Ana Sayfa yazılar iktibas Bölgesel Güç Türkiye: Askeri-İktisadi Dış Politika – İsmet Akça & Barış Alp...

Bölgesel Güç Türkiye: Askeri-İktisadi Dış Politika – İsmet Akça & Barış Alp Özden

Reklamlar

21. yüzyılla birlikte Türkiye dış politikası hiç olmadığı kadar siyasal gündemin merkezine oturdu. Türkiye’nin dış politikada özerklik kapasitesini arttırma ve bölgesel bir güç haline gelme arayışı 2002’den beri iktidarda olan AKP dönemine damgasını vurdu. Dış politika ekonomik yatırımlar, dış ticaret, pazar ve finansal kaynak arayışı çerçevesinde iktisadi-ticari çıkar dizgesine çok daha fazla oturur hale geldi. 2013 sonrası bu arayış dış politikanın gitgide militarizasyonuna ve hegemonik Batı bloğu hattından uzaklaşmalar ve geri dönüşlerle dolu zikzaklı bir çizgiye de evrildi. En genelinde bu uzun soluklu stratejik değişim, uluslararası sistemdeki hegemonya boşlukları ve emperyalist güçler arasındaki rekabetin kızışması sayesinde oluyor ve bu halden yararlanmayı amaçlıyor.

Türkiye’nin bölgesel güç olma arayışı 1990’ların başına kadar geri gitmekte. ANAP’ın kurucu lideri Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı sırasında yaşanan iki kırılma Özal’ın o dönemki ifadesiyle “Türkiye’nin önünde hacet kapıları açılmıştır” dedirtmişti. Bu gelişmelerden küresel ölçekli olanı 1991’de SSCB’nin dağılması, bölgesel ölçekli olanı ise 1990-1991’de Birinci Irak Savaşı idi. Bu iki gelişme Türkiye’de iktidar bloğu (kapitalist sınıf, devlet elitlerinin önemli bir kısmı ve siyasal alanda ANAP-Özal sağ siyaset çizgisi başta olmak üzere hemen hemen tüm parlamenter müesses nizam partileri) açısından ABD hegemonyasındaki Batı bloğu ile uyumlu bir bölgesel güç olma arzusunu tetikledi. Ancak 1990’lı yıllara damgasını vuran hegemonya krizi, Kürt meselesinin militarizasyonu, siyasal İslamcılığın yükselişi ve devlet krizinin yarattığı boşluğun ordu merkezli bir Neoliberal Milli Güvenlik Devleti ile doldurulması iktidar bloğuna dışarıya dönük güçlü hamleler yapma fırsatını fazla tanımadı. 1990’larla başlayan Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanlar’da bölgesel güç olma stratejik yönelimi kesintisiz bir biçimde devam etmekle birlikte, büyük atılım 2002’de AKP’nin iktidara gelmesinden sonra gerçekleşti. 2003’te ABD liderliğindeki çokuluslu askeri koalisyonun Irak’ı işgali ve Saddam rejiminin devrilmesi tüm bölgede ilerleyen yıllara yayılacak bir değişim ve yeniden yapılanma sürecinin de başıydı.

AKP, 1990’larda yaşanan hegemonya krizini neoliberal popülist bir hegemonya projesiyle aşmayı başardı ve kapsayıcı bir hegemonya sağladı. AKP’nin neoliberal popülist hegemonya projesi ikinci kuşak neoliberal kurumsal-yasal düzenlemeleri de içeren neoliberal ekonomi politikaları, neoliberal bir sosyal ve finansal içerme politikası, otoriter bir emek rejimi, sivilleşmeye eşitlenmiş bir siyasal reformculuk, AB adaylığı ve ABD ile uyumlu bir pozisyon üzerinden bölgesel güç olmayı hedefleyen bir dış politika gibi sacayaklarını birbirine eklemledi. AKP, ABD ve Batı bloğu tarafından Ortadoğu’ya “ılımlı İslam” şeklinde rol model olarak sunuldu. Bu uyumlu ilişki AKP’ye, Türkiye’nin kendi çevresindeki coğrafyada bölgesel güç olma arayışında da ciddi bir alan açtı.

Özellikle 2013 sonrası dönemde ise, Türkiye’nin dış politikası daha özerk ama zikzaklarla dolu hale geldi, askerileşti, sert güce olan bağımlılığı arttı. Arap Baharı sırasında hala Ortadoğu’ya rol model olarak sunulan Türkiye, özellikle, 2013’ten ABD ile gerilimli bir dış politika çizgisine geçti. Buna yol açan unsurlar, Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarına yönelik Sisi liderliğinde 2013’te gerçekleşen ABD destekli darbe sonrası Türkiye’nin Müslüman Kardeşler çizgisine bağlı kalması, Suriye’de iç savaş sürecinde çeşitli radikal İslamcı yapılarla vekâlet ilişkisi geliştirmesi, ABD’nin de IŞİD’e karşı Suriye sahasında Kürt hareketi (PYD, YPG) ile işbirliğini tercih etmesi idi.

Türkiye Kapitalizminin Dinamikleri ve Coğrafi Yayılma

Türkiye’nin bölgesel güç olmaya yönelik daha özerk ve aynı zamanda krizlerle, yalpalamalarla dolu yeni dış politikası, çoğunlukla AKP kadrolarının ideolojik çizgisine referansla, yeni-Osmanlıcılık gibi kavramlarla ele alınıyor. Hiç şüphe yok ki bir çeşit İslami milliyetçiliğe dayalı ideolojik bir bakış ve söylem, devletlerarası ilişkilerden yurtdışındaki eğitim-okul hamlelerine ve dizilerin ihracına dayalı kültür endüstrisi alanına kadar bölgesel güç olma arayışının önemli bir sacayağı. Ancak Türkiye dış politikasındaki bölgesel güç olma yönelimini ne salt ideolojik faktörle ne de AKP’nin lider kadrosunun kişisel arzu ve dengesizlikleriyle açıklayabiliriz.

Türkiye’nin bir bölgesel güç olarak inşası ve buna uygun dış politika her şeyden önce Türkiye kapitalizminin 1990’lardan itibaren derinleşerek devam eden dinamikleriyle alakalı. Her ne kadar sermayenin organik bileşiminin zayıflığı, yani teknolojik üretkenliğe dayalı göreli artı değer üretim kapasitesi açısından zayıflığı, hala geçerli olsa ve Türkiye üretken sermayesi mutlak artı değer üretimine, başka deyişle ucuz emeğin aşırı sömürüsüne dayansa da, mal ve hizmet üretimi açısından ve sermaye birikimi açısından Türkiye kapitalist sınıfının önemli kesimlerinin uluslararasılaşma ihtiyacı ve dinamiği de bir gerçekliktir. Türkiye’yi daha atak ve agresif bir dış politikaya iten esas dinamik burada yatmakta.

Kansu Yıldırım bu meseleyi çok derli toplu şekilde şöyle formüle ediyor:[1]

Türkiye kapitalizmini bugünkü dinamizmine kavuşturan üç yapısal aks bulunur. Birinci aks, emperyalist bloklar arasındaki gerilimlere ve rekabete adapte olmaya çalışan dış politika ile bunu tamamlayan bölgesel askeri stratejilerdir. İkinci aks, Türk menşeli üretken sermayenin uluslararasılaşmasını, başka coğrafyalara yayılışını hızlandıran ekonomi politikaları ile bunu tamamlayan ticaret anlaşmalarıdır. Üçüncü aks, ulusal sınırlar içerisindeki üretim kapasitesini ve çalışma ilişkilerini belirleyen sermaye birikim rejimidir.

Sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması doğrultusunda şekillenen, Türkiye kapitalizminin manevra alanını genişleten (veya duruma göre daraltan) bu aksların tümü eş güdümlü işler. Bu eş güdüm, Türk şirketlerin meta ve hizmet ihracatını kolaylaştırırken, üretimlerini başka ülkelere kaydırmalarına, sermaye ve teknoloji transferi yapmalarına imkân sağlar.

AKP’nin Ortadoğu ve Afrika’ya olan ilgisi de öncelikle ekonomik bir ilgi olarak başladı. Bu nedenledir ki Arap Baharı daha bölgenin jeopolitikasını değiştirmeden önce, dış politikasında ekonomik rasyonaliteyi daha çok ön plana çıkaran pragmatik bir devlet oluşumunu ifade etmek için Türkiye’nin bir “ticaret devleti”ne dönüştüğü çokça ifade edildi. Hükümete yakın sermaye örgütleri MÜSİAD ve özellikle Gülen cemaatinin organize ettiği TUSKON tarafından temsil edilen sermaye fraksiyonu, AKP iktidarında kazandığı siyasi-sembolik gücü ekonomik alanda da bir manivela olarak kullanmak üzere Türkiye’nin Afrika ve Avrasya “açılımları”nın öncüleri oldu. Türkiye, küresel krizin 2009 yılından sonra Avrupa’ya doğru yayılması sonucunda hem AB bölgesine ihracatının daralması hem de iç pazarın yetersizliği karşısında bölgesel pazarların öneminin daha da arttığını çok çabuk kavradı. Ticaret ve yatırımlarda Afrika ve Ortadoğu’ya yönelim 2009’un hemen arkasından belirgin bir biçimde güçlendi.

Diğer yandan ABD ve Çin arasındaki rekabetin büyümesi ile ortaya çıkan hegemonya boşluğu, bir dizi Afrika ve Ortadoğu ülkesi açısından, ABD ve AB gibi yerleşik hegemonik güçlerle mevcut ilişkilerini de koruyarak, kalkınma ve güvenlik alanları başta olmak üzere, Türkiye ve Körfez ülkeleri gibi orta dereceli güçlerle seçici bağlar geliştirmelerine imkân sağlıyordu. Son yıllarda hem gelişen bir pazar olması dolayısıyla ekonomik açıdan hem de önemli ticaret yollarına ve yüksek teknoloji ürünlerinin imalatında kullanılan minerallere ev sahipliği yapması dolayısıyla jeostratejik açıdan çok önem kazanan Afrika örneğine daha yakından bakabiliriz. Çin’in Afrika’nın en büyük ikili ticaret ortağı ve altyapı yatırımcısı haline gelmesi, Rusya’nın silah satışları ve askeri işbirliği anlaşmalarıyla son on yılda bölgedeki varlığını ve nüfuzunu geliştirmesi, ABD ve AB’yi giderek daha zorlamaya başladı. Bu güçler her ne kadar yenilenebilir enerji projeleri ve teknoloji yatırımlarıyla konumlarını korumaya çalışsalar da Çin ile kıyaslandığında ekonomik üstünlüklerini yitirmeye başladılar.

Afrika örneğinde çok bariz görünen bu çok kutupluluk, kıta dışı orta derece güçlere oldukça geniş bir hareket alanı açtı. Türkiye, Brezilya, Körfez ülkeleri, Hindistan gibi güçlerin Afrika’daki etkilerini artırmaları, kıta ülkelerinin zaviyesinden büyük güçlerin rekabetini dengelemeye yardımcı olumlu bir gelişme olarak görüldü. Diğer yandan, orta dereceli güçlerin Afrika’ya artan ilgisi emperyalist sistemin bütünüyle aleyhine bir gelişme olarak da görülmemeli. ABD ve AB ülkelerinin sermayeleri, devasa yatırımları ve artan ticaretiyle Çin’le rekabette geri kaldıkça, daha rahat ortak girişimlerde bulunabilecekleri orta dereceli güçlerin sermayeleri ile Afrika pazarında etkinlik kurmak isteyebiliyorlar. Aynı şekilde ABD ve AB üyesi devletler açısından, örneğin Türkiye veya Körfez ülkelerinin kıtada siyasi ve askeri ilişkiler geliştirmesi, Çin ve Rusya’nın nüfuzunu sınırlaması açısından tercih ediliyor.

Afrika örneği Türkiye’nin küresel sistem içindeki arayışları açısından da iyi bir örnek. Türkiye’nin üretim alanındaki sermaye gruplarının uluslararasılaşması diyebileceğimiz süreç, birbiriyle etkileşim halindeki ticaret anlaşmaları, askeri anlaşmalar ve askeri güç kullanımı veya kullanma tehdidi mekanizmalarını içeren atak bir dış politika ile mümkün kılınmakta. Türkiye’nin Afrika’yla dış ticareti 2003 yılında 5,4 milyar dolarken, 2023 yılı itibarıyla 40 milyar dolara çıktı. İhracat ölçeği de 2,1 milyar dolardan 22 milyar dolara yükseldi. Kıta ile ticaret hacmi 7,5 kat, Sahra Altı Afrika ile 11,3 kat arttı. DEİK verilerine göre, Türk şirketlerin Afrika’daki yatırımlarının ve pazar paylarının büyüklüğü 10 milyar dolar olup, Afrika’daki doğrudan yatırım tutarları 2003 yılında 100 milyon dolardan 2021 yılında 6,7 milyar dolara yükseldi. Tekstil, konfeksiyon, inşaat, ulaştırma, demir-çelik, enerji, elektrik, beyaz eşya sektörlerinde büyük sermaye ve müteahhit firmalar 100 milyar doları aşan bir büyüklüğe erişmiş durumda. Altyapı yatırımlarından eğitim alanındaki faaliyetlere kadar yaygın bir hamle söz konusu.[2]

Dış Politikanın Militarizasyonu

Türkiye’nin bölgesel güç olma arayışı aynı zamanda ciddi biçimde askeri yollarla da gerçekleşiyor. Dış politikada askeri gücün varlığı ve kullanımı çok daha belirleyici hale geldi. 2021 yılı itibariyle, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 355.000 mensubundan yaklaşık 50.000 ila 60.000’i Türkiye sınırları dışında görev yapmaktaydı.[3] Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs, Arnavutluk, Afganistan ve Kosova’da uzun bir askeri tesis geçmişi var. Yakın zamanda Katar, Somali, Azerbaycan, Irak, Suriye ve Libya’da da askeri üsler kurdu. Suriye, Irak ve Libya’da aktif olarak askeri operasyonlar yürütmekte ve Dağlık Karabağ sorununa müdahil olmakta. NATO, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin misyonlarının yanı sıra Arnavutluk, Azerbaycan ve Sudan ile yapılan savunma işbirliği anlaşmaları mevcut. 2006 yılında ulusalcı bir amiral olan Cem Gürdeniz’in ortaya attığı Mavi Vatan olarak bilinen savunma ve dış politika paradigmasını Erdoğan yönetimi sahiplendi. Buna göre, Ege, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki deniz alanları üzerinde askeri denetim, özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarına erişim ve kontrol açısından bir hedef olarak konmakta. Sonuç olarak Türkiye, dış politika girişimlerini geliştirmek için askeri yeteneklerini giderek daha fazla kullanmakta.

Dış politikanın militarizasyonunun arkasında iki dinamik yatıyor. Birincisi, daha güvenlik eksenli bir dinamik ve esas olarak Kürt meselesinin seyriyle şekilleniyor. Başka bir yazıda da ifade ettiğimiz gibi “7 Haziran 2015 sonrası süreçte devlet Kürt meselesinin silahlı çatışma boyutunu Türkiye sınırları içinde bitirmiş ve bu boyutu dışsallaştırmıştır. Bir başka deyişle, Kürt meselesinin militarizasyonu komşu iki ülkeye ihraç edilmiştir. Bu tarihten itibaren devletin güvenlik algı ve değerlendirmelerinde bu mesele artık Suriye ve Irak merkezlidir.”[4] Suriye’de iç savaşın büyümesi ve özerk bir Kürt yönetim bölgesinin kurulması, Irak’taki PKK varlığı ile de birleşince, 2014’ten bu yana Türk devleti açısından bir sınır ve ulusal güvenlik sorunu olarak tarif edildi. Türkiye hem Irak ve Suriye’de askeri operasyonlar[5] gerçekleştirdi hem de özellikle Suriye’de askeri olarak konuşlandı ve sınırının ötesinde belirli bir bölgeyi askeri ve siyasi olarak kontrol eder hale geldi.

İkinci dinamik ise Türkiye sermayesinin bölgesel pazarlara yönelik 2000’li yıllar boyunca yükselen ilgisinin giderek daha fazla askeri-güvenlik alanlarındaki genişlemeyi de gerektirmesi. Buna yol açan küresel bağlam ise özellikle 2008 sonrası dünya ekonomisinin içine girdiği uzun dönemli durgunluk koşulları içinde gelişen büyük güçler arasındaki rekabetin belirleyiciliği. Özellikle son on yılda tüm dünyada ekonomik ilişkilerin güvenlik alnındaki işbirlikleriyle daha fazla ilintili bir biçimde geliştiğini görüyoruz.

Silah sanayi, Türkiye’de hakim sermaye gruplarının çıkarlarını karşılamak için askeri güç kullanımına giderek daha fazla dayanan bir dış politika ve ticaret stratejisinin önemli bir boyutunu oluşturmakta. Ukrayna, Dağlık-Karabağ, Libya vb. savaş alanlarına veya silah sanayi kapasitesi düşük ülkelere yapılan silah ihracatı Türkiye’nin bölgesel etki kapasitesini artırma aracı olarak işlev görmekte. Buna askeri eğitimler, savunma işbirlikleri, askeri üsler vb. de eklendiğinde, tüm bu askeri-politik ilişkiler hem silah sanayi hem de diğer sermaye grupları açısından yeni ticaret ve yatırım alanları oluşturmakta.

Türkiye, örneğin Afrika’daki ekonomik varlığını aynı zamanda 2008’den beri genişlettiği askeri varlığı ile de sağlıyor. Bu varlığın bir yönü silah satışları ile ilgili. Türkiye özellikle 2021 ve 2022 yıllarında birçok ülkeye Bayraktar TB-2 İHA’lar, gözetleme sistemleri, zırhlı araçlar ve personel taşıyıcıları sattı. Bunun sonucunda Afrika’ya savunma ve havacılık ihracatı, bir önceki yıl 82 milyon dolar iken 2021 yılında 460 milyon dolara ulaştı. Afrika kıtasının 48 ülkesini kapsayan Sahra Altı Afrika bölgesine silah satışları özellikle gelişti. Türkiye, Sahra Altı Afrika’ya yüzde 6,3 ile en çok silah tedarik eden dördüncü ülke haline geldi.[6]

Türkiye’nin Afrika’daki askeri varlığının diğer bir önemli boyutu, son yıllarda sayısı hızla artan eğitimler, güvenlik anlaşmaları ve askeri tesisler. Türkiye’nin Cezayir, Burkina Faso, Cibuti, Gabon, Gambiya, Gana, Gine, Fildişi Sahili, Libya, Madagaskar, Mali, Moritanya, Nijer, Nijerya, Ruanda, Senegal, Somali, Sudan, Tanzanya ve Tunus ile güvenlik personeli eğitim anlaşmaları bulunmakta. Bu anlaşmalardan bazıları, Türkiye’nin Libya ve Somali’de olduğu gibi eğitim tesisleri açmasına da imkân veriyor. Eğitim programları, ordu, jandarma, sahil güvenlik ve polis güçleri dahil olmak üzere güvenlik aygıtının farklı birimlerine yönelik gerçekleşiyor. Türkiye’nin güvenlik anlaşmaları eğitim programlarının ötesine de geçmekte. Eğitim, teknik ve bilimsel işbirliğini kapsayan askeri çerçeve anlaşmaları gibi kapsamı daha geniş olan güvenlik işbirliği anlaşmalarının sayısı da giderek artmaktadır. Toplamda 30 Afrika ülkesi Türkiye ile güvenlikle ilgili farklı türde anlaşmalar imzalamış durumda.

Sonuç yerine

Dünya emperyalist sistemindeki bunalımın belki de en çok orta dereceli güçler açısından bir etkinlik alanı açtığı söylenebilir. Zira emperyalist konumların görece sabitliğine karşılık, alt-emperyalist konumlar farklı dönemlerde farklı ülkeler tarafından işgal edilebilir. Bu nedenle söz konusu devletlerin dünya sistemi içinde oynamaya soyundukları rol tahlil edilirken sadece bu sistem içindeki etkinliklerine değil, bu ülkelerin özgün kapitalist gelişmelerine, iç toplumsal ve sınıfsal ilişkilerine de bakmak gerekir. Bu açıdan Türkiye kapitalizminin gelişim dinamikleri, sermaye birikiminin ulaştığı aşama, kapitalizmin küresel krizi ve Türkiye iç piyasasının sınırları kapitalist sınıfın ekonomik veya politik olarak hakim kesimlerinin uluslararasılaşma ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Bu da bölgesel güç olmaya yönelik bir askeri-iktisadi dış politikayı hakim kılmıştır. Türkiye’nin aktif ve yayılmacı bölgesel politikalar sürdürmesinin bağımlı kapitalist ekonomisinin yapısal zayıflıklarını ne ölçüde telafi edebileceği, devlet aygıtının kapasitesi ve bölgesel ve küresel güç ilişkilerindeki değişimler gibi faktörler tarafından koşullandırıldığına kuşku yoktur. Ancak yine de Türkiye’nin kapitalist birikim süreçlerinin ihtiyaçları, küresel ekonomiyle eklemlenme biçimi ve bunun iç toplumsal formasyonunda yarattığı yapısal dönüşümlerin ve çelişkilerin, onun emperyal heves ve arayışlarına süreklilik kazandıracağını söylemek gerekir.

[1] Kansu Yıldırım, “Afrika’daki Türk şirketlerin egemenliği ve devlet biçimi”, https://www.evrensel.net/yazi/95320/afrikadaki-turk-sirketlerin-egemenligi-ve-devlet-bicimi
[2] Kansu Yıldırım, “Afrika’daki Türk şirketlerin egemenliği ve devlet biçimi”,  https://www.evrensel.net/yazi/95320/afrikadaki-turk-sirketlerin-egemenligi-ve-devlet-bicimi; Cihan Çelik, “Üsler, limanlar, yollar, okullar: Afrika’da Türkiye’nin büyüyen izi”,  https://www.evrensel.net/haber/524769/usler-limanlar-yollar-okullar-afrikada-turkiyenin-buyuyen-izi.
[3] Ali Kemal Erdem, “Her yedi askerden biri sınırların ötesinde: TSK’nın yurtdışındaki gücü elli bini aştı”  https://www.indyturk.com/node/316736/her-yedi-askerden-biri-s%C4%B1n%C4%B1rlar%C4%B1n-%C3%B6tesinde-tskn%C4%B1n-yurtd%C4%B1%C5%9F%C4%B1ndaki-g%C3%BCc%C3%BC-50-bini-a%C5%9Ft%C4%B1
[4] İsmet Akça, “İktidar Blokunun Hamlelerini Anlamak: İç ve Dış Siyasetin ve Dahi Muhalefetin Dizaynı”, https://www.ayrim.org/guncel/iktidar-blokunun-hamlelerini-anlamak-ic-ve-dis-siyasetin-ve-dahi-muhalefetin-dizayni/
[5] Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı, Ocak 2018’de Zeytin Dalı, Şubat 2020’de Bahar Kalkanı, Ekim 2020’de Barış Pınarı Harekâtları gerçekleştirilerek Suriye’nin kuzeyinde önemli bir alana TSK konuşlandırıldı. Mayıs 2019’dan 2022’ye kadar yayılan Pençe Harekâtları da Irak’a yönelikti.
[6] Cihan Çelik, “Üsler, limanlar, yollar, okullar: Afrika’da Türkiye’nin büyüyen izi”,  https://www.evrensel.net/haber/524769/usler-limanlar-yollar-okullar-afrikada-turkiyenin-buyuyen-izi.

YORUM YOK

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Exit mobile version