Ah burjuvazi; Sen ne kadar iki yüzlüsün….
Burnu ekonomik krizlerde sürten Neoliberalizm, hala kurtuluşu kendi kentlerinin inşasına devam ediyor…
Nasıl feodal iktidar, kendi şatolarını, kalelerini yaptıkları gibi Neoliberalizm de bütün kentlerin ortasına dikilmiş kuleleri, gökdelenleri ile kente kimin hakim olduğunu gösteriyor. Hepsinin kapısında yoksul mahallelerden tutulmuş güvenlik görevlilerinin beklediği, etrafı yüksek duvarlar, elektrik telleri ve mutlaka ki kameralarıyla çevrili steril siteler, hijyenik surlarla çevrili, alışveriş merkezleri ve yeni egemenin şatolarından başka bir şey değil.
Tarihçiler hiç hesaba katmasa da geçmişte, kaleler ve şatolar, esas olarak, dış düşmanı durdurmak için değil, çirkin görkemi ve kızgın yağ bulaşmış imkansızlık duygusuyla, halkın isyanını durdurmak için yapılmıştır. Koruma gücü kocaman çirkinlikleriyle doğru orantılıdır. Yani ne kadar büyük ve çirkin yaparsanız, o kadar çirkin bir iktidarın mümessilisinizdir.
Neoliberalizmin esas oğlanı, finans dünyasının şatoları, camdan kuleleri de aynı işlevi görür ve hiç kimse 20-30-40 katta ne iş yapıyorsunuz abi siz ya diye sormaz. O kadar paranız var mıdır sahiden orada saymak için? Ya da odaların büyüklüğü ve sahte serinlik ve küresel ısınma yaratan klimaların üflemeleri içinde, birbirinize yeni takım elbiselerinizi ve döpiyeslerinizi ve bilmediğim ve hiç giymediğim bir sürü şeyinizi sergilemek için midir uzun koridorlar ve birbirinizi süzdüğünüz 30-40 kat asansörleri?
Oralardan bugünün dünyasının etiketleri, altın ve platin kredi kartları, toplama kamplarının yakamıza iliştirilmiş sarı yıldızları dağıtılır. Oralarda ne kadar borcumuz için, ne kadar haciz gidileceği hesaplanır ve oralardan bir düğme basımı alışverişlerle, borsa denen kumarhanede, hiç dahil olmadığımız, önünden bile geçmediğimiz binalarında ki yapılan alışverişle, cebimizde ki para eksilir.
Her sabah uyandığımızda, neden Tokyo, New York, Londra ya da bilmem nere borsasında ki yükseliş ve düşüşler, bizim ekmeği ne kadar pahalı yiyeceğimiz belirler ?
Yani şeytanın kuyusudur oralar ama bütün bunları yapabilmek için bile çok büyüktürler. Amaçları sadece anlattıklarımı yapabilmek için bir yer değil, aynı ortaçağ şatoları gibi kendi halkına karşı büyük ve yıkılmaz görünen, firavun mezarları inşa etmektir.
Ülkede adına ‘Kentsel Dönüşüm’ dedikleri yoksulların kentlerden sürülmesi yani Neoliberalizmin kendi kentini inşa etmesi dünyada da devam ediyor ve bu yaşanılanlar benim hep gördüğüm filmler!
Brezilya’da yoksullar önce köylerinden edildiler, ardından kentin kıyısından bucağından sürüldüler.. Uzmanların ve müteahhitlerin dünyası, onları yok sayıyordu. Onların öyle bir formülleri vardı ki bir türlü denk gelmiyordu. Bir yandan birilerinin sokakları süpürmesi, güvenlik kapılarında beklemesi ve o yüksek duvarları örmeleri gerekiyordu ama öte yandan bunu yapanların o şehirde yaşamamasını istiyorlardı.
‘Ah o gecekondularda nasıl yaşıyorlar’ diyerek, bir de dudak kıvırıyorlardı sanki bunun nedeni, onlar değilmiş gibi. Buruşturulmuş yüzler eşliğinde kendi evlerini temizleyenlerin, evlerinin kirli olduğundan bahsediyorlardı…
Ah burjuvazi; Sen ne kadar iki yüzlüsün….
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Bazı cümleleri anlayamadıysam da, yazı anlam olarak günümüzü ifade eder; teşekkürler!