Almanya’nın aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi (AFD) lideri Alice Weidel, partisinin kurultayında yaptığı konuşmada, elektrik üretiminde kullanılan rüzgâr türbinlerini, “utanç yel değirmenlerini yıkacağız” sözleriyle eleştirdi. Weidel’in utanç duyduğu değirmenler, 2024 yılında Almanya’nın elektrik ihtiyacının yüzde 33’ünü karşıladı.
AFD’nin 23 Şubat’ta Almanya’da yapılacak erken genel seçim için hazırladığı programda dahası da var. Rüzgâra tamamen karşı çıkarken açık alanlar, ormanlar ve tarım arazilerinde güneş enerjisine de izin vermeyeceklerini söylüyorlar. Tarım arazileri ve ormanları anlayabiliriz güneş panellerinin altında tarım yapmaya izin veren projeleri bile ayırma gereği duymamışlar. Programlarında odunu yeniden enerji kaynağı olarak destekleyecekleri bile yazıyor.
∗∗∗
Rüzgâr, güneş ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına karşı çıkmak sadece Alman sağcılarına özgü bir tavır değil. İngiltere’de Muhafazakâr Parti’nin 2015 yılında uygulamaya koyduğu kanunlar, karada kurulacak rüzgâr türbini projesinin durdurulması için bir kişinin bile itiraz etmesini yeterli kılmıştı. Benzer bir kuralın nükleer veya termik santrallar projelerinde uygulandığını hiç duydunuz mu?
Yenilenebilir enerji kaynaklarına da itiraz edilir elbette hatta bazen gereklidir. Sağ partilerin itirazlarının gerekçesi ise genelde doğanın veya yaşamın korunması değil. Nefrete varan bu ‘gerçek istemezükçülüğün’ motivasyonu aslında nükleer, kömür, petrol ve gaz gibi diğer enerji kaynaklarının sağladığı hakimiyeti korumak.
∗∗∗
Büyük santrallar ve sınırlı kaynaklara dayalı bir enerji politikası sizi birkaç şirkete ya da devlete bağımlı kılar. Fiyatı belirler, çok kızdırırsanız elektriğinizi kesmekle bile tehdit ederler. Örneğin, Mersin’de kurulacak bir nükleer santralın Türkiye’nin elektriğinin yüzde 10’unu üretmesi iyi bir şey değil aksine, Türkiye’nin elektrikte bir Rus şirketine ciddi oranda bağımlı olması, elektrik fiyatlarında da bu santralın belirleyici rol üstlenmesi demektir. Güneş veya rüzgar daha küçük ölçekli olduğu için böyle bir hakimiyet kuramaz.
Çatınıza ya da site bahçesine kurduğunuz güneş panelleriyle bu bağımlılığı zedeler, oyunu bozarsınız. Almanya’da olan da bu. 2020 yılında Almanya’da kurulu güneş panellerin yüzde 32’sine bireyler, yüzde 16’sına da çiftçiler sahipti. Almanya’da elektrik üretiminin yüzde 14’ünü karşılayan bu panellerinin neredeyse yarısı bireylerin elinde. Şirketlere ve büyük sermayeye yakın partilerin bu durum karşısında Weidel gibi cinnet geçirmesi normal.
∗∗∗
Enerji sektöründeki dev oyunculara, sermayeye yakın duran sağ partilerin rüzgâra, güneşe gıcık olmasının asıl nedeni bu. Manzara veya doğa umurlarında olsa asit yağmurlarından iklim krizine, nükleer atıklardan radyoaktif serpintiye kadar dünyanın karşılaştığı en büyük belaların sorumlusu termik ve nükleer enerji santrallarına karşı çıkarlardı. Otomobil yerine toplu taşıma talep ederlerdi. Tam tersine, üretim amaçlarının bireyler üzerinden toplumsallaştırılmasına ya da zenginliğin paylaşılmasına itiraz ediyorlar ve bu uğurda iklim krizini bile inkâr edebiliyorlar.
∗∗∗
Söz Almanya’dan açılmışken, sıkça gündeme getirilen, ‘Almanya nükleer enerjiye geri dönecek mi’ sorusuna da yanıt verelim. Seçim öncesi partilerin programlarına baktığınızda, Yeşiller ve Sosyal Demokratlar’ın bu soruya net bir “hayır” yanıtı verdiğini görüyoruz. Sol Parti’den ayrılan Sahra Wagenknecht Birliği de küçük modüler reaktörler de dahil olmak kaydıyla yeni nükleer santrallara hayır diyor. Sol Parti nükleerden zaten hiç bahsetmiyor. Sağa baktığımızda ise Hıristiyan Demokratlar’ın kapatılan reaktörlerin yeniden açılması için uzmanlara danışacaklarını, liberallerin ise bu kararı santral sahiplerine bırakacaklarını görüyoruz. Bu iki söylem de nükleer enerji açısından iyi haber değil. Nükleer enerjiye geri döneceklerini kesin bir dille söyleyen tek parti ise bu yazıda değindiğimiz, aşırı sağcıların desteklediği AFD. Bir yanda odun bir yanda uranyum yakacaklar.