İnsanı konfor alanının dışına iten bilimsel gerçekleri kabul etmek zordur. Örneğin evrim, insanın biricikliğini ve sözde muktedirliğini elinden aldığı için pek kolay kabul edilmez. İklim krizi de insanın enerji üretim ve tüketim yöntemlerini pervasızca kullanmaya devam etmesi önünde bir engel yarattığı için insanlar ona bir direnç göstermeye meyillidir (özellikle de bu enerji kaynaklarından çıkarı olan, maddi zenginlikleri sayesinde iklim krizinin etkilerini görece az hissedebilecek insanlar, ideolojiler, kurumlar ve kuruluşlar). Yoksa bugüne kadar hiçbir sıradan vatandaşın kuantum kromodinamiğine veya gazların kinetik teorisine ayak dirediğini görmedim. Halbuki bunların hepsi, aynı bilimsel standartlara sahipler ve ayak direnenler, çoğu durumda hiçbir itirazla karşılaşmayan teorilerden bile daha fazla bilimsel veri ve kanıtla desteklenen teoriler.
İnsan aklının bu tür durumlarda yaptığı ilk şey, inkâr etmektir. Ama dümdüz inkâr pek kullanışlı değildir; kişinin verinin ve kanıtların aksi yönünde geliştirdiği iddiaları mental dünyasında tutarlı bir hâle getirmek için belli bir manipülasyona ihtiyacı vardır. Bu, genellikle sunulan verilerin reddedilmesi yoluyla olur; ama bu, kısa vadeli bir çözümdür. Dünya’nın dört bir yanındaki uzmanların her biri, birbirlerinden bağımsız olarak benzer verileri toplayıp benzer kanıtları sunarken ve tüm dünya gözünüzün önünde bu gerçeklerle şekillenirken (ve muhtemelen gündelik hayatınızda da bu gerçeklerin etkilerini bizzat hissetmeye başlamışken) illâ ki inkârın ötesine geçmeniz gerekir. Bu, rasyonalizasyon (veya ile olur.
Rasyonalizasyon, sıklıkla, bir yandan gerçeği kısmen kabul ederken, diğer yandan daha geniş gerçeği reddetmeye devam etmek yoluyla yapılıyor. Mesela havaların giderek ısındığını kabul ediyorsunuz ama sebebin insanlar olmadığını, Güneş’teki döngüler olduğunu iddia ediyorsunuz (buna zaten bakıldı, modern iklim değişiminin ana sebebi insan). Veya son birkaç yılda havaların anormal sıcak olduğunu kabul ediyorsunuz da, bunun geçici bir trend olduğunu, bir süre sonra tersine döneceğini düşünüyorsunuz (1850’lerden beri ortalama sıcaklıklar istikrarlı bir şekilde artmaya devam ediyor ve gelecekte de artacak).
İşte bunun gibi rasyonalizasyonlardan bir diğeri, iklim krizine neden olan atmosferik karbondioksitin, bilim insanlarının iddia ettiği kadar kötü bir şey olmadığı, tam tersine bitkilerin daha fazla fotosentez yapmasını sağlayarak bitki örtüsünü zenginleştirdiği, bu sayede de iklim krizinin artan bitkiler yoluyla zaten kendiliğinden çözüleceği yönünde…
Evet, ilkokul hayat bilgisi bilgilerini modern problemlerin karmaşık doğasına uygulamanın bir eseri olan bu tuhaf rasyonalizasyon, aslında ilk adımı doğru atıyor: Atmosferik karbondioksitin artması, doğal olarak bitkilerin daha çok fotosentez yapmasını sağlıyor, evet. Ama hayat bilgisinde öğretildiği üzere bitkiler, daha fazla fotosentez için sadece daha fazla karbondioksite değil, daha fazla suya da ihtiyaç duyuyorlar. Ve iklim krizinin yarattığı en büyük sorunlardan biri ne dersiniz? Evet, artan kuraklıklar.
Gerçekten de Science dergisinde geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir makalede, bitkilerin geçtiğimiz yüzyıl boyunca artan karbondioksit miktarları nedeniyle bir süreliğine daha hızlı büyüdüğü (öyle ki sadece 1982’den günümüze kadar artan bitki miktarı Türkiye’nin yüzey alanının 26 katı kadardı); ama artık yükselişe geçen aşırı kuraklıklar nedeniyle fotosentez artış hızının giderek yavaşladığı gösterildi.
Bu yeni çalışma için uzmanlar, 1982’den 2016’ya kadar havadaki karbondioksit ve su seviyelerini ölçen yer monitörlerinden veri topladılar. Yapay zekâdan yardım alarak bu verileri ormanların, otlakların, çalılıkların, tarım arazilerinin ve savanların uydu görüntüleriyle karşılaştırdılar ve zamanla bunların nasıl değiştiğini incelediler. Örneğin bitkilerin yeşil tonundaki küçücük farklılıklar bile, fotosentez oranındaki değişimlere işaret eder.
Çalışma, fotosentezin 2000 yılına kadar hızlandığını ve bu noktada yavaşlamaya başladığını gösteriyor. İleriye dönük bir analiz de yapan yazarlar, fotosentez oranının tamamen düzleşebileceğini ve artan karbon emisyonlarını (ve dolayısıyla ısınmayı) kontrol altında tutmayı daha da zorlaştırabileceğini söylüyor.
Anlayacağınız, bitkilerin bugüne kadar bize yardımı sayesinde iklim krizinin etkileri bu düzeyde kaldı. Onlar da olmasaydı, şu ankinden bile berbat günler yaşıyor olacaktık. Ama görünen o ki, bizim vurdumduymazlığımız nihayet bu savaştaki en güçlü ortaklarımızdan birini daha iflas ettirmek üzere. Bitkilerin yardımı ortadan kalktığında, kendi kaplarında yavaş yavaş kavrulan insanlar iyice savunmasız kalacaklar ve iklim krizi bizleri daha da hızlı yutacak.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.