Hanımefendi, iki-üç sene önce oğlunun da aday olduğu seçimlerde niye halkı boykota çağırıyoruz diye “Senin yazdıklarını kusarım, kusmak geliyor, tükürürüm senin yazdıklarına” diyordu. “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise “Akıncı gelecek dertler bitecek, artık özgürüz, artık çözüm geldi. Yarından itibaren barikatlar açılıyor, yarın Aplıç’ta etüd çalışmaları var” demekteydi birileri. Bir tanesi de “Statükoda da reform ve çözüm olur” demekte ve bizim yazdıklarımıza tümüyle karşı çıkmaktaydı.Çok güzel laflardı bunlar. Tozpembe hayallerdi ve Kıbrıslının küçük burjuva rahat yaşama güdülerine daha fazla hizmet etmekte, daha fazla tozpembe hayaller vermekteydi. “Siz hep kötümser davranıyorsunuz, siz bu topluma kara gün muştusu veriyorsunuz” denmekte , hatta bazı genççikler “ Sen gericisin, sen gericilik saçmaktasın” demekteydi. Bazıları “Sen hastasın, ne olur bir psikiyatriste görün” tavsiyesinde de bulunmaktaydı.
Nisandan bu tarafa dört ay geçti. Toplumlararası görüşmeler başladı. Ama Akıncı seçilince Tayyip daha ikinci günden kükremişti. Neymiş efendim şu kardeşlik teraneleri, onlar burada kan dökmüşlerdi. Tayyip kendi doğrultusunda aslında doğruyu söylüyor ve Kıbrıs’ın Kuzeyi’nin esas yapısının ne olduğunu haykırıyordu Akıncı’ya.Akıncı o günden sonra geri adımlara başladı. Ankara’ya da gidince akan sular durdu. Geride ne Aplıç kaldı ne de Derinya. Hatta Derinya için ne bileyim başka bir güzergah veya sekiz yüz metrelik bir uzaklıkta başka bir yerin açılması konuşulmaya başlandı. Aplıç’taki etüd çalışmalarından da eser kalmamıştı. Belki olur ama arada gene zorlukların olduğu ve çözüm konusundaki emarelerin ne olduğu da ortadaydı. Kıbrıslıtürk toplumu çözüm konusunda da istediğini yapamazdı. Zaten son günlerde çözüme karşı olan güçler de seslerini yükseltmeye başlamışlar, çözüm isteyenlere kaşı siyah çelenk koymaya girişmişlerdi. Yani anlayacağınız geri adım atılmaya başlanmıştı.
Çözüm istemeyen, veya 1974 sonrasında Kuzey’den haksız yere mal alan güçler, seslerini yükselterek Akıncı’nın çözüm konusunda dikkatli olmasına çalışıyorlar. Akıncı da kendini kanıtlamak için başında verdiği barış mesajları hilafına, Kıbrıslırumlara Kıbrıslıtürk köylerine gidip mal istememelerini öğütlemeye başladı. Sanki de böyle durumlar olmuş muydu onu da bilmiyoruz ama 1974 yılında, köylerini terkeden insanların, Kıbrıslırum veya Kıbrıslıtürk olsun, evlerini mallarını görme hakları yok mu? Kıbrıslıtürkler de devamlı olarak Güney’e gidip mallarını ziyaret etmiyorlar mı? Bundan normal ne var?
Belli ki söylenenlerin hilafına geri adımlar atılmaya, karşı güçler çözüme karşı eylem yapmaya başladılar ve en mühimi de esas Kuzey Kıbrıs’ta söz sahibi olan Türkiye’nin verdiği mesajlar. Hele hele son günlerde Türkiye içinde başlayan olaylarla, Türkiye hükümeti ve devletinin verdiği imaj Kıbrıs’ta bir çözümü anımsatıyor mu?
Gene onu da bırakın, bir aydın arkadaşın yazdığı bir yazıdan dolayı halkı ve gençleri askerlikten soğuttuğu iddiasıyla aleyhine dava açılması, içinde bulunduğumuz durumun 58 yıldır değişmediğinin en büyük kanıtı. Hadi gelin siz şimdi seçimlerde boykot yapılmasını isteyenleri kötümserler ve gericiler diye suçlayın? Peki halkı seçimlere, seçim sandıklarına yönlendirenlerin, halka bu gerçekleri söylemeyerek halkta yarattıkları hüsran mı daha yıkıcı, yoksa boykot çağrısı yapanların verdikleri mesaj mı yıkıcı? Ne düşünüyorsunuz? Karar sizin…