1878’de Berlin’de düzenlenen barış konferansında, Osmanlı Devleti, yıllığı 92 bin 799 sterlin 11 şilin ve 3 peny’e Kıbrıs’ı İngilizlere kiralamayı kabul etti. Padişah II. Abdülhamit yayınladığı ferman ile İngiliz yetkililer, Larnaka limanından adayı teslim almaya geldiler.
İngiliz Yüksek Komiseri, Sir Garnet Wolsley, Larnaka’da yerel yetkililer tarafından karşılandı. Yüksek komiser, mahiyeti ile birlikte, adanın baş şehri olan Lefkoşa’ya doğru yola çıktı. Bu yolculukta tahta sandıklar içinde, katır sırtında taşınan şilinlerin çıkardığı ses birçok tarihçi tarafından bizlere aktarılmıştır. Lefkoşa’ya ulaşıldığında kapı bekçisi Horoz Ali heyetin şehre girmesine izin vermez. Bu sorun yaşanırken, yerli halk da memnuniyetsizliğini gösterir. Padişah fermanı da çok işe yaramaz. Tam bu sırada, parlak İngiliz şilinleri devreye girer. Aylardan beri ödenmeyen devlet çalışanlarına maaşları parlak İngiliz şilinleriyle ödenmeye başlayınca huzursuzluk şenliğe döner. Sir Garnet Wolsley, idareyi Osmanlı’dan devralır. İngiliz şilinlerinin marifeti ola gerek, Osmanlı hayranlığı bir anda yeni efendi İngiliz hayranlığına döner.
1878’den günümüze acaba ne değişti? Kıbrıs Cumhuriyeti’nin değerini bilmeyen Kıbrıslı Rum, Türk, herkes, Cumhuriyette, birlikte özgür yaşama yerine kavga etmeyi ve acılar yaşamayı seçtiler. 1974 yılına kadar, Rum şovenizminin ırkçı saldırıları, Türkiye’nin desteğindeki TMT’nin ayrılıkçı eylemleri birleşince bugünkü ayrılık doğdu.
1974 sonrası yaşan gelişmeler adanın kuzeyinin Türkiye tarafından entegrasyonunu getirmiştir. Eğitim, kültür, sağlık, ulaşım, toplumsal yapılanma hep Türkiye’dekilerin isteğiyle şekillenmektedir. Yeni efendi Türkiye yetkililerine yönelik tepkiler, çok sınırlı kalmaktadır. Tehdit, baskı ve nüfus aktarımı ile irade gasp edilmiş, medya susturulmuş, tepki gösteren örgütlerin sayısı da her geçen gün azalmaktadır. Adanın kuzeyinde kara para aklama, kumar, fuhuş, insan kaçakçılığı, Rum arazilerinin satışı ve istismarından elde edilen gelirlerin bir kısmı ile, bu işgal rejimi sürdürülmektedir. Kıbrıs’ın kuzeyindeki örgütlerin, büyük bir bölümü, örgütlü bir şekilde özgürlük ve adanın birleşmesini talep etmek yerine, rejimin yanında durmayı tercih eder duruma gelmiştir. Geçmiş yıllarda kendi kendini yönetme, toplumsal var oluş, siyasi iradeye saygı, çözüm gibi temel talepleri topluca seslendirecek birlikteliklere ve toplumsal eylemlere artık rastlamak mümkün değildir. Örgüt yetkilileri, günlük mesleki sıkıntıların dışında, toplumsal talepleri dile getirmekten korkmakta, suya sabuna dokunmayan açıklamalarla rejimi gizlemektedirler. Ankara’nın yaptığı maaş ücret düzenlemeleriyle son dönemde alınan yüksek maaşlar örgüt yöneticilerinin ağzına bir parmak bal sürülmüştür. Bir cepte istemedikleri Kıbrıs Cumhuriyeti Pasaportu ile İtalya’ya mı, İspanya’ya mı, Yunan Adaları’na mı yoksa Fiyortlar’a mı tatile gidelim? Planları son dönemde yaygınlaşmıştır. Yaratılan bu sahte cennette ruhunu şeytana satan Faust gibi maaş ücret ve maddi menfaatler uğruna ülkemizin ve özgürlüğümüzün Türkiye’ye teslim edilmesine, başta sendikalar ve örgütlerin büyük bölümü ses çıkarmamaktadır. Toplumsal talepler sadece lafta kalmaktadır. İngiliz’in Kıbrıslıları şilinlerle çözdüğü gibi, Türkiye’de ganimet ve yüksek maaşlarla Kıbrıslı Türkleri esarete mahkûm etmiş ve siyasi rehine olarak kullanmaktadır. Sendikalar, örgütler ve siyasi partiler rejime hizmet etme yerine seslerini topluca yükseltmiş olsalar, kesinlikle bu saldırılar önlenmiş olur.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.