Araştırmacı yazar Kiriakos Cambazis, ALİTHİA gazetesinde de yayımlanacak olan geçmişle yüzleşmeye dair “İki devlete nasıl ulaştık” başlıklı yazısını Türkçe’ye çevirerek bize gönderdi. Biz de yazısının çeviriye dair düzeltmelerini yaparak, okurlarımızla paylaşıyoruz çünkü göndermiş olduğu çeviri, o kadar da iyi bir çeviri değildi... Tekrardan üzerinden geçtik, google çeviri aracılığıyla doğrudan Rumca’dan İngilizce’ye metni çevirip, bunu Türkçeleştirdik... Araştırmacı yazar Kiriakos Cambazis, “İki devlete nasıl ulaştık?” başlıklı yazısında 1963’ten günümüze doğru süreci değerlendiriyor. Kendisine çok teşekkür ediyor, yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz. Sevgül Uludağ- Yenidüzen Gazetesi
ARKA PLAN…
Kıbrıslırum toplumunun, Kıbrıslıtürkler’in haklarını ellerinden almak için Anayasa değişikliği önerilerini dayatma girişimi, gerginliklere ve nihayetinde ölümcül çatışmalara yol açtı. Paramiliter örgüt AKRİDAS, ister barışçıl, ister silahlı olsun, Kıbrıslıtürkler’in tepkileriyle yüzleşmeye hazırdı. Hem Rumların hem de Kıbrıslıtürkler’in çatışmalara hazırlıklı oldukları biliniyordu. Gerek Rum gerekse Kıbrıslıtürk liderlerin çeşitli eylemleri, toplumlar arasındaki şüphe ve gerilim ortamını artırmıştı. AKRİDAS örgütü Markos Drakos heykelini bombalarken, TMT’nin Bayraktar Camisi’ne bomba koyarak minareyi tahrip etmesi üzerine her iki taraftan da öğrenciler sokaklara döküldü, Kıbrıslırumlar “ENOSİS”, Kıbrıslıtürkler ise “Taksim” diye bağırdı.
Milliyetçi coşku siyasi hayata ve topluma egemen olmuştu. 21 Aralık 1963 sabahı iki Kıbrıslıtürk’ün öldürülmesi, önce o gece başkentte, ardından da tüm Kıbrıs’ta çatışmalara yol açtı. Vatandaşların, özellikle de Kıbrıslıtürklerin seyahat etmesi tehlikeliydi. Kamuda ve Kıbrıslırumlar’a ait özel işletmelerde çalışan Kıbrıslıtürkler, işlerini terkettiler ve kendi toplumlarının çoğunlukta olduğu güvenli bölgelere çekildiler. Kıbrıslıtürk milletvekilleri ve yargıçlar da aynı şeyi yaptılar. Bu, Makarios başkanlığında ve yardımcısı P. Yorgacis’in önderliğindeki AKRİDAS örgütünün ilk başarısıydı. Kıbrıslıtürk devletinin inşasındaki ilk temelleri onlar yaratmıştı.
KIBRISLITÜRK YÖNETİMİ’NİN KURULMASI…
Kıbrıslıtürk Milletvekilleri, Türk Cemaat Meclisi Üyeleri ile birlikte, Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş başkanlığında ilk Kıbrıslıtürk Parlamentosu’nu oluşturdular. Bu, de fakto bir melez yönetimdi çünkü denetimi altındaki alan o kadar da önemli/belirgin değildi. Ancak bu kuruluşun toplumda doğrudan bir etkisi oldu. Kıbrıslıtürk Parlamentosu’nun çalışması, Kıbrıslıtürk paramiliter örgütü TMT’nin kurucusu ve lideri olan Rauf Denktaş’ı siyasi ve idari bakımdan güçlendirirken, ılımlı politikacı Dr. Fazıl Küçük’ü marjinalize edecekti… Küçük, resmi olarak Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak kaldı – “resmi olarak” diye vurguluyorum, çünkü Makarios onu Kıbrıslıtürk toplumu tarafından seçilen Cumhurbaşkanı Yardımcılığı görevinden aldı ve en gerici ve milliyetçi R. Denktaş’ı öne çıkardı. F. Küçük ise Kıbrıs Cumhuriyeti’nde hiç kimsenin tanımadığı bir ünvanla ve otoritesiz bırakıldı.
Kıbrıslıtürk Yönetimi, Kıbrıslıtürkler’i kontrol etmek üzere idari bir mekanizma kurdu – örneğin polis gücü oluşturdu, pul basımı yaptı, Kıbrıslırumlar’la, mahkemelerle vs. ilişkileri yasakladı… Bu, bölünme yolunda atılan ilk adımdı, ancak Makarios bu adımların tam olarak ne anlama geldiğini ve nereye varabileceğini anlamadı. Onları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetiminden dışladığı, “yalnız” kaldığı, ülkenin siyasi yaşamında egemen olduğu, Zorunluluk Yasası’nı uyguladığı gerçeğiyle sarhoş oldu. “Ne kadar dayanacaklar buna? Her şey Rum’dur” diye övündü 1967’de Yardım Konseyi önünde.
F. Küçük’ün Hükümete dönme girişimlerinin yanısıra Kıbrıslıtürk milletvekillerinin Temsilciler Meclisi’ne dönmek için yaptıkları girişimler, Kıbrıslırum milletvekillerinin güçlü tepkisiyle karşılaştı, Kıbrıslırum milletvekilleri, olaylardan önce Kıbrıslıtürk milletvekillerinin Meclis’e girmekte kullandıkları giriş kapısını onlara açmayı reddetti.
F. Küçük’ün yazılı mektubuyla talepte bulunmasına karşın, Makarios Bakanlar Kurulu’nu toplayarak Küçük’ün talebi üzerine Bakanlar Kurulu’na katılmasını reddetti, onu Kıbrıs devletine isyan eden ve bu nedenle Bakanlar Kurulu’nda yeri olmayan bir kişi olarak nitelendirdi. Tüm bu redler, Kıbrıslıtürk Yönetimi’ni ve hatta R. Denktaş’ı güçlendirdi.
Türkiye hükümetiyle görüşmeler yapmak üzere Ankara’ya giden Denktaş’ın Ankara’dan Kıbrıs’a dönmesini 1963 olayları ardından Makarios yasaklayınca, Denktaş Ankara’da sürgünde kalacaktı. 1967’de Köfünye olayları ardından Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgal etmeye hazırlanması, ABD’den Başkan Johnson’un mektubuyla engellendikten sonra, Türkiye sorunun çözümü için müzakereler yapılmasını kabul edecekti. Türkiye, R. Denktaş’ı yasadışı biçimde Kıbrıs’a göndererek Karpaz’da bir kıyıya çıkaracak ve Kıbrıslırum polisi tarafından tutuklanacaktı. Sorulanmalardan sonra serbest bırakılacak ve Kıbrıslıtürk toplumu da onu sorunu çözmek üzere müzakereci olarak atayacaktı. Makarios seçim çağrısı yaptı ve yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. Aynı zamanda Kıbrıslıtürk toplumunda da seçimler yapıldı ve R. Denktaş liderleri ilan edildi.
Kıbrıslırum toplumunun müzakerecisi Glafkos Klerides’in de açıkladığı gibi görüşmelerin sonuçlanmasına ve Makarios’un sunduğu 13 maddenin kabul edilerek imzasının beklenmesine rağmen, toplumlarararsı müzakereler bir sonuca ulaşamadı. Kıbrıslıtürk liderliği kendi kurduğu yönetimi feshedecek ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne katılacaktı. Ancak Makarios, sürekli olarak yeni konular ve yeni itirazlar gündeme getiriyordu, görüşmeler tamamlanmadan da darbe yaşandı, bunu izleyen Kıbrıs ve Kıbrıslılar’ın trajedileri yaşandı. Makarios’un şovenizmi ve milliyetçiliği, Kıbrıs devletini ve toplumunu yeniden birleştirecek ve sorunu çözecek bir fırsatın kaybedilmesine neden oldu…
KIBRIS TÜRK FEDERE DEVLETİ’NİN İLANI…
1974’teki trajik olaylardan sonra, Kıbrıslı Türklerin kuzeye göç etmesiyle birlikte, liderleri tarafından istismar edilecek yeni durumlar ortaya çıkacaktı.
Makarios’un imzalamayı reddettiği 1974 öncesi anlaşmalara geri dönülmesini istemedi veya tartışmadı. Toprak elde ettikten ve nüfus kazandıktan sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni ilan etti.
Başka bir deyişle, Kıbrıs’ın bir devlet olabileceği, ancak bunun federal bir devlet olacağı, Kıbrıslıtürk toplumunun federal (kurucu) bir devlet olarak da artan yetkilere sahip olacağı bir pozisyonunda kaldı.
Üç yıl sonra Makarios derhal Kıbrıs devletini federal bir devlete dönüştürmek için bir anlaşma imzaladı. Makarios’un ölümü üzerine, Spiros Kiprianu herhangi bir muhalefetle karşılaşmaksızın Kıbrıs Cumhurbaşkanı seçildi ve o da Federal bir Devletin kurulması için anlaşma noktalarını onayladı ve aynı zamanda Federal bir Devlet kurulması için üzerinde uzlaşmaya varılan beş maddeyi on maddeye çıkardı.
Kıbrıslıtürk toplumu ve Türkiye, 1960 Anayasası’nın Kıbrıslıtürkler’in haklarını güvence altına almakta yetersiz kaldığını kanıtladığı için, Kıbrıslıtürkler’in etkin katılımıyla federal bir devlet kurma konumunu alacaktı.
Türkiye Kıbrıs’la her zaman ilgilenmiş, adanın Yunan toprağı haline gelebileceğini ve Akdeniz karakterine rağmen sadece sınırlarında Akdeniz’e erişimi olmadan izole edilebileceğini hiçbir zaman kabul etmemiştir.
Kıbrıs’ın kendisine düşman değil dost bir devlet olmasını, bu devletle özel ilişkileri bulunmasını istiyordu çünkü burada önemli bir Türk etnisiteden toplum vardı…
Genellikle, azınlık etnik kökeninin tepkilerinden en büyük sorumluluğu taşıyan bir devletteki baskın etnik gruptur, çünkü çoğu durumda, açık sömürü ve adaletsizlikten veya baskın etnik kökene zorla asimilasyon politikasından kaynaklanan hoşnutsuzluğu yaratarak azınlığın çağrılarına cevap vermeyen çoğunluktur.
Kıbrıs’ta olan tam da buydu: Kıbrıs bağımsızlığını kazandıktan sonra egemen etnik köken, Kıbrıslıtürk toplumunu iktidardan uzaklaştırmak istedi çünkü adanın Yunan devletine entegrasyonuna güçlü ve kararlı bir şekilde karşı çıkmaktaydılar. Türkiye’nin ve Kıbrıslıtürkler’in, Kıbrıslıtürk toplumunun daha fazla yetkiye sahip olacakları bir federal devlet konusundaki ısrarı bu mercek altında yorumlanmalıdır.
KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN İLANI…
Cumhurbaşkanı Spiros Kiprianu’nun Cuellar Belgesi’ni prensipte kabul etmesine rağmen reddetmesi, iki devletin önünü açan son adım oldu. Kasım 1983’te Kıbrıs Türk Federe Devlet Parlamentosu “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin ilanını oyladı. Bu, 1960’taki Kıbrıs devletinin biçiminin federal bir biçime dönüştürülmesi ve bir çözüm bulunması yönündeki müzakere süreçlerinin tamamlanmasıydı…
Denktaş’ı müzakere masasına getirmek için tüm gücüyle uğraşan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeni Cumhurbaşkanı George Vasiliu’nun tüm çabaları da sonuçsuz kaldı. Kıbrıslıtürk liderliği ve Türkiye zaten iki devlete yönelmiş, KKTC’yi uluslararası ortama yansıtmaya, uluslararası meşruiyet ve tanınma kazanmaya çalışıyordu.
BM Güvenlik Konseyi 1983’ten itibaren toplanarak, bu ayrılıkçı eylemi reddetmiş ve KKTC’nin tanınmamasına açıkça atıfta bulunan 1983 tarihli 541 ve 1984 tarihli 550 sayılı kararlarla bağımsız devlet ilanını yasadışı ilan etmişti. Bu kararlar, 1964 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’ni ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni meşru üye devlet olarak tanıma kararını bir kez daha teyit etmiştir.
Glafkos Kliridis’in Cumhurbaşkanlığı’nın ikinci döneminde ve AKP rejiminin Türkiye’de Avrupa Birliği’ne yönelerek yarattığı yeni koşullarla birlikte, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik müzakerelerin başlaması için yeni bir fırsat penceresi açılacaktı. Yunan Hükümeti belirleyici bir rol oynadı ve Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne katılımı için koşullar yaratırken aynı zamanda Türkiye’nin katılımı için müzakerelere başlayarak fırsatı değerlendirdi. Böylece Kıbrıs sorununun çözümü için görüşmeler başladı ve bu görüşmeler 2004 yılında iki toplumda paralel referandumlarla sona erdi.
Sandıktan Kıbrıslırum toplumunca verilen “hayır” oyunun sonucunda müzakerelerde kriz oldu ve müzakerelerin askıda kalmasına yol açtı.
Annan Planı tarihin kıyısına çekildi ve Kıbrıs, Kilise etrafında birleşen ve AKEL liderliği tarafından Cumhurbaşkanlığına seçilen Cumhurbaşkanı tarafından yönetilen “Redci” güçlerin dayattığı bölünmenin tutsağı olarak kaldı. Ne yazık ki AKEL liderliği büyük resmi ikinci kez göremedi ve 1959’da bağımsızlığı ve Kıbrıs devletinin kurulmasını getiren Zürih-Londra Anlaşmaları’nı reddeden güçlerle kendini özdeşleştirmiş oldu…
BM’nin sorunu çözmek için yeni çabalar göstermesi için uygun koşullar yaratılana kadar kısır bir dönem geçti. Dimitris Hristofyas’ın cumhurbaşkanlığı, Kıbrıslıtürk lider Ali Mehmet Talat’ın görüşmelerde elde edilen başarıları imzalaması için kendisine yalvarmasına rağmen, hiçbir yere varamadı. Nicos Anastasiades’in cumhurbaşkanlığı, ilk beş yılda, Kıbrıslıtürklerin lideri Mustafa Akıncı’nın yardımı ve ılımlılığıyla meyvesini verdi, ancak sonunda o da görüşmeleri terk etti.
Yıllar geçtikçe, KKTC’de yaşayan yeni nesil Kıbrıslıtürkler büyüdü ve Kıbrıslırum toplumuyla hiçbir temas kurmadan, kendi ekonomilerini yarattı ve Kıbrıs’ın bağımsızlığından önce var olandan farklı bir kültür geliştirdi. Bununla birlikte, barikatların açılmasıyla birlikte siyasi eşitliğin garanti altına alındığı ortak bir federal devlet kurma arzusu her iki toplumdan yurttaşların arzusu olmaya devam ediyor…
Belki de yakın gelecekte ilgili beş tarafın bir araya gelmesiyle başlayan yeni çaba, bir çıkış yolu sağlayacaktır. Aksi takdirde, KKTC ilk aşamada kademeli olarak “tanınmayan bir devlet” olarak tanınacak ve gelecekte uluslararası hukuken tam olarak tanınması dışlanmayacaktır.
Unutmayalım ki, 3 Aralık 1933’te Uruguay’ın başkenti Montevideo’da yapılan 7. Amerika Üye Devletleri Konferansı’nın kararında şöyle denilmektedir: “Bir devletin siyasi varlığı, üçüncü devletler tarafından tanınmasına bağlı değildir. Ayrıca, tanınmasından önce, toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını savunma, dokunulmazlığını ve refahını sağlama ve sonuç olarak, gerekli gördüğü takdirde, çıkarları temelinde yasama yapma, idari aygıtını yönetme ve mahkemelerin yasal prosedürlerini ve yetkilerini belirleme hakkına sahiptir.
Sonuç olarak, antik Yunan tarihçisi ve Atinalı general Tukididis’in Yunan Sicilyasi hakkında yazdıkları uygundur: “Sicilya’da olup bitenlere ben her zaman biraz gözyaşı eklerim” diye yazmıştı…”