Ana Sayfa yazılar iktibas ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası – Yusuf...

‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası – Yusuf Karadaş

Reklamlar

Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Lavrentiyev’in Türkiye’yi Suriye’de “işgalci ülke” olarak nitelemesi, Erdoğan iktidarının Suriye’deki varlığı ve Ortadoğu’daki pozisyonu konusunda daha fazla zorlanacağı bir döneme girilmekte olduğunu haber veriyor. Bugün devamının nasıl geleceği/getirileceği belirsiz olsa da Devlet Bahçeli’nin Öcalan ve Kürt sorunu konusunda yaptığı açıklamaların arkasında da yeni döneme dair kaygıların ve bu dönemi fırsata dönüştürme arayışlarının belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Trump’ın başkanlık görevini devralmasından sonra ABD’nin özellikle Ukrayna savaşı ve İran konusunda hangi adımları atacağı, yeni dönemin şekillenmesinde belirleyici bir rol oynayacak.

Ağustos 2022’de Soçi’de yapılan görüşmede Rusya Lideri Putin, Suriye Kürtlerine karşı operasyon için kapısını çalan Erdoğan’a muhatap olarak Suriye Lideri Esad’ı göstermişti. Putin’in işaretinden sonra Erdoğan ve iktidar cephesinden Esad ile görüşme ve Suriye ile “normalleşme” yönünden açıklamalar gündeme gelmiş ve bu kapsamda Rusya’nın ara buluculuğunda bakanlıklar düzeyinde bazı temaslar da gerçekleşmişti. Ancak Esad yönetiminin Türkiye ile siyasi ilişkilerin yeniden kurulmasını Suriye’deki işgalin sona erdirilmesi ve cihatçı gruplara verilen desteğin kesilmesi koşullarına bağlaması, “normalleşme” derken bile aklında Kürtlere karşı yeni operasyon yapmak olan Erdoğan iktidarının hesaplarını bozmuştu.

Erdoğan’ın umudu kendisiyle görüşme konusunda Putin’in Esad’a baskı yapmasıydı. Erdoğan bu beklentisini geçtiğimiz ay Rusya’da yapılan BRICS zirvesinin dönüşünde yaptığı “Sayın Putin’e, Beşar Esad’ın bizim çağrımıza vereceği cevabın temini noktasında bir adım atması çağrımız oldu” açıklamasıyla bir kez daha ortaya koymuştu.

Bu noktada Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Lavrentiyev’in “Her şeyin adını doğru koyalım: Prensipte işgalci bir ülke gibi hareket ediyorlar. Bu yüzden, Şam’ın, Türkiye’den birliklerini çekme konusunda belirli garantiler almadan diyaloğa girmesi çok zor” açıklamasını Erdoğan’ın çağrı ve beklentisine verilmiş bir yanıt olarak okumak gerekiyor. TASS haber ajansına verdiği röportajda Türkiye’nin cihatçı gruplarla ilişkilerine de değinen Lavrentiyev’in açıklamalarında dikkat çeken bir diğer nokta da İdlib’deki HTŞ ve Ukrayna istihbaratı arasında bir ilişki ve iş birliği olduğu iddiasını gündeme getirmesiydi. Suriye yönetimi ve Rusya’ya yakın haber ajansları da geçtiğimiz aylarda Ukrayna Savunma Bakanlığı Askeri İstihbarat Dairesi (GRU) Başkanı Kirill Budanov’un İdlib’de Rusya’yı çatışmaların içine çekmek için HTŞ Lideri Ebu Muhammed Colani ile ilişki halinde olduğu iddiasında bulunmuştu. Türk askerinin el Kaide’nin devamcısı HTŞ’ye kalkan yapıldığı İdlib’le ilgili Lavrentiyev tarafından gündeme getirilen iddia, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin buradaki askeri varlığının da kaçınılmaz bir biçimde tartışma konusu haline geleceğini gösteriyor.

Lavrentiyev’in açıklamaları, Rusya’nın önümüzdeki dönemde Ukrayna savaşı ve Suriye dosyasını birlikte ele alacağına işaret etmesi bakımından da önem taşıyor. Bilindiği gibi Erdoğan iktidarı, Ukrayna savaşının bitirilmesi konusunda Ukrayna ve Rusya arasında ara buluculuk yaparak hem Rusya ve hem de Ukrayna’yı destekleyen ABD-AB karşısında hareket alanını genişletmek istiyor. Özellikle Trump’ın savaşı bitirme konusundaki açıklamaları, Erdoğan iktidarını ara buluculuk rolünü üstlenme konusunda daha da hevesli hale getiriyor. Ancak Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Ukrayna’ya silah satışını sürdüren Türkiye’nin ara buluculuk rolüne soyunmasını “şaşkınlık verici” bulması, bu manevrayı boşa çıkarmanın ötesinde Rusya’nın Suriye sahasında da Türkiye’ye karşı tutumunun değişebileceğinin sinyallerini veriyor.

Trump ve yeni kabinesinin İsrail siyonizmine açıktan destek verdiğine/vereceğine şüphe yok. Ancak Çin’i öncelikli tehdit olarak gören Trump’ın Ukrayna’da Rusya ile olası uzlaşısının, İsrail saldırganlığının gerilim ve belirsizlikleri arttırdığı bölgeye de (Ortadoğu) kaçınılmaz biçimde yansımaları olacaktır.

Trump’ın Ortadoğu’daki önceliğini ister İsrail saldırganlığı ve ister Rusya ile sınırlı bir uzlaşı üzerinden İran’ın bölgesel gücünü sınırlamak oluşturuyor.

Bu politikayla bağlantılı olarak, Türkiye’nin bölgesel pozisyonu konusunda şunları söylemek gerekiyor:

Trump, önceki başkanlık döneminde Ortadoğu’yu “Yüzyılın Anlaşması” adını verdiği Filistin’indeki İsrail işgalini meşrulaştırma planı ve bu planın devamı olarak İsrail ve iş birlikçi Arap rejimleri arasındaki İbrahim/Abraham anlaşmaları üzerinden şekillendirmeye yönelik bir politika izlemişti. Biden döneminde de devam ettirilen bu politika, bölgenin yeniden şekillendirilmesinde Türkiye’yi ikincil önemdeki bir aktör pozisyonuna düşürüyor.

ABD emperyalizminin İsrail saldırganlığını bölgeyi dizayn etmenin aracına dönüştürmesi karşısında Bahçeli’nin sözcülüğüne soyunduğu ülkedeki burjuva gericiliğin son dönemde bu kadar telaşa kapılmasının arkasında da bu gerçek bulunuyor. Başka bir deyişle Erdoğan iktidarının son dönemlerde İsrail tehdidini yüksek sesle dillendirmesinin nedeni İsrail’in Türkiye’ye saldırması ihtimalinden değil, bu saldırganlık üzerinden kurulması amaçlanan bölgesel düzenin Türkiye’yi ikincil önemde bir aktör pozisyonuna düşürmesinden kaynaklanıyor.

İsrail’in yeni Dışişleri Bakanı Saar’ın Kürtlerin İsrail’in “doğal müttefiki” olduğunu söylemesi ve “Kürtlere ulaşmalı ve onlarla bağlarımızı güçlendirmeliyiz” açıklamasını yapmasını da İsrail’in bölgenin yeniden dizaynında üstlenmeye çalıştığı rolden bağımsız düşünmemek gerekiyor. Çünkü ABD ve İsrail, Kürtlerle kurulan ilişki ve iş birliğini hem Irak’ta İran etkisini sınırlamak ve hem de Suriye’de Erdoğan iktidarını kendi planlarına eklemlenmeye zorlamak bakımından oldukça kullanışlı bir araç olarak görüyor.

Bu gelişmeler karşısında Türkiye’deki iktidar yanlışlarından dönmeyi değil, bu gelişmelerin Türk burjuvazisi için yaratması muhtemel olumsuz sonuçların önünü almayı amaçlıyor. Bahçeli’nin açıklamaları da bu ‘ön alma’ politikası içinde Öcalan’ı devreye sokarak Kürt sorununun Türkiye’nin hareket alanını sınırlamasını engellemek ve yeni fırsatlara kapı aralamak arayışı biçiminde anlam kazanıyor.

Oysa bugün Türkiye halkları için en büyük tehdit, ülkedeki iktidarın tekelci burjuva gericiliğin çıkarlarını korumak adına ısrarla sürdürdüğü politikadır. Bu tehdidin ortadan kaldırılması için öncelikle Suriye topraklarındaki işgalin son bulması, cihatçı çetelere verilen desteğin kesilmesi ve Kürt sorununun eşit haklara dayalı demokratik barışçıl çözümü için mücadele etmek gerekiyor.


Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

YORUM YOK

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Exit mobile version