Yaşarken canlı tanık olduğumuz önemli dönemler vardır. Bunların bir kısmı günümüze dek konuşulurken, saptırıldığı da direk olarak yaşayarak kahroluyoruz. Başka şekilde ise yakın tarihte yaşananlar, belleklerden sildirtilip yok sayılarak, günümüz politikasında geleceğe dek yanlış yolun da mavzemesi şeklinde kulanılıyor. Halbuki brakın çok eskiyi; yaşadığımız dödnemlerde, siyasal olarak da analizlerle, mücadelerle de yer alıp katgı koyduğumuz yakın tarih de vardır. Bunlar bazen yerel bazen genele uzayan önemli kavşaklardır. Bunların çoğu belekten sildirtilirken, mutlaka bunların tekrardan anımsatılıp günümüz koşullarındaki sıkıntıları da kavramaya önemli katgı yapılacaktır. Kaçmak gerekmez; düşünce yetersizliği, örgütsel dengesizlik, belirli nedenlerle uğranılan siyasal koşyullar da bizi gerçeklerden kopartılmaması gerekir. Hangi koşulda lursa olsun, yakın tarihteki önemli dönemeçli konuları yeniden hatırlatıp, kendi gerçekleriyle de yorumlamak önemlidir. Örgütsel eytersizlik nedeniyle müdahale edilemeyen ama doğrusu zamanında kavranan görüşler, günümüz aşmaz dünyasında vurgulanıp hem dersler hem de yeni birikim katgısı olarak kulanılmalıdır.
Aydın olmanın demokrasi adını kulanmanın ve devrimcilik talebi varsa onun yararına mutlaka en azından yakın tarih bilinmeli ve doğrularıyla birlikte sorgulanırken, suçlu yerine yarına güzel günlerde nasıl ulaşmanın yöntemi olarak düşünerek anımsatılıp deyrlendirilmelidir. Özellikle sistemi deyiştirmek isteyen devrimci kesimlerin yeniden günün koşullarına göre gelişmesini istiyorsak, yakın tarihi doğrularıyla yorumlayıp geçmişi geçmişle ele alıp günümüzdeki yansıyışlarıyla sorgulamamız şart. Şimdiden her sorguda şu gerçekler netdir: yapılan sistem karşıtı deyerlendirmelerin önemli kısmı doğrulandı. Eksiklik, sosyalist veya ilerici hareketlerin buna yönelik mücadele eksikliği ile örgütsel zayıflıklarında görülmektedir. Tarihin böyle acıtan keskin sonuçları da vardır. Bizler bu boşluğu brakırsak, birçok gerçek nerede ise 1 asırdır Kıbrısa yakalandığı gibi karanlıkta kalmasını sağlar. Garip güncel ihdiyaca göre karanlık yazılan resmi tarihin de esiri haline gelinir.*****
Son günlerde, duyduğum her gün etiketi bana yaşanan yakın tarih birikimimi de hatırlatır. Nitekim, yazıyı yazarken ki gün simgesi 24 Ocaktır. 24 Ocak denilince de beynimde hemen gelişmeler sıralanmaya başlar. Öyle Dilirgadaki Bozdağ köyünde başımıza gelenleri bir yana iterek, yaklaşık 41 yıl öncesi gelip takılır. Günümüzü anlamada, yaşanan özellikle ekonomik krizlerin başlangıç sıçramasının Türkiye gerçeği ile karşılaşıyorum. Adeta, gün simgesi ile ben yeniden siyasal döngüde dövünmeye başlıyorum. Hele de ekranda hocam Emre KOngarı gördükçe, 24 Ocak tarihi bana biraz da gülümseyerek hatırlama şansımı artırmaktadır.
Gerçekten 24 Ocak Türkiye yakın tarihi gününde ekranları izliyorum. Bol bol ekonomik kriz haberleri savrulmaktadır. Şöyle veya böyle nedenlerle de konuşturulmaya uğraşılıyor. Ama, nedense bu güne gelişin önemli sıçrama yakın tarih gününü eklemeyi de unutma tehlikesini de yakalaıyorum. Benzerinin sonradan K. KIbrısa gelişi de başka hikaye.
Türkiye 1980 yılında 24 Ocak gününde önemli ekonomik kararlarla uyandı. Bu ayni zamanda, Türkiyede cumhuriyet sonrası önemli yapısal dyeişimin de gerçekleşeceğinin mesajıydı. Nitekim yaklaşık 9 ay sonra Devrimci Yol kesimine gönderilen bültende bu konu direk yerini aldı. 12 Eylül hareketinin TC tarihinde ilk önemli yapısal dyeişim” biçiminde özetlenecek analizle yazılıyordu. Neydi 24 Ocak kararları……
Aslında çoğumuza yabancı gelmediydi. Dünya, yetmişler ortasında önemli tartışmanın sonucuna doğru geldiydi. Yetmişlerdeki Kapitalist başta ekonomik ve petrol krizi sonunda sistem içindeki ayrışmada, sonradan adını Neoliebral alacak kesimin kazanmasıyla sonlandı. İlk deneyimleri Şiliden başlayıp, batı Avrupada Teçır ile ingilterede ve sonra ABD Reygınla dünya düzeyinde uygulatmaya yöneldiler. Birçok ülke bu politikalara direk İMF denetiminde sunulan reçeteyle geçiyordu. Başka açı ise oldukça karanlıktı. İstenen dönüşüm ekonomik kararlar, normal devleetler tarafından yapılamıyordu. Hele de Yeni Sömürge devletler sınırlı sivil eksenle bunu yapamıyorlardı. İMF sunup da kararlar kabullenince, akla gelen devamlılık darbelerdi. Askeri güçle bu kararlar uygulatılıp yeniden örgütlenen devlet şekilerine geçiyorlardı. Ekonomi ise resmen piyasalaşıp dış sermaye esnekliğine dek ualaşıyordu.
Türkiye de dünya krizini yaşıyordu. Özellikle 78 yılında Ecevit hükümetine sunulup da AET üyeliğini ret edince, darbenin sert ayak sesleri hemen sonra Maraş katliyamıyla duyuldu. Ecevit Yunanistan ispanya ve Portekiz gibi geçişi askeri derbe dışında AET ki sonradan AB denilecekti, bu öneriyi ret eti. Ayni zamanda Makariyos ölümüyle boşluğun doldurulma Kıbrıs önerilerini de zamansız diyerek kabullenmedi.
Sonunda, Türkiye de genel sistemin ekonomik krizlerini yaşayarak girdaba girdi. Demirel çaresizlik içinde batıya her baş vuruşta ayni mesajı alaıyordu. Sonunda, Özalı da yanına danışman alarak 24 Ocak kararlarını kabul ediyordu. Adı, Türkiye neoliberal döneme geçişi sağlayacaktı. Piyasa ekonomisi denilen ve özelleştirme prensipli resmen dış bağımlı sermaye akımlarına teslim olmaktı.
Bu yakın tarih bu nedenle önemlidir. Nitekim, Demirel birkaç ay sonra kendisi de pes deyip Haziran ayında emperyalist çevrelere bildirdi. Haziran ayı sonrası gelişen ve en son Fassa müdahalesiyle de Türkiyede askeri darbenin geleceği de bağıra bağıra haykırılıyordu. Garip olan yine o dönemki CHP çevreleri askeri darbenin imkansız olduğunu savunan önemli kesimleri vardı. Nitekim, ünüversite derslerinde Hocamız Emre Kongarla darbe konusunu sık sık tartıştık. Kongar dahi darbelerin Türkiye için geçersiz olduğunu söylüyordu. Ayni durum o zaman TİP li olan Ertoğrul Özkök de savunuyordu. Böylesi depremli dönem yaşandı.***
Aradan yıllar geçti. Şimdi yine sistemsel krizler birbirini kovalıyor. Neden bir yana Seksende darbelerle gelen Neoliberalizmin çöktüğü
Krizleri yönetemediği sonucunda bulunuyoruz. Bir farkla, Kapitalizmi iyi deyerlendiren Marksis ekonomislere rağmen, bunu siyasal alana taşıyacak güçlü sosyalist hareketelrin olmadığı koşulalrda yaşıyoruz. Bir geçmiş eki: o dönemki Sovyetler Birliği tarihi yanılgıdaydı. Yaşanan ekonomik krizi fırsata çevirme yerine tıpkı Türkiyedeki ki gibi yatırımlarla Kapitalist olmayan yol ile kazanmaya uğraştı. Devamında da darbelere direk karşı çıkmayarak, sosyalist kesimlerin ezilmesine ve neoliebraleşmenin yerleşmesine direk yardımcı olması da acıdır.
Biz bunları Kıbrısta konuşurken epey tepki alıyorduk. Hele de Neoliebral olgusunu anlatmada karşımızdakiler “yapamazlar” diyerek sıyrılıyordu. Taki Özal adaya gelip bu dediklerimizi dayatarak uygulayıncaya kadar…
Sonuç olarak, 24 Ocak Türkiyedeki Neolibberal başlangıcın reçetesiydi. Şimdi yaşananlar ise Neoliebralizmin çürümüşlüğünün ifadesidir. Bir dönemin iki açısını yaşayarak yaşlılık halimize geldi. Dileyen anlar, dileyen unutur, dileyen hala fırsatçılıkla kapuşaricilik oynar. Seçim de herkesin.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.