Peki ama bu konuda eleştiriler olmadı mı? Oldu. Hem de ilk eleştiriler anarşistlerden geldi. 1917 devrimiyle bürokrasinin parti içinde etkinlik kurmaya başladığını ilk onlar sezip hemep devrimi eleştirip ayrıldılar ama bürokratik güçler ve ne yazık ki bir kısım devrimci güçler de, onların eleştirilerini kaale almayıp derhal onları karşı devrimci ilan edip termine ettiler. Bu terminasyona katılan Troçki’nin de sonu 1926 sonrasında aynı oldu. Bürokrat güçler devrimcilere saldırırken devrimi yapan tüm devrimci proleterler de aynen anarşistler gibi milyonlarcası yokedildi. Peki bu durumda parti içindeki devrimci mekanizmalar çalışmadı mı? Çalışmadı maalesef… Çalıştırtılmadı. Ne demokratik merkezcilik, ne özeleştiri ,ne de eleştiri çarkı çalıştırıldı. Devrim sırasında bir kapitalist kuşatma ve sağcı güçlere karşı mücadele veya savaş olurken, kriz durumu devamlı kaldı ve çoğulcu demokrartik yapı emsali veren Komünist Partisi ,maalesef çoğulcu yapı yerine tekçi “Monolitik” yapıda kaldı ve aslında Stalinizm adı verilen bu gerici yapı, SSCB Komünist Partisi içinde mevzisini korurken, hiç taviz vermedi , partinin devrimci bağlarını, bilincini, politik devrimini engelledi , zaten bu yapı Marksizmle bir ilişkisi olmadığı için çöküp gitti. Parti ideolojisini zenginleştiremedi.”Tek ülkede sosyalizm” adlı tez de aslında ulus-devletçilik emareleri taşıyan ve enternasyonalist mücadeleyi reddeden bir politika yansımasıydı ki bu politikanın hayata geçirilmesiyle SSCB, 1930’lu yıllardan itibaren birçok hatalar yaptı ve bu hatalarda dünyadaki gerici güçler mevziler kazandı. Hitler Faşizmi de bu hataların bir ürünüydü. Olaylara Marksizmin Marksist Eleştirisi çerçevesinden bakamadı. Kadrolarında Marksist devrimci elemanlar ortadan kaldırıldı. İkinci Dünya Savaşı içinde uydu olacak, Macaristan, Bulgaristan, Doğu Almanya gibi ülkelere girilirken, Marksist kadroların o Stalin tarafından, o ülkelerde ortadan kaldırıldığı da bilinmektedir. Daha sonra ayaklanmalar da olurken bunlar SSCB gerici güçleri tarafından bastırılmıştır. Zaman aşımı içinde bilhassa ABD emperyalizmi ile bir silah ve hegemonya alanı savaşı başlatıldı. Bu savaşın devrimci bir özü veya dünyada Proleter sosyalist mücadeleyi yaymak gibi bir özelliği yoktu. Sadece dünya üzerindeki Komünist Partilere, SSCB’nin hegemonya alanını yayıcı acentalar veya ajanlar olarak bakıldı ve bu soğuk savaş sırasında her alanda bu doğrultuda mücadeleler verildi. SSCB taraftarı olan ülkelerde egemenlerle işbirliği yapılırken bunların sosyalist olmasına da dikkat edilmedi. Sadece oradaki Sovyet acentası olan Komünist Partiler ve ittifak yapılan egemen kesimlerle işbirliği sağlandı ve SSCB’nin menfaatlerine uygun politikalar olmasına dikkat edildi. Bu ülkelerdekiler aynen Türkiye Kurtuluş Savaşı’ndaki Kemalistler gibi anti-emperyalisttiler ama sosyalsit değillerdi.AKEL ve Makarios işbirliği, SSCB’nin Kıbrıs’ta toplumlararası çatışmaların özüne inilmesi, sorunun çözülmesi değil, Makarios’un doktrininin uygulanması için politikalara destek verildi. Amaç, SSCB bürokratik hegemonyasının yayılması ve soğuk savaşta ABD emperyalizmine darbe indirilmesi veya NATO’ya güçlük çıkarılmasıydı. Elbette Makarios da küçük çapına rağmen bu dengeyle oynamaya çalıştı, Türkiye’nin müdahalelerini önleme yoluna gitti, içte ise Kıbrıslıtürkleri kırmaya devam etti ama sonuçta 1974 yılında Yunan Cuntası tarafından CIA işbirliği ile devrildi. Türkiye adanın kuzeyi’ni işgal etti ve 1963 yılında başlayan Kıbrıslırum elitlerinin işgali adanın Kuzeyi’nin işgali ile pekiştirildi.SSCB’nin bu gibi politikaları yüzünden Almanya’da Hitler 1930’larda, hem seçimleri kazandı hem de diktatörlüğünü ve faşizmini ilan etti. Franko’ya yardımcı olunduğu ve orada anarşistlere karşı Franko güçlerinin desteklendiği gerçektir. Bu arada Küba’da füze olayında da Küba’nın ortada bırakılması, Çin’de Çin Devrimi sırasında Mao’nun güç durumlarda bırakılması, güya dünya devrimini destekleyen Rusya’nın, devrimci grupların dünyadaki mücadeleleri sırasında onlara hibe silah yerine silah satması ve politikalarının böyle olması da bu yüzdendi. Che Guevera anılarında bilhassa Çekoslovakya’ya güvenmediğini ve oradaki yetkililerin CIA ile işbirliği içinde olmalarından bahsetmesini de aynı değerlendirmeler içine almalıyız.
Şimdi AKEL’e gelince; Bizim tarafta bilhassa eski SSCB’ci refiklerde veya yoldaşlarda gözü kapalı hala daha bir AKEL hayranlığının olduğu gerçektir. Lakin son zamanlarda bilhassa İbrahim Aziz’in kitabında, Vanezos’un “Derviş Ali Kavazoğlu” adlı kitabında, gene Ümit İnatçı ve Mehmet Hasgüler’in hazırladıkları “Kıbrıs’ın Turuncusu” adlı kitaplarda, Derviş Ali Kavazoğlu ile AKEL arasında başlayan ve Kavazoğlu’nun AKEL’i enosis politikaları yüzünden eleştiren demeçlerinin olduğunu öğrenmekteyiz. Gene vurulmadan bir müddet önce Kavazoğlu’nun İngiltere’deki arkadaşlarına, AKEL’i eleştiren bir mektup yazdığı ve kendisinin sol bir parti kurmak istediğini belirten bir kısa mektubun veya ondan önce mektupların varlığından söz edilmektedir . Fakat öğrendiğimize göre, hala daha sırf AKEL yıpratılmasın diye bu mektup veya mektupların açıklanmadığı da bir sır değildir. Bu mektupları açıklamayan yoldaş veya yoldaşların, bence AKEL’i koruyacağız havasıyla 1926 sonrasındaki gerici karşı devrime hizmet ettikleri, bu tavrın devrimci bir tavır olmadığını da belirtmek istiyoruz. Kuzey Kıbrıs’ta bir zamanlar SSCB’yi tanrı olarak gören CTP gibi partilerle, sosyal demokrat bilinen TDP veya TKP gibi partilerin de özeleştirisi veya eleştirileri de bu çerçeve içinde yapılabilir. Kaldı ki bu gibi partilerin CTP ve TDP dahil özünde KKTC’ci olmaları, ulusal sınırları veya statükoyu desteklemeleri de aynı hastalığın bir başka tezahürüdür.
Geçenlerde bu konularda bilhassa Kavazoğlu ve vurulması konusunda facebook-sanal aleminde bu konuyu tartışırken, eski bir CTP’li ve Dev-iş’li arkadaşın benim yukarıdaki noktalara eğilen yazımdan dolayı bana küserek beni facebook sayfasından bile attığını gördüm. Marks dahil Lenin, Troçki gibi devrimci ustaların, devrimci özeleştiri, şüpheciliği, özeleştiri ve eleştirileri devrimci bir tavır içinde algıladıklarını ve solun kan kazanması için bu gibi değerlerin olması gerekliliğini vurgulayan birçok yazı ve makaleleri vardır. Türkiyeli devrimcilerden İbrahim Kaypakkaya bile ne isterse olsun, kimden gelirse gelsin eleştiriye açık olunması gerektiğini de vurguladığını belirtmek isterim. Türkiye’de hayatta olan birçok 1968’li, Dev-Genç’li arkadaşımızın da (Demir Küçükaydın gibi..) aynen benim burada paylaştığım görüşlerde olduğu da gerçektir. Bu arada bu tavır içinde olan ve hasta olup SSCB hastahanelerinde sağlığı için bakılması gerektiğini Brejnev’e bildirip, bu isteği 1971’de reddedilen, büyük Marksist Türkiyeli İdeolog Dr Hikmet Kıvılcımlı’nın da, reddedilince bu görüşler çerçevesinde, meşhur Brejnev mektubunu rahmetli Özker Özgür ve Fuat Feganla Kıbrıs’tan kaleme aldığı bilinmektedir.
Herşeyi açıkça konuşalım; Kavazoğlu hakkında bilinmeyen ve sırlarla dolu ama öldürüldüğü günün yüzeysel olarak bandolarla kutlandığı ama ideolojik tartışmalara yer verilmeyen, SSCB karşı devrim havasında, bürokratik mekanizmalarla desteklenen bu günü, bu görüntüden kurtarmak ve gerek Kıbrıs sorununun gerekse dünya devriminin niye bu durumda olduğu konusunun, patolojik ve anatomik olarak konuşulduğu, tartışmalarla bu gibi günleri anmak veya kutlamak gerektiğini belirtmek isterim…