Ana Sayfa yaklaşımlar Burak Kurtcebe “Hepimiz suçluyuz” söylemi: modernitenin aklayıcı kalkanı mı? – Burak Kurtcebe

“Hepimiz suçluyuz” söylemi: modernitenin aklayıcı kalkanı mı? – Burak Kurtcebe

Reklamlar

“Hepimiz suçluyuz” söylemi, siyasal tartışmalarda sıklıkla kullanılan retorik bir araç olarak karşımıza çıkar. Bu ifade, kolektif bir özeleştiri çağrısı gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde siyasal sorumluluğu bulanıklaştıran, iktidar mekanizmalarını meşrulaştıran ve etik yükümlülüğü atomize eden bir işlev üstlenir.

Günümüzün en tehlikeli siyasal söylemlerinden biri, toplumsal sorunlar karşısında yükselen “hepimiz suçluyuz” korosudur.

Bu söylem, suçu bireylerin üzerine yıkarak, modernitenin ve iktidarın sorumluluğunu ustaca gizler. Sanki bir sihirbazlık numarasıyla, sistemin yarattığı adaletsizlikler buharlaşır ve geriye sadece “suçlu biziz” yanılgısı kalır. “Biz hepimiz suçluyuz” söylemi, suç ve sorumluluk arasındaki diyalektiği silikleştirir. Arendt’in vurguladığı üzere, kötülük kavramı çoğu zaman yumuşatılarak “düşüncesizlik” ile işlenir ya da ortaklaştırılır.

Bu söylem, faili belirsizleştirerek, somut siyasal ve hukuki sorumlulukları erozyona uğratır. Örneğin, ekolojik krizde “hepimiz suçluyuz” denilerek, fosil yakıt şirketlerinin yapısal şiddeti veya devletlerin denetimsiz politikaları görünmez kılınmaktadır. Buradaki tehlike, gerçek faili kamufle eden bir “ortaklık” illüzyonu yaratmasıdır. Küresel ısınmanın sorumlusu olarak sıkça “tüketim toplumu” ve bireylerin “aşırı tüketim alışkanlıkları” gösterilir.

Elbette, bireysel tüketimin etkileri yadsınamaz. Ancak, fosil yakıt endüstrisinin devasa emisyonları, ormansızlaştırma politikaları ve sürdürülebilir enerjiye yapılan yatırımların yetersizliği gibi yapısal sorunlar görmezden gelinirse, suçu sulandırmış oluruz…

“Hepimiz suçluyuz” demek, iktidarların ve büyük şirketlerin sorumluluğunu hafifletmek, hatta onları aklamaktır. Bu söylem, modernitenin yarattığı tahribatı bireylerin omuzlarına yükleyerek, sistemin kendisini aklamasına hizmet eder.

Aynı durum, artan gelir eşitsizliği için de geçerlidir. Neo-liberal politikaların, vergi düzenlemelerinin ve küreselleşmenin yarattığı eşitsizlikler yerine, “herkesin daha çok kazanmak istememesi” gibi bireysel motivasyonsuzlukla suçlandığı bir ortam yaratılır.

Bunun dışında “Hepimiz daha fazlasını istiyoruz, bu yüzden hepimiz suçluyuz” argümanı, iktidarların uyguladığı politikaların sonuçlarını görmezden gelmek, hatta bu politikaları meşrulaştırmaktır. Bu söylem, modernitenin “bireysel başarı” mitini kullanarak, sistemin yarattığı adaletsizlikleri gizler..

“Hepimiz suçluyuz” söylemi, siyasal iktidarlar için de kullanışlı bir araçtır. Yolsuzluk, hukuksuzluk veya insan hakları ihlalleri gibi durumlarda, “sistemde sorun var, hepimiz bu sistemin bir parçasıyız” denilerek, sorumluluk dağıtılır ve hesap verebilirlik ortadan kaldırılır. Bu söylem, iktidarın eylemlerini meşrulaştırmak ve eleştirileri etkisizleştirmek için kullanılır.

Söylem birtakım etik problemleri de içermektedir. Emmanuel Levinas etiği “Öteki’nin yüzüyle kurulan ilişki” olarak tanımlar. Kolektif suçluluk, bu ilişkiyi “hepimiz” genellemesiyle silerek, Öteki’nin somut acısını soyutlaştırır. Örneğin, savaş suçlarında “tarafların eşit suçu” argümanı, mağdurun travmasını politik bir pazarlık nesnesine dönüştürür. Bu, Adorno’nun “yanlış hayatın doğru yaşanamayacağı” uyarısını hatırlatır: Suçu genelleştirmek, adaletin yerini psikolojik bir rahatlamaya bırakır.

Kolektif suçluluk yerine, Judith Butler’ın “kırılganlık” ve “karşılıklı bağımlılık” kavramları üzerinden yeni bir sorumluluk etiği inşa edilebilir. Bu, bireyin fail olma potansiyelini kabul ederken, iktidar yapılarını dönüştürme iradesini de içerir. Örneğin, Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, suçu bireyselleştirerek kolektif travmayı onarmaya çalışmıştır. Benzer şekilde, ekolojik adalet mücadelesi, şirketlerin hesap verebilirliğini talep ederken, bireyleri de “ortak yaşam” bilinciyle harekete geçirir.

Peki, bu söyleme nasıl karşı koyabiliriz? Öncelikle, suçu sulandırmadan, sorumluluğu net bir şekilde belirlemeliyiz. İklim krizinde fosil yakıt şirketlerinin, gelir eşitsizliğinde neo-liberal politikaların ve yolsuzlukta iktidar sahiplerinin sorumluluğunu açıkça dile getirmeliyiz.

Ayrıca, modernitenin ve iktidarın yarattığı sorunları bireylerin üzerine yıkma eğilimine karşı çıkmalıyız. Bireysel eylemlerin önemini inkar etmemekle birlikte, asıl değişimin sistemik düzeyde gerçekleşeceğini unutmamalıyız. Siyasal iktidarların hesap vermesini sağlamak, adaletsiz sistemleri değiştirmek ve daha adil bir toplum için mücadele etmek, “hepimiz suçluyuz” söyleminin panzehridir.

YORUM YOK

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Exit mobile version