Ana Sayfa yazılar iktibas Antik Yunan’da Demokrasi: Mitlere İnanmak – Süleyman Akgül

Antik Yunan’da Demokrasi: Mitlere İnanmak – Süleyman Akgül

Reklamlar

Çoğu kişi için “doğrudan demokrasi” kavramı, Antik Yunan’da, özellikle Atina’da, ideal bir özgürlük ve halk yönetimi modeli olarak parlayan bir yıldız gibi algılanır. Ancak tarihsel detaylara yakından bakıldığında, bu yüceltilen sistem, modern demokratik değerlerle çoğu noktada uyuşmamaktadır. Zira 2500 sene önceki bir toplumsal yönetim biçimini sorgulamadan ve anlamadan günümüzdeki ile doğrudan ilişkilendirirsek anakronizm yanılgısına düşmüş oluruz. O dönemin şartlarını daha iyi anlamak demokrasi kavramının toplumda nasıl bir karşılık bulduğunu da bizlere çok daha gerçekçi bir biçimde gösterecektir. Antik Yunanistan’da, Türkiye Cumhuriyeti’ne kıyasla, “temsili demokrasi” yerine, “doğrudan demokrasi” vardı. Doğrudan demokrasi, yurttaşların Halk Meclislerinde ellerini kaldırarak oy vermesi sonucu karar mekanizmasının doğrudan bir parçası haline gelmelerini sağlayan bir uygulamaydı. Temsili demokrasi ise, halkın belirli periyotlarla sandığa giderek kendileri adına karar verecek sözcüleri seçmeleri ve bunun dışında siyasi kararların neredeyse hiçbirine katılmamalarıdır. Zira kendilerini temsil edecek bir vekile tüm siyasi karar alma sorumluluğunu devretmişlerdir.

Demokrasi kelimesi, kavramın ortaya atıldığı kültürden yola çıkarak etimolojik olarak Antik Yunan dilinde “demos” ve “kratos” kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Demos, halk; kratos da otorite demektir. Yani halkın otoritesi demektir. Benzer bir terimi Marksist literatürde de görebiliyoruz, oradaki kullanım “proletarya diktatörlüğü” yani, proleterlerin, işçi sınıfının isteklerini buyurduğu ya da dikte ettirdiği bir demokrasi anlayışı.

Kimler Yurttaş?

Atina’daki doğrudan demokrasi modeli, aslında çok dar bir yurttaşlık kavramı üzerine inşa edilmiştir. Ortalama bir Antik Yunan şehrinde, yönetim hakkı yalnızca özgür yurttaşlara tanınmıştı. Böylece nüfusun %20-30’unun kölelerden oluştuğunu göz önünde bulundurduğumuzda bir şehir devletindeki nüfusun yalnızca %70-80’inin özgür yurttaş olduğunu hesaplayabiliriz. Buna ek olarak kadınların Platon ve Aristoteles gibi düşünürler dahil olmak üzere Antik Yunan kültüründe yaygın bir biçimde akıl ve ahlak bakımından yetersiz olarak görülüyor olmaları da oy haklarından mahrum olmalarıyla sonuçlanacaktı. Yani kadınlar, köleler ve metoikos (yabancı yerleşimciler) bu siyasi yapının dışında bırakılmıştı. Platon’un Şölen metninde belirtilen sevgi ve aşk durumlarının birçoklarının erkek-erkek arasında gerçekleştiğini anlamak pekala mümkündür. Örneğin, eğitimciye duyulan arzu, Alkibiades’in Sokrates’e duyduğu arzu ile okuyucuda çarpıcı bir karşılık bulmaktadır. Antik Yunan kültüründe eşcinselliğin övülmesinden ziyade kadının değeri o kadar aşağılanmıştır ki, diyonizyak haz deneyiminin kadınla paylaşılması bile onlara hor görülmüştür. Öyle ki bazı durumlarda kadınlar kölelerden bile daha zor şartlara itilmiştir. Köleler ise sadece çalışma gücü olarak algılanıyor, ırksal veya etnik farklar temelinde değil, ekonomik çıkarlar doğrultusunda sınıflandırılıyordu. Bugün birey hakları, çoğulculuk ve eşitlik temelinde düşünülen demokrasi anlayışı, Atina’daki bu uygulamalarla çelişir.

Köleleri toplam nüfustan çıkardıktan sonra geriye kalan nüfusun yarısını oluşturacak ve yurttaşlık haklarından mahrum bırakılmış kadınları da çıkardığımızda geriye toplam nüfusun %35-40’lık bir bölümü kalıyor.

Halk Meclisi: Gerçekten Katılımcı mıydı?

Doğrudan demokrasi dendiğinde, insanların aklına ilk olarak Atina’nın meşhur Halk Meclisi gelir. Ekklesia adı verilen bu meclis, yurttaşlık hakkına sahip olan her erkeğin katılabileceği bir karar alma organıydı. Doğrudan demokrasinin uygulandığı ve meclise katılan tüm yurttaşların aktif katılımcı olduğu bu sistem, yurttaşların kararları el kaldırıp oy kullanarak şekillendirdiği bir demokrasi ortamıydı. Ancak katılım oranları görüldüğü kadar şaşalı değildi. Gündelik yaşamlarında çalışmak zorunda olan çoğu yurttaş, meclis toplantılarına katılamıyor, bu da karar alım sürecinin çoğu zaman belirli bir ekonomik rahatlığa sahip insanların elinde yoğunlaşmasına neden oluyordu. Zira polisler, temel olarak akropolis ve agora gibi iki ana bileşenden oluşmaktaydı. Yunanca “akro” yüksek anlamına gelirken, “akropolis” terimi ise “yüksek şehir” anlamını taşır; bu bağlamda, genellikle kutsal mekanların veya savunma amaçlı inşa edilmiş kalelerin bulunduğu, stratejik olarak daha güvenli konumlarda yer alan yerleşim alanlarını ifade eder. Öte yandan, agora, ticaretin gerçekleştirildiği, halk toplantılarının düzenlendiği ve sosyal etkileşimlerin yoğunlaştığı kamusal bir alan işlevi görmüştür. Son olarak da polislerin çevresinde yaşayan ve genellikle tarım ve balıkçılık gibi işleri gören, yurttaşlıkta polise bağlı ancak aristokrat bir aileye mensup olmadıkları için geçimlerini sağlamak için sürekli çalışmak zorunda olan bir kesim daha vardı. Yani günün sonunda Antik Yunan kültüründe, toplumun %10-15’ini oluşturan aristokrat ailelerin sürekli katılımıyla gerçekleşen bir demokrasi biçimi hakimdi denebilir.

Buna ek olarak, siyasi tartışmaları yönlendiren sofistler ve hatipler, halkı manipüle ederek belli grupların çıkarlarını savunabiliyordu. Tiyatro oyunlarının birçoklarının politikacılar tarafından fonlanıp doğrudan bir propaganda aracı olarak kullanıldığını biliyoruz. Bu propaganda biçimi halkı doğruya ya da yanlışa yönlendirmesi bakımından değil siyasi tartışmalar üzerinde etki bırakması bakımından değerlendirilmiştir.

Demokrasinin Gölge Yüzü: Ostrakismos

Atina demokrasisinin, iktidarı halkın elinde tutmasını sağlamak için getirdiği önemli uygulamalardan biri ostrakismos (sürgün) idi. Her yıl yapılan bir oylamayla halk, şehrin geleceği için tehlikeli görülen bir yurttaşı 10 yıl süreyle sürgün etme hakkına sahipti. Bu uygulama, her ne kadar otoriter bir iktidarın ortaya çıkmasını önlemek için tasarlanmış olsa da sıkça siyasi hesaplaşmalara ve bireysel çıkarların korunmasına hizmet etmiştir. Özgür bir fikir ortamı yaratılması beklenen bir sistemde, yurttaşların korku iklimi içinde yaşaması bir paradoks yaratmaktadır.

Sürgünün ötesinde belki de felsefe tarihine adını unutulmaz biçimde yazacak olan Sokrates’in Savunması benzer biçimlerde fikren uyumsuz insanların günün sonunda ölüm cezasına bile çarptırılabileceğini gösteriyordu. Sokrates, Atinalı gençlerin ahlakını bozma suçuyla yargılanacak ve baldıran zehriyle ölüm cezasına çarptırılacaktı. Yani Antik Yunan’da, demokrasinin altın çağını yaşadığını iddia ettiğimiz Atina şehrinde, bir filozof, fikirlerinden dolayı yargılanacak ve ölümle cezalandırılacaktı. Halkın otoritesi demek olan demokrasi kavramı o dönemde yine siyasi gücü elinde tutanlar tarafından manipüle edilerek, istemedikleri yöne doğru savrulmaların önlenmesi için haksız güç kullanmaya kadar gitmiştir.

Mit ve Gerçeklik Arasında

Antik Yunan doğrudan demokrasisi, ideal bir halk yönetimi modelinden ziyade kendi çağının sosyo-ekonomik ve politik gerçekliklerine kök salmış bir sistemdir. Modern demokrasinin evrensellik ve kapsayıcılık gibi kavramlarla örtüşen yapısıyla bağdaşmaktan uzak bir nitelik taşır. Bu nedenle, Atina’nın öne çıkan demokrasi deneyimini tarihsel bir çerçeve içinde incelemek, onu bir örnekten çok, eleştirilmesi gereken bir model olarak görmek daha anlamlı olabilir.

Son olarak, şunu unutmamak gerekir: Tarihi idealleştirerek değil, ona eleştirel bir gözle yaklaşılarak incelersek, bugün dünyanın ve sistemlerin nasıl geliştirilebileceği konusunda daha sağlıklı çıkarımlarda bulunabiliriz. Antik Yunan doğrudan demokrasisi, zamanının bir ürünü olarak hem ilham hem de ders niteliğindedir.

YORUM YOK

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version