi bir mesafede konumlandırılmış, bunun da üzerine diğer dokümanlarda ise bu testin 15 megatona kadar çıkabileceği öngörülmüş. Wellerstein, dolayısıyla bu nükleer facianın aslında tamamen önlenebilir olduğunu fakat anlatılageldiği gibi “bilimin bizi şaşırtması” sebebiyle değil, biliminsanları ve karar vericilerin sorumsuzluğu yüzünden yaşandığını söylüyor.
Nâzım Hikmet, Japon Balıkçısı şiirini adalıların trajedisini ve deneylere maruz bırakılmasını tam olarak bilmeden yazmıştı. SpongeBob’dan Godzilla’ya kadar farklı pop kültür ikonlarına ilham veren Bikini testlerinin yıllar sonra ortaya çıkan bu korkunç gerçeklerini de bilseydi, belki de kelimeleri bambaşka bir şekil alır, bambaşka şeyler söylerdi