Kıbrısda doğalaşan eski bir anlatı vardır: Osmanlı adayı ingilize kiralar. İngiliz deniz açığına gemilerle gelir. Doğrusu, içinde korkular da vardır. Nedeolsa, adaya yeni efendi geliyor ve ada ahalisinden direniş yapma veya hoş karşılamama normaldır. İngilizler gemilerde beklerler, Etrafta tıs yok. Sahilde toplanıp protesto yapan da yoktur…. Bunun üzerine bir Hintli askeri adaya çıkarıp, oradaki durumu izleyip, kendielrine dönüp aktarmasına karar verirler. Hintli Larnakaya çıkar. Bakar ki kimsenin umurunda değil! Yalnız önemli bir duyum duyar… “Osmanlı son ayların maaşlarını memura ödemedi!
Hintli gemiye dönüp olanbiteni komutanlara anlatır. Komutanlar da durumu Kraliyete bildirir. Şu kararla birlikte karaya çıkarlar. Tepki, direniş falan yok. İngiliz Lefkoşaya yönelirken de memurların maaşlarını ödemek için, katırları şilinlerle yüklerler! Katırlar Lefkoşaya giderken, Kıbrıs ahalisi de memurları ödeyecek diye onları alkışlarla yollarda karşıladılar. İngiliz de epey keyiflenip, şilinlerin birkısmını da şakşakcı ahaliye dağıtı.****
Yakın tarihte Kıbrısta bu tip örnekler epey vardır. Fakat İngiltere kiralanma dönemi hep akılda kaldı. Özelikle Kıbrısdaki 2 toplum tartışmalarının çoğu kendi lehine ya sansürlendi veya başkalaştırıldı. Dış güçleri pek konuşan da olmadı. Arada can sıkıntılarında bunu tekrarlayan olsa da, Kıbrıs konusunda yazanların özelikle dış güçlerin etkilerini pek fazla deşmedikelri de kesindir. İnanmazsanız ençok güvendiğiniz yazarlara yeniden bakın! Öyle uzağa değil, 74, 58, 63 gibi kitapları gözden geçirin….
Neden böyle bir girişle yazıya başladım? Siz yazıyı okurken özelikle Kıbrıs için ilhaklaşma ile piyasa sömürgeleşmenin önemli bir anlaşması da imzalanmış olacaktır! Konu olan anlaşma Su olmaktadır. Sadece yukardaki örneği değil, dünyada yapılan Su özeleştirme ve hele dıştan başka ülkeden böylesi kaynağın gertirilmesini inceleğin. Mutlaka kanlı direnişler, değiştirilen yönetimler bulacaksınız. İsterseniz filimlere meraklıysanız “Bolivyadaki Yağmur damlalarını” veya “Güney Afrikadaki karanlıktaki Gerçek” yapıtlarını yeniden görün. Suyun insan yaşamındaki önemi ile neden sermayenin bu alanı özeleştirip metalaştırdığını daha iyi anlayacaksınız…
Dünyada en yumuşak geçişle, en cılız tartışmalarla, en anlamsız boyutları ile ele alınan bir Su özeleştirme hem de dışa bağımlılıkla stratejik bir siyasal anlaşmaya tanık oluyorum. Nasıl ki ingilizin şilinleri ile alkışlar koyup yeni sömürgeleşmeyi gayet doğal geçişle yaşayan Kıbrıs, Şimdi de dünyada deprem yaratan Su anlaşmasını “su istemiyormusunuz* Damacana sudan daha ucuz olacak” gibi anlamsız yüzeyselikle geçiştirdik. Oysa bu tarih Kıbrısın hangi anlaşma veya çözüm denen olay gerçekleşirse de Türkiyeleşen denetimli varlığın önemli bir adımı olarak yaşama geçti. Kıbrısın kocaman ünüversiteleri nedense bilimin en ihdiyaçlı döneminde sadece kar yapma ve sayısal öğrenci reklamı dışına çıkamadığı için, bu tarihi konumu dahi yerinde anlatamadı! Daha vahimi; kendine tarihci denip tarih yerine resmi güncelç çıkar ezberi yazanlar da olayı çok önemli zafermiş gibi aktarmakla meşkuldurlar.***
Yeniden Suyu keşvedecek değilim! Bazılarının duyduğu Uruguaylı Müjikanın en önemli siyasal tavrı nemi oldu biliyormusunuz! Uruguaydaki özeleştirilen ve halkın meta olarak satın aldığı suyu yeniden geri ahaliye almak için verdiği mücadeledir. Bolivyada yağan yağmurun damda varellerde dahi toplanmaması tavrı da çarpıcı durumalrdan birisidir! Birzamanlar öyle çok uzak değil 1978 yılında Stratejik Sömürge ilk seminerimi OTÜ verirken, şu tesbiti o dönemde yaptım. Kıbrısın ekonomik alanlarını ille de kar değil de adayı tutup stratejik olarak kulanma siaysal duruş da vardır! Nitekim Türkiyenin onca masrafı yaptırdtıp adaya su getirirken, adanın ihdiyacından ve sadece kar yapmak la yeterli değildir! Adanın kontrolu ve hiçolmazsa Kuzey Kıbrısda kalıcı kalmanın stratejik gerçeği de vardır. Oysa Türkiyede dahi epey susuzluk çeken yerler varken öyle onca masrafa rağmen neden kıbrısa bu suyu taşısın! Burada bu gerçeği görmek istemeyenler, ille de eski İslamcı idolojik takıntılı Yahudilere de havale edilmesi de yapılmaktadır. Halbuki adanın suyuna el koyup işletmek le resmen burada hangi anlaşmayı yaparsan yap burada kalıcılaşan veya Türkiyeleşen bir coğrafi siyasal gerçek oluşturuldu. Bunu kimse konuşmaz. “Aman benim kuyum ne olacak* Suyun gelmesini istemiyormusunuz! Bize Türkiye su getirdi ve siz neden karşı çıkıyorsunuz! Bakın biz direndik ve enazından denetiminin elimizde kalmasını sağladık” gibi birçok anlamsız ama bireysel moral bulma ile siaysal kahramanlaştırma olgularını kolayca tatminlikle kulandık.
Onca ünüversite bize hala şunu öğretemedi! Su insan hakkıdır. Kamusal hak denilince neyin anlaşılması gerektiği, ulaşılığının anlamını insanlarda ilke olarak öğretmesi gerekiyordu. Sanki parayı sen veya ben almakla suda kamusal özel olma farkı gibi koltukcular savunup tartıştılar! Uluslar arası sermaye boyutlu anlaşmanın temel hukuk olduğu veya kuzey kıbrısdaki durumun Türkiye işkal halinde oluşunu da kimse tartışma içeriğine koymadı! Brakın tüm bunları; Suyun özeleştirlme ve daha acısı dış bağımlı metaya dönüşmesine bir protesto kitle hareketi dahi oluşamadı! Türkiyede derelerini dahi savunan halk dirençlerini burada en genel suda dahi yakalayamadık! Sadece demeçlerle geçiştirdik. Hele metnin içeriğini okuyup konuşanın sayısı da oldukça az! Teslimiyetin tatlı yalanların su üzerinden oynanan bir tiyatro seyreder gibi gelip geçti. Hele de bazı kontroller denilip adına kamu hak diye yuturmanın dahi tutması kadar rezil bir düşünce tarzı olamazdı!
Tekrardan buranın önemli bir yanlışını da belirtecem! Kıbrısda kamu derken hep yönetimin yaptıkalrını kamu diye bize öğretildi. Oysa yöneticiler yandaş paylaşımın en çirkin modelini öğretiler! Bunu su üzerinden de gördük. En basitiyle belediyeler dahi su parasını toplarken önemli kesimden tahsilat yapmayıp, farkı su ödeyenden de alıyorlardı! Yine Lefkoşanın bazı ünüversitedeki suyun denetimine dahi izin verilmediği ve bunu ilgili ünüversitenin yandaşlarının da savunduğunu yaşadık. Şunu da anımsatalım: Seksen yılında KTÖS salonunda ben ve uyuzluğu brakıp sesini açan Derviş Yüksel ilerde temiz suyu şişelerde içeceğimizi ve suyun metalaşacağını anlatırken, çoğu Gülüyordu!
Tarihi bir güne tanık olduk. Su resmen özeleşme ile yetinmeyerek, adada Türkiyeleşmenin sermaye olarak kalıcılaşmasının da kökleştirildiğini gördük. İlerde kim ne yazar ben bilmem! Bizim ahalide biraz kendini kahramanlaştırma duyguları da vardır. Kim bilir: yarın şimdi bu anlaşmaya yüzeysel bakan veya kabulenen nice kişi dönüp “Kıbrıs Türkü kahramanca bu anlaşmaya direndi* Ama olmadı” diyecektir!Nasıl ki şimdi makamda oturup tadını çıkaranlar eski sola sövüp kendini kahraman ilan etiğine tanık olursak, yarın yaşarsak, ayni kaypaklığın başka versyonunu da göreceğiz.
Sonuç; su artık insan hak veya kamusal deyer değildir. Su dıştan getirilen, metalaştırılan ve adamızdaki Türkiyeleşmenin son adımalrından biridir. Herkes çözüm falan derken, galiba çözüm alanı da hiçbir yer kalmayacak gibidir!
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.