İsrail’in Gazze’de giriştiği soykırım savaşı, farklı cephelere yayılıyor. Batı Şeria’nın Filistin kentleri İsrail uçakları tarafından rahatlıkla bombalanabiliyor. İsrail’in İran’a ve Lübnan’a yönelik saldırıları ise bölgesel bir savaşa açık mazeretler üretiyor. Suriye’nin başkenti Şam’daki İran Konsolosluğu’nun bombalanması, ardından Hamas lideri İsmail Haniye’nin Tahran’da suikast sonucunda öldürülmesi İran’ı kapsamlı bir savaşa davet ederken, Tel Aviv yönetimi Lübnan cephesinde de benzeri bir strateji izliyor. Hizbullah’ın en üst düzey askeri komutanı Fuad Şükür geçtiğimiz ay Beyrut’ta İsrail’in düzenlediği bir suikast sonucunda öldürüldü. Bunun üzerine Hizbullah, İsrail’deki askeri hedeflere yönelik bir misilleme saldırısı yaptığını açıkladı.
İsrail’in 7 Ekim’den beri yürüttüğü savaş politikası ve son saldırılarla birlikte herkesin aklına aynı soru geliyor: İran ve Lübnan ile topyekûn bir savaş ihtimali kapıda mı? Hizbullah ve İran savaşı ‘askeri misilleme’ boyutunda tutmaya mı çalışıyor? İsrail en nihayetinde istediği savaşı nasıl elde edebilir? Lübnan’da Hizbullah için bir kırmızı çizgi yok mu?
Tüm bu soruları ve daha fazlasını Ortadoğu üzerine çalışan Lübnanlı Akademisyen ve Yazar Gilbert Achcar’a sorduk. Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Bölümü’nde profesör olarak çalışan Achcar’ın Türkçede yayınlanan birçok önemli eseri var: “Barbarlıklar Çatışması” (İthaki), “İsrail’in Hizbullah’a Karşı Savaşı”(1) (Yazın Yayınları), “Kaynayan Orta Doğu, Marksist Aynada Orta Doğu” (İthaki), “Halk İstiyor: Arap İsyanı Üzerine Radikal Bir İnceleme” (Ayrıntı) bunlardan birkaçı. Achcar bize Lübnan’daki çatışmayı, savaş ihtimallerinin olasılığını ve Hizbullah’ın tavrını anlattı. Topyekün bir savaş ihtimalinin ABD’deki seçimlerin sonucuyla yakından ilişkili olduğunu söyleyen Achcar, Hizbullah ile İsrail arasında yaşanan çatışmanın bir çeşit ‘zımni anlaşma’ çerçevesinde olduğunu vurguladı. Ancak kısa süre içerisinde Hizbullah’ın, İsrail saldırılarına karşı ‘bedeli ağır savaş’ ya da ‘geri çekilme’ arasında bir ikilem içerisinde kalabileceğini ifade etti. Sözü Achcar’a bırakalım.
‘ZIMNİ ANLAŞMA’
An itibariyle Güney Lübnan’da devam eden savaş/çatışma halini nasıl okumamız gerekiyor? Hizbullah, İsrail ile olan savaşı ‘angajman kuralları’ çerçevesinde tutmaya çalışıyor gibi görünüyor. Ancak sizce bu sürdürülebilir bir durum mu? Sizce taraflar için hangi seçenekler masada?
Hamas tarafından düzenlenen 7 Ekim operasyonu yaşandığı zaman Hizbullah bir ikilemle karşı karşıya kaldı. Çünkü Hamas, Hizbullah’a ve Hizbullah’ın da içinde olduğu Direniş Ekseni denilen esasen İran’a yakın güçlere savaşa dahil olma çağrısı yaptı. Bu Hizbullah’ın üzerinde siyasi ve manevi bir çeşit basınç oluşturdu. Aynı zamanda İsrail’in, Lübnan’a ve Hizbullah’ın kontrol ettiği tüm bölgelere ağır zarar verebilme kapasitesine sahip olduğunu 2006’dan beri biliyorlardı. 2006’dan beri sınırı geçmekten geri duruyorlardı. 2006’daki savaşın öncesinde bunu yapmışlardı.
İsrail ile karşı karşıya gelişleri kısıtlı hareketler dahilinde sınırladılar. Haliyle bu çelişki üzerlerinde baskı yarattı: Hamas’ın savaşa katılım çağrısı ile kendi toplumsal tabanlarını-sivilleri korumaya yönelik çıkarları arasındaki çelişkinin yarattığı bir baskı. Böylece iki tarafa ayrılmış çelişkide ortadaki yolu seçtiler. Güneyde bir çatışmaya girdiler ancak ‘sınırlı’ bir çatışmaydı bu. Bu onlarla İsrail arasında yapılmış, her iki tarafın da sınırlı bir şekilde hareket edeceği bir çeşit zımni anlaşmaydı.
İsrail tamamen Gazze savaşına odaklanmıştı. Bu nedenle elbette kuzeyde bazı birlikleri yoğunlaştırmak zorunda kaldıysa da kapsamlı bir savaş yürütebilecek durumda değildi. Dolayısıyla çatışmanın sınırlı kalması İsrail’in de çıkarınaymış gibi duruyor.
‘GÜNEY LÜBNAN’DA TABLO GAZZE’DEN ÇOK FARKLI’
Şu ana kadar yaşanan buydu. Hizbullah komutanlarına yönelik suikastların ardından bile yaşanan buydu. Fuad Şükür, çok yüksek rütbeli bir Hizbullah üyesiydi, aslında bakarsanız Hizbullah’ın askeri şefiydi. Misilleme sözü veren Hizbullah, geçtiğimiz Pazar günü bunu gerçekleştirdi. Ancak bu misillemeyi de sınırlar dahilinde tuttu. Genel Sekerterleri Hasan Nasrallah, Pazar akşamı yaptığı konuşmasında sivilleri hedefleyen herhangi bir amaç gütmediklerinin özellikle altını çizdi. Bunu söyleyerek Lübnanlılara ve kendi toplumsal tabanına şunu söylemek istiyordu: “Sizi koruyoruz. Sivillere saldırmıyoruz, böylece İsrail de sivillere saldırarak misilleme yapmıyor. Askeri sınırları koruyoruz.”
Gerçekten de eğer 7 Ekim’den beri Güney Lübnan’da ölen insanlara bakarsanız eğer, Gazze’nin aksine çok farklı bir tablo var: Gazze’de sivillere yönelik bir soykırım, bir katliam gerçekleşiyor. Kadın, çocuk, her türlü sivil katlediliyor… Buna karşın Lübnan’da 7 Ekim’den beri İsrail tarafından öldürülenlerin büyük bir çoğunluğu savaşçılardan, Hizbullah’tan oluşuyor. Savaşçıların sivillere oranı oldukça yüksek, yani öldürülen insanların büyük bir çoğunluğu savaşçı, sivil değil. Dolayısıyla çok farklı bir durum. Ancak bu zımni anlaşmanın bir sonucu.
Şimdi elbette, yine de bir risk alındı. Çünkü Hizbullah böyle davranarak İsrail tarafında ağır bir yükle başa çıkma isteğini arttırdı. Çünkü İsrailliler için bu [Hizbullah], Kuzeyde kafalarının üzerinde sallanan bir kılıç. Bu yüzden de bir şekilde bu kılıçtan kurtulmak istiyorlar ve Hizbullah, Hamas ile dayanışma içinde hareket etmeye başladığından beri -bu hareket sınırlar dahilinde de olsa- onlara daha fazlasını gösterdi. [İsrail’e göre] Hizbullah’a karşı harekete geçmenin gerekliliğini daha da sert bir şekilde vurguladı.
‘İSRAİL, GAZZE’DEN SONRA LÜBNAN’A DÖNECEK’
Şimdilik Gazze’de meşguller, henüz orada işlerini bitirmiş değiller. ABD, Fransa ve diğer güçler ise Güney Lübnan’ı kapsamlı bir savaştan kurtaracak bir çözüm bulmak için müdahalede bulundular. Bu yüzden 2006’daki 1701 sayılı kararın(2) büyük bir kısmının uygulanmasını talep ettiler. Bu karar, tüm Hizbullah güçlerinin güneydeki Litani Nehri’nin kuzeyine geçmesi çağrısını içeriyordu. Bununla birlikte bölgeye Lübnan Ordusu ve ek olarak orada bulunan Birleşmiş Milletler gücü UNIFIL’in yerleştirilmesi de yer alıyordu.
Amerikalılar bunu talep ediyor. İsrail de bugüne kadar bunu destekliyordu. Ancak Gazze’de işleri bitince Lübnan’a dönecekler. Böylece Hizbullah yeni bir ikilemle karşı karşıya kalacak. Ya gelen baskıyı görecekler ve geri çekilecekler -ki bu bir çeşit kapitülasyon veya mağlubiyet olarak görülebilir. Ya da İsrail’in Lübnan’ın en azından Hizbullah’ın kontrolündeki bir bölümünde Gazze’de yaptığının aynısını yapma tehditleri gerçeğe dönüşecek. Bu, korkunç bir sorumluluk. Ve bu yüzden tekrar etmek gerekiyor ki Hizbullah, karşısında büyük bir ikilem bulacak.
Aynı zamanda ABD seçimlerini kimin kazanacağı da bu durumu doğrudan etkileyecek. Çünkü eğer Kamala Harris kazanırsa, Biden yönetiminin Lübnan konusundaki tavrını devam ettirecek. Bu tavır da söz konusu kararın uygulanması için bir baskı ve savaştan kaçınma olacaktır. Ancak eğer Donald Trump kazanırsa, Netanyahu’ya daha fazla hareket serbestliği verilecek. İsrail aşırı sağında, hatta aşırı sağdan da öte tüm İsrail’de Hizbullah’a ağır bir darbe vurup askeri imkanlarını yok etme ve sonrasında Hizbullah’ın bir daha belini doğrultamayacağından emin olmaya yönelik büyük bir baskı olacak.
‘SAVAŞ İHTİMALİ ABD SEÇİMLERİNDEN SONRA’
O halde savaşın ulusal çapta Lübnan’a yayılması, kısa vadede ihtimal dahilinde gibi mi görünüyor? İsrail’in geniş çaplı bir savaş istemesi halinde bugün böylesi bir savaşın yaşanması daha öncesine göre daha gerçekçi bir ihtimal mi?
Evet, tehdit olduğu yerde duruyor. Kasım ayındaki ABD seçimlerinden önce yaşanmayacağı kanısındayım. Büyük ihtimalle seçimlerden sonra, İsrail dikkatini askeri olarak Lübnan’a çevirdiğinde yaşanacak. Bu da Hizbullah’ı ağır bir seçime itecek, üstelik muhtemelen bu seçimin mühleti sınırlı olacak. İşin ucunda “Tüm bu bölgelerden çekiliyoruz ve Amerikalılarca belirlenen şartları kabul ediyoruz” demek var. Ya da savaşa yeşil ışık yakmak bir seçenek ki bu sebeple bir savaş ihtimali kesinlikle çok yüksek.
İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant da dahil olmak üzere kimi insanlar var ki Netanyahu’yu eleştirmesine karşın söz konusu Lübnan olduğu zaman şahin kesilip savaştan yana taraf alıyorlar. Yani İsrail’de Hizbullah’ın büyük bir tehdit olduğuna inanan pek çok insan var. Hizbullah’ı, İran’ın bölgedeki askeri ağının bir parçası olarak görüyorlar ve İran’ı ‘asıl düşman’ olarak algılıyorlar. Bu yüzden de Hizbullah’ı, öncelik olarak kurtulunması gereken bir tehdit olarak görüyorlar.
‘SAVAŞ ÇIKARSA HİZBULLAH KENDİNİ YALNIZ BULACAK’
Lübnan’ın karmaşık siyasi/askeri güçler dengesi düşünüldüğünde Hizbullah’ın dışındaki diğer aktörler mevcut çatışmaları nasıl okuyor? İsrail ile yaşanacak olası bir savaş durumunda bazı güçlerin 1980’deki gibi İsrail’den yana tavır alması beklenebilir mi?
Hizbullah’a karşı olanlardan mı söz ediyorsunuz?
Hem onlardan hem de kendini daha ‘ortada’ konumlandıran güçlerden.
Şöyle, Hizbullah karşıtı güçleri -ki onlar da silahlıdır- asıl olarak Hıristiyan tarafta bulabiliriz. Çünkü mesele, kimin silahlara sahip olduğu meselesidir. Ve bir de Lübnan Ordusu var. Ancak hayır, ben bu güçlerin hiçbirinin savaşa gireceğini düşünmüyorum. Lübnan ordusu, ülkeyi koruyor gibi davranabilir, çünkü aksi takdirde meşruiyetini kaybeder. Fakat bu çok sınırlı olacaktır. Kendini risklere maruz bırakmayacaktır. Ve ABD kesinlikle baskı uygulayacaktır çünkü Lübnan ordusu ABD tarafından silahlandırıldı ve ABD, İsrail üzerinde kuracağı baskıyla resmi Lübnan ordusunun zarar görmesini engelleyecektir. Çünkü ABD, Hizbullah’a alternatif olarak Lübnan ordusu üzerinden bahse giriyor. Yani hayır, eğer çatışma çıkarsa Hizbullah kendini tek başına bulacak, çoğunlukla tek başına hedef alınacak, tek başına karşı koyacak. Yani çoğunlukla tek başına kalacak.
‘ŞÜKÜR SUKASTI BÜYÜK BİR DARBE’
Fuad Şükür suikastına gelecek olursak eğer, böylesi yüksek rütbeli bir askeri kaybetmek sizce Hizbullah’ın askeri yapısını ne ölçüde etkilemiş olabilir?
Hizbullah burada büyük bir örgüt. Savaşçı birimlerinin sayısını on binlerle ifade ediyoruz. Yani büyük bir ordu. Aynı zamanda dünyanın en büyük devlet dışı ordusu olarak geçiyor. Şimdi dünyanın sadece en büyüğü değil aynı zamanda en ağır şekilde silahlanmış devlet dışı ordusu; çeşitli türlerden 150 bin füzeye sahip oldukları düşünülüyor.
Çok fazla insanları var ancak en tepedeki ismi vurduğunuzda -Fuad Şükür örneğinde olduğu gibi- ABD ya da tüm diğer ordular gibi bu durum orduyu etkiliyor. Eğer son derece yüksek rütbeli, aslında en üst seviyedeki askeri stratejisti, sahip oldukları en üst seviye askeri komutanı öldürülürse elbette bu çok ağır bir darbe olarak değerlendirilebilir. Nitekim Hasan Nasrallah, İsrail’in bu suikastla birlikte verdiği zararın ne denli büyük olduğunu kabul etti. Hatta Pazar günü düzenledikleri askeri hamleyi açıklamaya çalışırken de bunu, ‘bu hamleyi komutanlarının yokluğunda, onun hazırladığı temel üzerinden yapabildiklerini’ vurgulayarak ifade etti. Tüm bunlar elbette büyük bir darbe olduğuna işaret ediyor.
‘2006 SAVAŞINDA ÖDENEN BEDEL ÇOK BÜYÜKTÜ’
Başta ayrıntılı bir şekilde Hizbullah’ın yaşadığı ikilemden bahsettik. Ancak bu noktada Hizbullah için hiçbir kırmızı çizgi yok mu? İsrail’in aşması durumunda farklı bir tepkiyle karşılaşacağı bir çizgi gözlemleyebilir miyiz?
Hizbullah için kırmızı çizgi gibi bir durum yok. Hizbullah için bir misilleme durumu var ve topyekûn savaşa tutuşma gibi bir hevesleri kesinlikle yok. Daha önce söylediğim gibi, Hizbullah’ın kontrolündeki bölgelerin 2006’da ödediği bedel çok büyüktü. Yaşanan yıkım tam anlamıyla devasaydı ve bunun cesaret kırıcı bir etkisi var. Elbette İsrail bunu cesaret kırmak için yaptı ve dilediği etkiyi de yarattı. Hasan Nasrallah’ın 2006’da savaştan sonra söyledikleri bakımından ele alalım. Öncelikle hatırlayalım, 2006 savaşı Hizbullah savaşçılarının sınırı Kuzey İsrail’e doğru geçip bir grup İsrail askerini öldürmesi ve ikisini de rehin almasıyla birlikte başlamıştı. İsrail bu olayın ardından topyekûn savaşa girişti ve bundan sonra Nasrallah, ‘eğer İsrail’in savaşı bu kadar farklı boyutlara getirebileceğini en başından bilseydi, yapılan operasyonun emrini asla vermeyeceğini’ dile getirdi. Görüyorsunuz değil mi?
Bu sebeple 2006’dan beri Hizbullah, gerekli araçlara sahip olmasına karşın 2006’daki gibi sınır ötesinde herhangi bir operasyona kalkışmadı, İsrail için ciddi sonuçları olacak eylemlere girişmedi. Yani kısıtlı bir alanda kaldı. İsrail’e, kendileri için büyük bir darbeye dönüşebilecek bahaneler vermekten kaçındılar.
Yine de geldiğimiz noktada, daha önce de söylediğim üzere 7 Ekim’den sonra bir ikilem söz konusu, çünkü Hamas’tan yana bir baskı hissediyorlar. Bu düşüncenin içerisindeler o yüzden ikiye bölünüp İsrail ile 7 Ekim’den sonra bu kısıtlı füze ve drone takasına giriştiler. Fakat bunun ötesine geçmek istemiyorlar. Geçen Pazar, Fuad Şükür’ün suikastına cevap olarak kısıtlı bir yanıt gördük. Hasan Nasrallah bunun kısıtlı olduğunu, sadece askeri hedeflere saldırdıklarını gayet net bir şekilde kabul etti. Toplam 340 katyuşa roketi ve bir takım drone ile kısıtlı bir operasyon istediler. Buradaki mesaj aynı zamanda Lübnan halkına “Bakın sizi riske atmıyoruz, savaşı biz savaşçılarla İsrailliler arasında yürütüyoruz. İsrail’e sivilleri yok edecek bir mazeret vermek istemiyoruz” demekti.
Fakat inisiyatif İsrail’in elinde. Karar İsrail’in elinde, Hizbullah’ın değil. Hatta Tahran’ın da elinde olmadığını söylemeliyim. İran açıkça tam bir karşı karşıya geliş istemiyor. Çünkü böylesi bir karşı karşıya gelmenin İran’daki rejim için çok kötü sonuçları olacağından korkuyorlar. Yani saldırgan taraf İsrail. Ve İsrail bir aşamada -daha önce söylediğim gibi büyük ihtimalle ABD seçimlerinden sonra- önce Hizbullah’a dönüp ABD’nin talebini yerine getirmeye dair bir ültimatom gönderip yanıt için zaman sınırı koyacak. Eğer Hizbullah ültimatomu yerine getirirse, bu fasıl bir süreliğine kapanacak. Ancak eğer Hizbullah reddederse, İsrail geniş ölçüde saldırıya geçecek ve ikili arasında topyekûn bir savaş başlayacak. Üstelik kesin olarak söyleyebiliriz ki bu savaş 2006’dan çok daha korkunç ve çok daha yıkıcı olacak.
‘İSRAİL’İN KABUSU İRAN’IN NÜKLEER GÜCÜ’
Yani biz burada aslında bunu bir olasılık olarak düşünüyoruz. Bunun da akılda tutulması gereken bir yanı var, Netanyahu hükümeti için de aynı şey geçerli. Netanyahu’nun kişisel sebeplerden bile olsa, İsrail’de ülkeyi savaş halinde tutmada bir çıkarı bile olsa gerçek şu ki İsrailliler her cephede saldırıya geçmiş durumdalar. Gazze bir soykırım savaşıyla tamamıyla yerle bir edilmiş durumda. Şimdi savaşı açık bir şekilde Batı Şeria’ya taşıyorlar. Bugün biz bunları konuşurken, Batı Şeria’daki Filistin kentlerine savaş uçaklarıyla iki büyük hava saldırısı gerçekleşti, artarak da devam ediyor. Gazze için 7 Ekim’den beri kullanılan ‘İkinci Nakba’(3), artık Batı Şeria’ya da yayılıyor. İsrail’in aşırı sağı açık bir şekilde Batı Şeria’daki Filistinlileri Ürdün’e doğru sürmek istiyor. Açıkça istedikleri şey bu, bütün Batı Şeria’nın İsrail tarafından ilhak edilmesi.
Öte yandan bir de İran var. İran, İsrail ordusu ve genel olarak da İsrail için bir takıntıya dönüşmüş durumda. Takıntının asıl nedeni, İran’ın nükleer silah edinme eşiğinde olduğunu çok iyi biliyor oluşları. Fiilen İran bugün birkaç nükleer bomba için yeterli uranyuma sahip ve onları üretmesi fazla zaman almayacaktır. Ve bu nedenle İsrail’in bakış açısına göre, İran’ın nükleer bir güç olarak kendilerine karşı bir denge oluşturması, bir kabus olacaktır. Çünkü nicedir Ortadoğu’nun tek nükleer gücü İsrail olageldi. Eğer birden, dehşete bir çeşit denge getirirseniz İsrailliler için bu kabus olur, özellikle de İsrail gibi İran’a oranla küçük bir ülke için. Bu yüzden nükleer bombalar gibi kitle imha silahlarıyla yapılacak bir savaşta kendilerini savunmasız hissediyorlar. Bu yüzden İran’a saldırmak istiyorlar ki İran’daki nükleer tesisleri yok edebilsinler. Fakat bunu ABD’nin katılımı olmadan yapamazlar. Ve Biden yönetimi böyle bir şeye izin vermez. Fakat eğer seçimi Trump kazanırsa, o zaman Netanyahu hükümeti ve İsrail silahlı kuvvetleri için bir ihtimal penceresi açabilir. ‘Geç olmadan İran’a saldırma fırsatı’, öyle değil mi?
Bunların hepsi hikâyenin bir parçası, çünkü daha önce de söylediğim gibi, Hizbullah’ı İran güç ağının bir parçası olarak görüyorlar: Irak’taki Şii milisler, görece pasif bir rol oynayan müttefik Suriye, Yemen ve elbette İran’ın kendisinden de daha ‘tehlikeli’ gördükleri Hizbullah. Çünkü hemen sınırlarındalar ve saydığım diğer güçlere oranla çok daha büyükler.
NOTLAR:
(1) Michel Warschawski ile birlikte
(2) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı kararı
(3) Filistinlilerin 1948’de Siyonist saldırılar sonucunda topraklarından kovuluşlarına verilen isim.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.