Halkların Demokratik Kongresi(HDK) kendi havuzundan Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) oluştururken, doğal olarak çeşitli çevrelerden, her çevre de kendi meşrebince HDP’ye yönelik beyanatlarda bulundular.
Bunlar içerisinde HDP’yi politik yaşam içerisinde görmek istemeyenleri bir kenara koyduğumuzda; HDP’ye l980’lerin sonlarından başlayarak, ana gündem maddesi olan birlik tartışmaları ve oluşan birliklerin bırakmış olduğu hayal kırıklıkları üzerinden yapılan okumalar öne çıkmaktadır.
Sorunu bu noktadan almaya başladığımız anda, daha sonraki sürece yönelik olarak yapacağımız değerlendirmelerin kendi içerisinde hatayı da taşıyacağını görmezlikten gelmiş duruma düşeceğimiz, gerçekliğimiz haline gelmiş olur.
12 Mart 1971 yenilgisiyle birlikte ortaya çıkan sonuç, devrimci hareketlerin örgütsel yenilgi halleridir.
Örgütsel yenilgilerin Türkiye devrimi ruhuna ulaşamamasından dolayı, devrime coşku ve duyarlılık kısmen yavaşlamış da olsa, varlığını devam ettiriyor hallerindedir.
Özellikle 74 affının sonuçlarıyla birlikte yakalanmış olan devrimci kadroların dışarıya çıkmalarıyla birlikte, Türkiye devrimci hareketi kendisini içe ve dışa yönelik örgütlenme faaliyetlerine başladı hale getirmiştir. Bu noktada da 1971 yenilgisinin öznel ve nesnel durumunun değerlendirilmesi yapılıp, bunun üzerinden yeni okumaların yapılması gerekirken; sürece damgasını vuran ‘nerede kalmıştık’ mantığıyla yola devam edilmesiydi. Dönemin kadro pozisyonunda algılanabilecek insanlarının bu yanlışı düşmelerinin koşulları ise; soldan yana düşünen insanların hemen onların etrafında öbeklenmeleriydi. Yani onlara yanlış yapma imkanlarını cömertçe sundular ve onlar da bu hakkı tepe tepe kullanmış halde oldular.
Eleştiri-özeleştiri-birlik devrimci harekete egemen edilemediğinden/olmadığından herkes Türkiye sol kütlesi üzerine kendi çadırını kurmakla meşgul halde oldular. Hemen hemen başlayan her tartışma mutlak doğrular üzerinden, yeniden ve yeniden bölüntüler meydana getirdi.
1980’lerin sonlarında başlayan Kuruçeşme toplantıları böyle bir mirasla, sosyalistlerin birliği tartışmalarına başlamış hallerindedir.
Buradan çıkan birlikler (ne kadarsa o kadar) geleceği projelendirmekten ve yürüyüşünü bunun üzerinden yapmak yerine; birlik bileşenleri bu sürece esas olarak kendi iç birliklerini sağlamak ve derlenip toparlandıkları oranda da birliğe egemen olmak karakteri halindedirler.
Birliği güçlendirmek yerine, birlikten güçlü çıkmak bileşen politikaları neticesinde birlikler devinim yapmanın uzağında kalmışlardır.
1980 açık diktatörlüğün sonucu sadece devrimci örgütlenmelerin yenilgisi olmayıp; toplumun sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik (24 Ocak kararları) olarak yeni bir konsept yaratmasından dolayı; devrimci ruhun, devrimci duygu selinin çekilmesine, Berlin duvarının yıkılması da eklenince, sosyalizm Türkiye’de bir bütün olarak en olumsuz koşullara düşmüş oldu.
Birlik tartışmaları, şu veya bu şekilde de olsa oluşan birlikler; birlikten güçlenerek çıkma ana amaçlı faaliyet tarzlarından dolayı, birliklerden azalarak çıkmak onlara maküs talih olarak kaldı.
Yaşanan bu süreçler, Türkiye sosyalistlerine ve var oldukları kadar kolektiflerine birliğin nasıl olmayacağı noktasında çok büyük bir külliyat bırakmış halde oldu.
Bu işin bir yanı.
Diğer taraftan Kürt özgürlük mücadelesinin gelmiş olduğu yer ise TC’ye ve Türkiye toplumuna gündemlerinin birinci maddesi olma halindedir.
Kürdistan toplumuna su misali akmalarından dolayı, belediye ve parlamentoda kendilerine temsiliyet gücünü kazandırmış haldedirler.
2011 genel seçimlerinde oluşturulan Emek-Demokrasi ve Özgürlük Blokuna Türkiye toplumunun güçlü bir temsiliyet vermesi; aynı zamanda Blok fikriyatının ve yapısının geliştirilerek devam ettirilmesi de karar hali de olmuş oldu.
Özgürlük mücadelesi ile sosyalist yapı ve unsurların aynı çizgide bulunmasının devamlılığı sağlanması; sosyalist yapıların ve öznelerin Kürtleşmesi, özgürlük hareketinin ise Türkiye toplumu sorunları ile bütünleşerek Türkiyiyeleşmesi. Halkların Demokratik Kongresi, Türkiyiyeleşmek ve Kürtleşmek teması üzerinden oluşan; TC devlet politikasıyla sorunları olan tüm kesimlerin kendi özgün halleriyle, öznelerin ve kolektiflerin yaratmış olduğu iradenin anlatımı olarak siyaset sahnesinde yerini aldı.
Yapının ana hali kongre karakterli olması ve kongre bileşenlerinin katılma mecburiyeti olmayan parti kurma haliyle de Halkların Demokratik Partisi (HDP) Türkiye toplumuna kendisini çözümün adresi olarak sunmuş durumdadır.
Süreci başından yeniden okumaya başladığımız zaman çıkan şudur:
Kuruçeşme’den beri devam eden birlik tartışmaları ve birliği oluşturma çabaları, her unsurun kendini tarif ettiği noktadan ve kendisinin var olduğu haliyle yapı kurulması; Türkiye emek-demokrasi ve özgürlük siyasetinde oluşturulması gereken bir siyaset ve yapı olduğu halidir. Bunun üzerinden yapılan yürümelerden Türkiye sorunlarına çözüm bulunabileceği halinin ortaya çıkmış olmasıdır.
Olgu bu hale evrilmişken, geçmişte yapılan hatalardan ve eksikliklerden kalkarak bu birliğe yürümez mantığıyla bakmak, bu işi becerinilebilecek halde olunamayacağı katiyeti içerisinde olduğumuz haline gelinilmiş olunur. Ki bu da en başta; kafa, göz yarıla yarıla da olsa dönüşümü sağlayabildik halini görmemekten başka bir anlama gelmemektedir.
03-11-2013 tarihli Taraf gazetesinde İlker Demirci: “HDP’yi anlatmak demek Kürtleri anlatmak demek. Kürtleri anlatmak Türk devletini, Osmanlıyı anlatmak demek. Mezopotamya’yı Fırat ve Dicle arasını, Ortadoğu’yu anlatmak da yetmez, Petrolu, enerjiyi, ABD’yi ve AB’yi anlatmak, küresel sermayeyi anlatmak demektir, HDP.”
Anlatımını yaparken; Osmanlı ve ardılı TC devletinin bu topraklara egemen olma süreçlerinin tarihsel yaşanmışlıkları bir kenara koymak mümkün olmaz. HDP’nin hitap ettiği toprakların bir yanı yukarı Mezopotamya olması, Kürt sorununun çok devlete sömürgeleştirilmiş Kürdistan sorunu olması hesabıyla, uluslar arası sorun karakteri olmasını beraberinde getirirken; Ortadoğu havzasının dünya petrol üretimi merkez üssü karakterinde olmasından dolayı da petrol ve enerji sermayesinin birinci dereceden ilgi alanı olmasını beraberinde getirmektedir. Bu vesileyle de ABD ve AB ülkeler ve birliklerinde dikkatine gelmemesi düşünülemez.
Bunların hepsi doğrudur. Ama bu doğrunun yüklenicisi olarak HDP’ye işarette bulunmak, bu partiye taşımaması gereken yükü vurmaktan başka bir şey değildir. Buna rağmen bu parti kendi vizyonunu çözerken, analizlerinde ve sentezlerinde bu olguları da ‘vardır’ olarak görmesi ona siyasette basiret konusunda marifetli olmasını beraberinde getirecektir. Esası: Bunları görerek kendi siyaset yapma sınırını TC sınırları içerisinde tanımlaması onun asli görevi olmuş olacaktır.
İlker Demir; HDP’ye bu kadar geniş bir görevlendirme yaparken, o zaman işin başka yanlarını da görmek zorunluluğundadır.
Türkiye demografisinin Kafkasya halklarında karşılığının olduğunu, bu toprakların kadim halklarından Ermenilerin ve Rumlarında olduğunu bilmesi gerektiğini ve bu anlamıyla da tarihin çok ciddi sorularla ayağa kalktığını da bilmesi gerekmektedir.
Sorun bu kadar geniş bir açıdan ele alındığı zaman, esas tartışılması gereken şey; var olan devletlerin karakteri, devlet olmayan devletlerin yapılandırılması ve aynı olan halkların yaşamlarında demokratik konfederalizm gibi başlıklar önümüze çıkmaktadır.
Bu da HDP’yi çok aşan başlıklar zinciridir.
O sadece bu konuda en fazla olacağı şey ‘bir halkası’ olabileceğidir diye düşünüyorum.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.