Ana Sayfa yaklaşımlar Aykut Bektaşoğlu İradesi, ortak şeyleri elinden alınan toplum, sermayenin mutluluğunu kendiyle bir tutuyor –...

İradesi, ortak şeyleri elinden alınan toplum, sermayenin mutluluğunu kendiyle bir tutuyor – Aykut Bektaşoğlu

Reklamlar

Toplumu bir arada tutan, herkese ait olan şeylerdir. Ortak gelecek de bunlara bağlıdır. Bunlara müşterekler deniyor. Parklar, yollar, barınma alanları, hastaneler, okullar, bilim merkezleri, teknolojiler, üretim, üretilenler, eğlence alanları, denizler, dağlar, ormanlar, yeraltı, yer üstü, siyaset ve karar alma alanları. Bunlar, ne kadar herkesin işi ise o kadar toplumun menfaatinedir. O kadar demokrasidir. Bir arada tutan şeydir.

İşin aslı böyle fakat öncelenen sermayenin çıkarı oluyor. Toplumun ortak şeyleri dağıtılıyor. Her şey satılabilecek, kara dönüştürülecek şeyler olarak kullanılıyor. İnsanları özgürleştiren, yaşamlarını kolaylaştıran ve eğlenceli kılan şeyler olmaktan çıkarılıyor. Yani toplum dağıtılıyor. Böylece yönetilen sınıflar kendine yabancılaştırılıyorlar. İdealleri daraltılıyor. Hayatlarını idame ettirebildiklerini sandıkları ölçüde, bu tahakküme rıza gösteriyorlar. Yaşam iradeleri, ortak şeyleri elinden alınan toplum, sermayenin mutluluğunu kendiyle bir tutuyor.

Kuzey Kıbrıs müstakil toplumun önemli bir bölümü, geleceğinin garanti altında olduğuna inandırılır. Devlet dairelerinde istihdam edilir. Edilmeyenler de bunu ister. Bu işin elde edilebilmesi, bir ödül, bir kurtuluş olarak görülür. Öyle ki oldum olası devlet dairelerine yerleşebilme, siyasi partilerin marifetiyle olmuştur. İnsanlar çaresizdir. Görevlendirilme ruhuyla, bu yapı sahiplenirler.

Müşterek yaşam kaygısından koparılan, dağıtılan toplum, ekonomik bir standarda sahip olma hedefiyle, ‘sınıf atlamayı’ gerçekleşebilir bir hedef sayar. Bu matah bir şey sayılır ve aslında bu iktidarın kazanımı ve başarısıdır. O yüzden değil midir ki mevcut sendikal yapılar, ekonomik-demokratik eğilimle değil de daha ziyade ekonomik talepler çerçevesinde varlıklarını sürdürüyorlar?                                                                                       Fakat ilanihaye demokrasi mücadelesiyle kavuşturulmamaları için bir sebep yoktur. İlelebet aşağılanma kabul edilecek diye bir kural yoktur.

Taşıma nüfuslar, yapay öğrenci kitleleri, kaçaklar ve diğerleri, neyin ne olduğunu tespit edilemeyecek hale getiriyor. Günlük yaşam, sokak, kaosa teslim edilmiş durumdadır. Koskoca bir Türkiye iktidarının denetimindeki bölgenin bu durumunun fark edilmeden olmuş olması imkansızdır. Yani Türkiye ile ilişki ile ilgili ‘Orada ne varsa burada da olacak’ denmesi, Türkiye toplumu ne kadar aşağılanıyorsa, Kıbrıs toplumu da o kadar aşağılanacak demeye geliyor olmalı. Bağımlı yönetim ve sermaye sınıfının ise bu durumdan mutluluk duymasının bir anlamı var elbette. Milyarlarca dolarlık görünmeyen bir ekonomi yaratmışsa eğer!

Küçük bir toplumun, doğal bağları üzerine bindirilen yük, orantısız bir güçtür. Bu bağlar süratle dağılmakta. Uyuşturucu, kara para, suç organizasyonları, öğrenci diye para karşılığı getirilip yaratılan izdiham… Sınıf çıkarı görünmez kılınıyor. Toplumsal yaşam imha ediliyor.

1974 ganimet dönemi ile başlayan süreç, hızını alamayıp kamu mallarını da kalkınmanın bir yolu olarak görüp, dünyanın neoliberal dalgasına entegre olmuş olurken, ‘Dost düşman’ her sermaye, bu topraklarda at koşturulabilir oldu. Yani sonuca bakarsak sebebi anlarız. ‘Kıbrıs Meselesi’ bahanesi ile bütün sahil boylarının ticarete dönüştürülmesi hızlandırılmadı mı? Halkın özgür alanları dediklerimiz, sermaye gruplarının kar kapısı olmadı mı? Öyleyse, kapitalizmden söz etmeden neyi anlayabiliriz?

Neoliberalizm diye dünyayı saran tam da bu utanmazlık değil mi? 1980’lerle dünyada başlayan, talan düzeni, Kıbrıs Meselesi sosu ile adada uygulanmış olmuyor mu? KKTC’nin kuruluşu, bu saldırıyı kolaylaştırmış olmuyor mu?                     Yani bu gidiş, Adanın doğal ve sosyal yaşamını yok etmeye devam ediyor. Her şey paralılaştırılıyor. Ortak sahiplenilecek her şeye saldırılıyor.

Bu fırtına içinde artık eğitim yapılamaz, sağlık gerçekleşemez, güvenli güncel yaşam devam ettirilemez oldu. Sermaye adına büyüme ve kalkınma kutsal sayıldı ve saldırı büyütüldü. Bu yüzden savunulabilecek ne varsa savunmanın ve çoğaltmanın tek yol olduğu görülmelidir. Dağıtılmış toplumun, imha edilmiş doğanın, yarım inşaatlarla doldurulmuş arazilerin, itibarsızlaştırılmış devlet okul ve öğretmeninin, halkın olan sağlık kurumlarının yeniden sahiplenilmesi ve bunlar gibi alanların çoğaltılmasından başka yol yoktur.

Bunu yapmaya kalkacaklara sermaye denetimindeki siyaset kurumları engel koyarlar. Fakat aklın yolu birdir. Siyaset, ayrıcalıklıların değil herkesin işi yapılmalıdır. Bu gidiş hayra alamet değildir.

Maddi manevi müştereklerin korunması ve çoğaltılması tek çözümdür. Toplumlarda devrim yaratabilen tek yol budur. Adanın tüm toplumsal yapılarının ortak hedefi de bu süreçte gerçekleşecektir. Sınıf gözetmeden, hegemonya dağıtılamaz. Herkesin bildiğinin yapılabilir olduğunu bıkmadan söylemeli.

 

 


Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

YORUM YOK

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Exit mobile version