Üç aydan fazladır kitlesel protesto gösterileri yapılıyor. Siyaset bilimci ve Adil Dünya Partisi Merkez Komite üyesi Pavel Katarzheuski, protesto hareketinin gelişimi, hapishane ve işkence ve sol muhalefetin bakış açılarına dair konuşuyor.
Röportaj, Avusturyalı sol dergi Volksstimme için Daniel Schukovits tarafından yapıldı.
Bize biraz kendinden bahsedebilir misin?
Adım Pavel Katarzheuski ve 24 yaşındayım. Belarus Sol Partisi Adil Dünya’nın Merkez Komite üyesiyim ve gençlik örgütünün liderlerinden biriyim. Siyaset biliminde yüksek lisans derecem var ve yüksek lisans tezimin konusu Avrupa’daki komünist partilerin ideolojik evrimiydi. Uzun bir süredir yüksek öğrenim alanında çalışıyorum.
Belarus’taki gösteriler neredeyse dört aydır devam ediyor. Neredeyse her gün sokaklara inecek gücü nereden buluyorsunuz?
Elbette etkenlerden birisi diktatörün oyların %80’ini aldığı şeklindeki tamamen saçma sonuçtu. Ancak, nicelikten niteliğe dönüşüm burada önemli. İktidara geldiği andan bu yana, Lukaşenko, hem demokratik hakları hem de sosyal güvenceleri tahrip etmeye başladı. 2005’te, öğrenciler, emekliler ve diğer zayıf toplumsal gruplar, yardımlardan yoksun bırakıldılar. Ayrıca, her yerde, tamamen bir kölelik sistemi olan kısa dönem çalışma sözleşmeleri getirildi. Bu sistem, işverenlerin istedikleri çalışanlardan kurtulmalarına veya onları son derece kırılgan pozisyonlara sokmalarına imkan veriyor. Son yıllarda, neoliberal reformlar derinleşti ve eğitim ve sağlıkta ödemeli hizmetlerin sayısı arttı. İşsizlere vergi koyma girişimi gibi zalimce olduğu açık olan ekonomik önlemler, halkın hoşnutsuzluğunu ateşledi. Ekonomide halen önemli paya sahip olan devlet mülkiyeti, tamamen bürokrasinin kontrolü altında ve burjuva rejime sadık. Bütün bunlar, demokratik seçimleri yokluğunda, bağımsız sendikaların yok edilmesiyle birlikte yaşandı. Özetle, halkın yaşam standartları düşüyor ve buna müdahale edecek araçlara sahip değiller. Marx ve Engels’in sözleriyle insanların zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yok.
Protestolar aynı zamanda polis terörüne ve protestocuların öldürülmesine karşı bir tepkiydi de. Bugüne dek en az beş protestocu öldürüldü, birçok kayıp var ve kayıplardan bazıları garip şekillerde ölü bulundular. Protestolar durursa baskı artar. Temel hakkımız olan sokakta korkmadan yürümek de dâhil özgürlüklerimizi ve yaşamlarımızı korumak için kazanmalıyız.
Birçok gösterici gibi sen de birkaç gün hapiste kaldın. Hapishanede yaşadıklarınızdan bahsedebilir misin?
Barışçıl bir gösteriye giderken birkaç yoldaşla birlikte gözaltına alındık. Aslında bu bir gözaltı değil de kaçırmaydı. Siyah ve işaretsiz, kar maskesi giyen bir takım insanlar, bizi plakası olmayan bir minibüse soktular ve dövdüler. Öldürülmekle tehdit edildik ve telefonlarımızdaki bilgileri göstermemiz istendi. Reddedersek parmaklarımızı kıracaklarını söylediler.
Minibüste dövülmemizin ardından, bizi polis merkezine göndermek için kullandıkları cezaevi aracına bindirdiler. Polis merkezinde, ellerimizi arkadan bağladılar, yüzükoyun yere yatırdılar ve tüm kişisel eşyalarımızı aldılar. Birçok tutuklunun bilekleri, kalın plastik bağlar nedeniyle siyaha döndü. Diğer tutuklular ve ben 12 veya 14 saati dışarıda, yüzükoyun uzanarak geçirdik. Polis, birbirleriyle konuşmaya çalışanları veya su veya ilaç isteyenleri dövdü. Bize nerede olduğumuzu bile söylemediler. Tutuklulardan birisi engelliydi ve birilerinden tıbbi yardım çağırmasını istedi. Ama polis, bağırmayı bırakana dek onu dövdü.
Sabah veya öğlen, yine cezaevi aracına tıkıldık ve Zhodino kentindeki hapishaneye götürüldük. Ulaşım hayli aşağılayıcıydı. Cezaevi aracı dokuz kişilikti ama biz yirmiden fazla kişiydik. Ben şanslıydım çünkü benim için cezaevi aracının hücrelerinde yer bulamadılar ve hücreler arasındaki koridorda tuttular. Burada daha fazla hava vardı. Dizlerimin üstünde ve ellerim arkadan bağlı bir şekilde iki saat götürdüler. Bir cezaevi aracının içiyle ilgili bir fikriniz yoksa, kapalı bir kamyonet kasasında üç hücre olarak düşünebilirsiniz. Dövülmediğimiz için hapishane daha iyiydi denebilir. Evet, koşullar korkunçtu. Sekiz yataklı bir hücrede 24 kişi vardık ve yiyecek daha çok çöpe benziyordu. Hiçbir hijyen prosedürü yoktu, eşyalarınızın hiçbirini alamıyordunuz ve haliyle okuyacak hiçbir şey yoktu. Bizi tamamen habersiz bıraktılar.
Hücre arkadaşlarımın çoğu ilginç, kibar insanlardı ve çoğunun, işten çıkarken veya kişisel işlerini görmeye giderken tesadüfen gözaltına alındıklarını belirtmek istiyorum. Düşünün, sokakta bir dükkana doğru gidiyorsunuz ve sonra, bayağı kaçırılıyor, dövülüyor ve hapse götürülüyorsunuz!
En kötüsü, akrabalar ve yoldaşlarla hiçbir bağlantıya izin vermemeleri ve nerede olduğumuzu söylememeleriydi. Kimse nerede olduğumuzu bilmiyordu. Kendi adıma, ilk yirmi dakika endişeliydim; sonrasında bizi hastanelerde, polis merkezlerinde ve morglarda arayan ailem, arkadaşlarım ve yoldaşlarım için endişelendim.
Duruşma üç gün sonra hapishanede yapıldı. Celse beş dakika sürdü ve hâkim, beni beş gün hapse mahkum etmeden önce sadece birkaç standart soru sordu. Ancak protestocuların baskısı nedeniyle ben ve diğer binlerce insan bir gün sonra serbest bırakıldık.
Hapisten çıktıktan sonra protestoların devam etmesinden ve grevlerin başlamasından etkilendim. Birçok gönüllü, hapishane etrafında bekledi ve taksi şoförleri, serbest bırakılanları Belarus’un dört bir yanına ücretsiz götürmek için hazırlardı.
Hapisten çıkmamın ardından, yaralanmaları belgelemek için hastaneye gittim. Ve hastanede gördüklerimi tarif etmesi zor. Yüzlerinde siyah ve mavi çürüklerle genç erkek ve kadınlar vardı. Birçoğu yürüyemiyordu ve tekerlekli sandalyedeydi. Sonra, Zhodino’ya götürülmekle ne kadar “şanslı” olduğumuzu öğrendim. Minsk’teki hapishanede, polis, insanların kollarını ve bacaklarını kırmış, erkek ve kadınlara copla tecavüz etmiş ve Minsk’teki Akrestsin hapishanesindekilerin biroğu şafağı görecek kadar bile yaşamamışlar.
Rejimin baskıcı önlemlerinin istenen etkiyi yarattığını düşünüyor musun? İnsanlar, sindirilmelerine imkân veriyor mu?
Şiddet, fabrikalarda protesto dalgalarına yol açtı ve kadınların yollarda “dayanışma zinciri” oluşturduğu kendiliğinden bir “beyazlı kadınlar” hareketi başladı. Şiddet, Lukaşenko’nun en samimi destekçilerinin bile birçoğunu kendisinden uzaklaştırdı.
Başlangıçtan bu yana protestolar ve yapısı hiç değişikliğe uğradı mı?
Söylemeliyim ki bu defa, 1990’lardan bu yana ilk defa, işçi sınıfı sesini yükseltti. Protestolar ilk başta bir tür soyut hoşnutsuzluk gibi görünse de terör dalgasından sonra, protestoları sanayi işçileri sürdürmeye başladı. Belirtmek gerekir ki protestolar, önceden “rejimin belkemiği” kabul edilen doktorlar ve öğretmenler gibi toplumsal grupları da içeriyor. Akademik dönemin başlamasıyla birlikte öğrenciler de gösterilere katıldılar.
Batı medyasında kitlesel protesto gösterileri neredeyse yalnızca liberal bir fenomen olarak gösterilirken Lukaşenko rejimi de kısmen komünist eğilimli olarak tarif edildi. Bununla ilgili ne düşünüyorsun ve sol muhalefetin hareket içerisindeki pozisyonunu nasıl tanımlarsın?
Söylemeliyim ki ve defalarca söyledim ki Tikhanovskaya ve diğer medyatik isimlerin protestocular üzerindeki pek de fazla etkisi yok. Protestolar merkezi değil ve büyük ölçüde kendiliğinden örgütlü. Farklı görüşürlerden insanlar ve bazen de tamamen politikadan uzak tutulmuş insanlar protestolara katılıyor ve hepsi de esas olarak yeni demokratik seçimleri ve otoriter rejimin son bulmasını savunuyorlar.
Önceden de söylediğim gibi, Lukaşenko rejimi tüm olası toplumsal ve demokratik hakları yok etti. Buna sosyal yardımlar da dâhil ve bunun nasıl komünist yönelimli veya genelde solcu görüldüğü belli değil.
1990’larda Lukaşenko’nun tipik aşırı sağ popülist bir söylemle iktidara geldiğini çok az kişi hatırlıyor. İnsanları “kızıl intikam” ve “piyasa karşıtı reformlar” gelecek diye korkttu. Aynı zamanda, büyük bir komünist ve tarımsal reform yanlısı grubu da içeren demokratik olarak seçilmiş parlamentoyu yok etti.
Elbette Lukaşenko, yaşlı seçmenleri etkilemek için Sovyet nostaljisini kullanmanın faydasını fark etti ve 26 yıl bunu yaptı. Ancak 1990’ların sonlarında, Lukaşenko ve parlamenter grubu, SBKP’nin Belarus seksiyonunu yasakladı. Hatta 1996’da rejim, o zamanlar adı Belarus Komünistleri Partisi olan partimiz içerisinde yapay bir ayrışma örgütledi ve bir kukla “komünist partisi” kuruldu. Bu parti, rejimin tüm kararlarını destekliyor ve aynı zamanda enternasyonal sol harekete, diktatörlüğe olan “desteği” göstermek için kullanılan rejime ait bir propaganda aracı görevini görüyor. Bu arada, adımızı Belarus Sol Partisi Adil Dünya olarak değiştirmemizin bir nedeni de buydu, Lukaşenko’yu destekleyen diğer partiyle karıştırılmaktan kaçınmak istedik.
Yakın zamanda, devlet işletmelerinde ve fabrikalarında da bazı grevler yapıldı. İşçilerin direnişinin nasıl gelişeceğini düşünüyorsun?
Çoğu grev komitesi ezildi, işletmeler içerisine hapishane rejimi getirildi ve işçiler, gün içerisinde fabrikalar etrafında hareket edemiyorlar ve meslektaşlarıyla iletişim kuramıyorlar. Ancak, direniş devam ediyor ve madenciler yine grevdeler ve IT işçileri protestoculara yardım ediyor. Size özellikle, 300 metre derinlikte kendisini zincirleyen ve Lukaşenko istifa edene kadar çıkmayı reddeden direniş kahramanı madenci Yuri Korzun’dan bahsetmek isterim.
Sendikalara gelince, Belarus’taki “resmi” devlet yanlısı sendikalar çalışanı değil de işvereni savunur. Bağımsız sendikalar ise uzun yıllardır siyasi kulüpleri anımsatıyor, bütün bu yıllar boyunca fabrikalarda örgütlenmeleri yasaklanmıştı. Bununla beraber, artık harekete geçmeye ve diktatörlüğe karşı savaşta işçilere yardım etmek için protesto gösterilerini kullanmaya çalışıyorlar.
Belarus sol partisi Adil Dünya’nın, protestolarda beyaz-kırmızı-beyaz bayrağın kitlesel bir şekilde kullanımı hakkında ne düşünüyor? Reel sosyalizm ve Nazi işgali dönemindeki burjuva muhalefetle olan bağlantıyı da göstermiyor mu?
Dürüst olmak gerekirse bu konuyu sevmiyorum ama tartışmayı netleştirmek isterim. Çoğu insan gösterilerde beyaz-kırmızı-beyaz bayrağı görüyor ve onu milliyetçiliğin, komünizm karşıtlığının ve neredeyse faşizmin bir sembolü olarak kabul ediyor.
Tarihsel olarak, bu bayrak Şubat Devrimi sırasında Belarus Sosyalist Partisi “Hramada”nın bir üyesi tarafından çizilmiştir. Bu da tarihsel anlamda, bu bayrağın Belarus sosyal demokrasisinin sembolü olduğu anlamına geliyor. Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, armanın beyaz, kırmızı ve beyaz yapılması planları dahi vardı ama diğer bir seçenek kazandı. Ne yazık ki bu sembollerin karanlık bir tarafı da var. Beyaz-kırmızı-beyaz bayrak Nazi işbirlikleri tarafından kullanıldı ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra birkaç yıl devletin bayrağı oldu. 1990’ların ortalarından bu yana daha çok liberal ve milliyetçi muhalefetle birlikte anılıyor.
Örnek vermek gerekirse, İtalyan bayrağının renkleri de Faşist İtalya’da kullanıldı ama kimse İtalyan bayrağına faşist demiyor. Aynısı, Nazi işbirlikçilerince kullanılan Rus ulusal bayrağı için de söylenebilir. Elbette devlet sembollerinin değiştirilmesi destekçisi değilim ve hiçbir zaman beyaz-kırmızı-beyaz bayrağı elime almayacağım ama ulusal demokrasinin bir sembolü olmaktan çıktığı ve sivil direnişle ilişkili bir hâle geldiği için memnunum.
Eğer protestolar başarılı olursa, Belarus yeni bir cumhuriyete doğru gider mi? Ülkenin, Rusya Federasyonu ve AB arasında gerilimle karakterize olan jeopolitik durumu için ne gibi olasılıklar açabilir?
Bence eğer protestolar kazanırsa kalkınmanın jeopolitik rotası üzerine tartışmalara girişilebilir. Ama Belarusluların çoğu Rusya’yla yakın ilişki yanlısıydı ve öyle de olmaya devam ediyorlar, yani bu tartışma bir yere varmaz. Bence en iyi sonuç Belarus’un tarafsız olması olur. Bu şart anayasamızda var ve tek yapılması gereken hayata geçirilmesi.
Avrupa solu ve AB’deki ilerici partiler mücadelenizi nasıl destekleyebilir?
Değerli yoldaşlar, dayanışma açıklamalarınızla zaten büyük bir şey yapmış oldunuz. Ve yapmaya da devam ediyorsunuz.
Diktatörlüğün “sol savunucuları”, Belarus’taki sol ve komünist hareketin geleceğine büyük zarar veriyorlar. Düşünün, insanlar baskı, cinayet ve tahrifatı protesto ediyorlar ve bazı sol partiler bunu yaptıkları için onları eleştiriyor. Bu durum, işçilerin, öğrencilerin ve bir bütün olarak Belarus halkının gözünde solu itibarsızlaştırabilir.
Sizlerden, ülkelerinizdeki Belarus elçiliklerine gitmenizi ve sol güçlerin daima protestocuların haklı taleplerinin yanında olduğunu göstermenizi rica ediyorum. Yoldaşlarınıza, arkadaşlarınıza ve akrabalarınıza ülkede neler yaşandığını anlatın. Belarus devlet kurumlarına mektup yazın ve şiddetin durdurulmasını ve tutukluların serbest bırakılmasını talep edin.
Bizi desteklemek için ne yaptıysanız teşekkür ederiz ve lütfen yapmaya devam edin.
Röportaj için teşekkürler.
23.10.2020
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.