Ortadoğu ve özellikle de Filistin tarihini inceleyenlerin en sık karşılaştığı, önemle fikirlerini okuduğu bir isim, İsrailli tarihçi Prof. Dr. Ilan Pappé. İsrail Komünist Partisi ve bazı sol-sosyalist Filistinli grupların da içinde bulunduğu sol çatı örgütü Hadaş’ın da içerisinde yer almış bir isim olan Pappé, Filistin meselesinde takındığı tutum nedeniyle akademik kariyerine ve hayatına ülke dışında devam etti. İngiltere’de Exeter Üniversitesi Öğretim üyesi olan Ilan Pappé’nin Modern Filistin Tarihi (Phoenix), Modern Ortadoğu: Toplumsal ve Kültürel Bir Tarih (İletişim), İsrail Hakkında On Mit (Nika), Filistin’de Etnik Temizlik (İntifada) ve Unutulmuş Filistinliler: İsrail’deki Filistinlilerin Tarihi (Küre) gibi çeşitli eserleri Türkçede yayınlandı.
Biz de Filistin gündemine dair kafamızı kurcalayan sorulara yanıtlar bulabilmek adına Pappé ile konuştuk. Çözüm önerileri ve ihtimallerinden sorunların kaynaklarına dair Pappé, açık ve net yanıtlar vererek farklı bir alternatifin kaçınılmazlığından bahsetti.
‘İŞGAL’ DEMEK TARAFSIZ BİR TANIMDIR
Filistin’deki krizin başından beri birçok farklı tanım sıkça karşımıza çıkıyor. Sahadaki aktörler çeşitli şekillerde tanımlanabiliyor, örneğin ‘işgal gücü’, ‘Siyonist rejim’, ‘İsrail devleti’ gibi. Sadece aktörler de değil, mücadelenin/kavganın ta kendisi de yine farklı tanımlar üzerinden gidiyor. Yaşananlar kimileri için ‘ulusal kurtuluş mücadelesi’, kimileri için ‘savaş’ ya da ‘çatışma’, kimileri için ‘anti-terör operasyonu’ ya da ‘bölücü isyan’ olarak görülüyor. Hal böyle olunca sizce mevcut durumu ve aktörleri nasıl tanımlamak gerekiyor ki yaşlananları daha sağlıklı okuyabilelim?
Tanımların her zaman önemli olmadığını düşünüyorum. Örneğin İsrail, İsrail devletini adlandırmanın doğru yoludur. Ancak soru, İsrail rejimini nasıl tanımlayacağımız sorusudur. İsrail kendini bir demokrasi olarak tanımlarken uluslararası insan hakları örgütleri onu bir apartheid(1) devleti olarak tanımlıyor. Tanımların önemli olduğu bazı durumlar var, örneğin Filistin mücadelesini kurtuluş mücadelesi ya da anti-sömürgeci mücadele olarak tanımlamak ve ‘terörizm’ tanımlamalarını reddetmek. Ayrıca İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki eylemlerini ‘savaş’ ya da ‘öz savunma’ olarak gören tanımlama eğilimlerine de itiraz ediyoruz ve bunu bir ‘soykırım’ olarak tanımlıyoruz.
İşgal, çoğu kişinin katıldığı daha tarafsız bir tanımdır. İsrail’de işgal edilen topraklar İsrail’in ‘organik bir parçası’ olarak ele alınıp ‘Yahudiye ve Samarya(2) olarak adlandırılıyor, ‘işgal toprakları’ olarak değil. Her şey genel olarak durumu nasıl gördüğümüzle ilgili: Terörizme karşı savaşan bir demokrasi mi? Yoksa -benim de düşündüğüm gibi- Siyonizm adlı bir yerleşimci sömürgeci hareket tarafından ele geçirilen vatanını sömürgecilikten kurtarmaya çalışan bir sömürge karşıtı hareket midir? Üstelik özellikle 1967’den bu yana apartheid devletinin karakteristiklerini taşıyan bir yerleşimci devleti yaratan bir Siyonizm midir bahsettiğimiz?
‘İSRAİL UZUN VADEDE ÇÖKEBİLİR’
Yerleşimci-sömürgeci bir devlet olarak tanımladığımız İsrail’in geleceğinden söz etmek isteriz. Sizce askeri, ekonomik ve teknolojik üstünlüğünü kullanarak İsrail’in dilediği amaca ulaşması mümkün müdür?
Kısa vadede, toprakları kontrol altında tutmak ve mevcut gerçekliği değiştirme girişimlerini püskürtmek için gereken tüm güce sahip. Ancak uzun vadede çözülme ve çökme tehlikesi altında. Askeri gücünü kaybettiği için değil; toplumsal kaynaşmanın eksikliği, Yahudi dünyasından ve uluslararası sivil toplumdan gelen desteğin eksikliği, köklü bir ekonomik kriz ve devleti yönetmeyi bilmeyen mesihçi Siyonistlerin iktidarı ele geçirmesi nedeniyle çözülme ve çökme tehlikesi var.
‘İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM FİKRİ ÖLELİ ÇOK OLDU’
Birçok devlet lideri uzun zamandır iki devletli çözümü ‘en gerçekçi çözüm’ olarak sunuyor. Ancak Filistin iktidarının tecridi düşünüldüğünde gerçekten de gerçekçi bir çözüm mü? Sadece Batı Şeria’daki sayısız yerleşimci varlığı nedeniyle değil, aynı zamanda iki güç arasındaki eşitsiz ekonomik-lojistik ilişkiler düşünüldüğünde bu iki güç fiilen ‘eşit’ görülebilir mi? Sizce ideal çözüme hangi yolla ulaşılabilir?
İki devletli çözüm fikrinin çok uzun bir zamandır ölü olduğunu düşünüyorum. Ve onu canlandırma girişimlerinin de başarısızlığa uğrayacağı kanısındayım. Gerçekçi değil, çünkü Batı Şeria’da 700 bin Yahudi yerleşimci var. Ve İsrail’de, oldukça sınırlı bile olsa bir ‘Filistin Bantustanı’nı(3) kimse kabul etmeyecektir. Dünya hiçbir zaman İsrail’i böyle bir çözümü kabul etmeye zorlamaya hazır değildi ve özellikle de mevcut İsrail’i böyle bir planda cezbetmek mümkün değil. Kaldı ki iki devletli çözüm, kötü bir çözüm. Çünkü Filistin’in küçük bir kısmına (yüzde 20’sinden biraz daha fazlasına) ve Filistinlilerin sadece yarısına bir çözüm sunuyor, net bir başkenti içermiyor ya da mülteci sorununa dair dahiyane bir çözüm üretmiyor.
Tek çözüm Ürdün Nehrinden denize, ayrımcılık olmadan, geri dönme hakkını tanıyarak, herkes için eşit haklara dayanan tek bir demokratik devlettir. Bu, geçmişin hatalarını düzeltmenin tek yoludur (yeni bir devlet, toprak ve mülk kayıplarını telafi edebilir ve toprak ve su gibi doğal kaynakları yeniden, adilce dağıtabilir). Bu daha önce mümkündü, 1948’den önce Hıristiyanların, Müslümanların ve Yahudilerin barış içerisinde yaşadığı bir dönemde. Tekrar gerçekleşmemesi için hiçbir neden yok.
‘IRKÇILIK KONUSUNDA LİBERALLER AŞIRI SAĞ İLE AYNI FİKİRDE’
İsrail toplumunda yakın dönemde yaşanan gelişmelerden de söz etmek isteriz. Çoğu kişi, 7 Ekim’den sonra daha da sert bir şekilde toplumdaki odağın daha radikal ve daha sağ kanada doğru kayması hakkında konuşuyor. Siz böylesi bir sert değişimi gözlemliyor musunuz? Ya da bugünün İsrail toplumundaki toplumsal refleksleri nasıl gözlemliyorsunuz?
Evet, yaşanan kayış son derece sert ve bu Kasım 2022’de başladı. İsrail siyasetinde uzun bir zaman marjinal sayılan, gücünü Batı Şeria’daki yerleşimlerden alan aşırı sağ, mesihçi bir grup, [İsrail Başbakanı] Benyamin Netanyahu’nun siyaset sahnesinde hayatta kalmak için güvendiği merkezi bir güce dönüştü. Tüm Filistin’i etnik olarak temizleme ve içinde teokratik bir Yahudi devleti yaratma vizyonuna sahipler. İran ile savaşı, ‘Arkasından Yahudi canlanmasının yaşanacağı bir kıyamet’ olarak görüyorlar. Filistinlilere yönelik ırkçılık konusunda aynı hisleri paylaşan ancak Yahudi toplumu için demokrasi isteyen daha liberal bir Yahudi cephesi ile karşı karşıya geliyorlar. Ancak bu cephe, ‘savaşı’ kaybediyor ve önemli kesimlerinin çoğu İsrail’i terk ediyor. Hep birlikte Gazze’deki soykırımın arkasında birleşmiş durumdalar. Ama bu soykırım bitince iç savaş yeniden başlayacak.
Son zamanlarda ultra Ortodoks İsraillilerin zorunlu askerlik hizmetine dahil edilmesi nedeniyle İsrail’de ciddi protesto gösterileri düzenlendi. Bu gündemin savaş gündemine bir etkisi olacağını düşünüyor musunuz?
Pek sanmıyorum. İsrail ordusunun daha çok askere ihtiyaç duyduğu bir gerçek. Ancak bu daha çok insanların askerlik hizmetinin yükünü eşit derecede paylaşmak istememe hissinden kaynaklanıyor. Orduya alınsınlar ya da alınmasınlar, askeri karşı karşıya gelişlerin sonucunu belirleyecek bir etkisi olmayacak.
İKİ İHTİMAL
Bölgede yaşamayan bizler, çoğu zaman Batı Şeria ve Gazze dışında, İsrail Devleti’nin egemenliğindeki bölgelerde yaşayan Filistin toplumunun yaşadıklarını es geçiyoruz. Bugün, bu Filistinlilerin yaşadıkları hakkında, savaşa ve siyasete dair tutumları hakkında neler söyleyebiliriz? Filistin’in diğer bölgelerinden farklı yaklaşımları ya da koşulları var mı?
Bu topluluk, tarihlerindeki en kötü dönemlerden birini yaşıyorlar. İki nedeni var: Öncelikle Ekim 2023’ten beri yeni Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir’in emirleri doğrultusunda polis tarafından taciz ediliyorlar ve Gazze’deki çocuklara şefkat gösterdikleri için bile tutuklanıyorlar. Bu şefkat yüzünden işlerini bile kaybedebilirler. İkinci nedeni, 1948’den beri maruz kaldıkları olağan ayrımcılık yetmezmiş gibi (yeni yerler inşa etmelerine izin verilmiyor, diğer yerlerle aynı bütçe ayrılmıyor, bazı iş sektörlerine girişleri reddediyorlar ve genellikle kendi ellerinden alınmış sadece Yahudilerin yaşadığı yerleşimlerde yaşamalarına izin verilmiyor), hükümet, suç örgütlerinin İsrail içindeki Filistinli bölgelerine girmelerine ve burada istediklerini yapmalarına izin veriyor. Bu çetelerin bir kısmı gizli servisin eski işbirlikçileri olup, uyguladıkları şiddet neredeyse her gün bir veya iki masum yurttaşın hayatına mal oluyor.
Çözüm önerilerden bahsettik. Ancak İsrail toplumu ya da Filistinliler açısından artık ‘geri dönüşü olunmayan bir noktaya’ ulaşıldığını söyleyebilir misiniz?
İki insan arasındaki ilişki açısından böyle bir şey söz konusu değil. Her daim önlerinde olacak seçenekler var. Ya İsrailli Yahudiler, 21. yüzyılda Arap ve Müslüman dünyasının kalbinde milyonlarca Filistinliye sömürgeci bir yönetim dayatma gücüne sahip olduklarına inanmaya devam edecekler ve gelecekte bir noktada bunun işe yaramayacağını görecekler ve projeleri çökecek -ve umarım yerine demokratik bir tek devletten oluşan yeni bir siyasi proje gelecek. Ya da şimdi bunun farkına varacaklar ve çok daha az şiddetli ve çok daha kısa sürecek bir dekolonizasyon sürecine girecekler -ki bu aynı zamanda onların kendi refahını, güvenliğini ve kolektif kimliğini gözeten bir süreç olacaktır. Bir sömürgeci yerleşimci apartheid devleti ile bunlar mümkün değildir.
NOTLAR:
(1) Zamanında Güney Afrika’da beyazlar tarafından kurulan ırk ayrımına dayalı bir toplumsal yaşam modeli.
(2) İsrail’in Doğu Kudüs hariç Batı Şeria için kullanılan tanım. Bölge 1967’den beri İsrail işgalinde bulunuyor.
(3) Afrika’nın güneyindeki yerli Bantu halkının çoğunlukta yaşadığı bölgeleri işaret eden ifade. Bununla birlikte bugün bir devlet içerisinde kağıt üzerinde bazı idari haklara sahip olup başta ekonomik olmak üzere ulusal boyutta çeşitli alanlarda etkisiz kalan bölgeleri tanımlamak için de kullanılmaktadır.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.