Bu anlamda Gezi, açıkça neoliberalizm karşıtı bir muhtevaya ve içkin olarak antikapitalist bir yönelime sahip. Solun bu aşikâr muhtevaya ve bu içkin yönelime sahip çıkması ve onu vurgulaması şart. Aksi, “hükümet istifa” sloganının içi pek de doldurulmamış, belirsiz radikalliğinin kolaycılığına teslim olmak anlamına geliyor. Gezi’nin bu boyutunun, üstelik kimi solcular tarafından da “üç beş ağaç” diyerek azımsanması, hatta hakir görülmesi akıl alır şey değil. Ağaçları bırakıp “ormanı” görmemizi salık veren her önerme, kitle hareketinin anti-neoliberal muhteva ve potansiyellerini yok sayma riskini barındırıyor. Oysa AKP hükümetine, Tayyip Erdoğan’ın şahsında cisimleşen otoriterizme dönük tepkiyi bu muhteva ve yönelimle zenginleştirmek, içeriklendirmek hepimizin boynunun borcu olmalı.
Çünkü sade suya tirit, belirsiz bir AKP karşıtlığı, yani sosyal-sınıfsal bir içerikle donanmamış bir hükümet karşıtlığı, günün sonunda ancak CHP’ye, hatta (Doğu Perinçek’in Kadıköy ile Yoğurtçu Parkı’nı karşı karşıya koyduğu son yazısındaki özgüveni de hatırlarsak) ulusalcılara yarayacak. Zarfıyla da mazrufuyla da bunca radikal potansiyellere sahip bir kitle hareketi, egemenler arası kamplaşmaların sunağında kurban edilecek. Mesele AKP’ye karşı olup olmamak değil elbet. Mesele AKP’ye nasıl ve hangi temelde karşı olduğumuz.
Yapacağımız en büyük hata, Gezi direnişinin açığa çıkardığı kitle hareketini (AKP’nin ekmeğine yağ sürecek şekilde) ilericilik-gericilik, cumhuriyetçilik-İslamcılık, Kemalizm-bilmem kaçıncı cumhuriyetçilik gibi (ana akım Batı medyasında da çok popüler olan) ikili karşıtlıklara indirgemek olacak. AKP’nin rahatlıkla “Fatih-Harbiye” dikotomisinin güncellenmiş bir versiyonu olarak takdim edebileceği bu karşıtlıklara sıkışmak, hareketin AKP’yi bunca yıl iktidarda tutan hegemonyayı çatırdatma potansiyellerini berhava edecek. Zaten AKP haftalardır Frenk mukallitliğiyle, Batıcılıkla, elitizme, gayrimillikle, vesayetçilikle damgalayabileceği – itham edebileceği bir rakip arıyor, hareketi bu klişelere (ama işe yaradığı defalarca ispat edilmiş bu klişelere) sıkıştırmaya gayret ediyor.
Dolayısıyla o çokça anılan “AKP’ye karşı muhalefet”, eğer AKP’nin her türlü sosyal-sınıfsal meseleyi kültürel kodlar içerisinde anlamlandırıp tanımlayan ve bu anlamda da sınıfsal-sosyal sorunları depolitize eden, görünmez kılan muhafazakâr popülizmini yeniden üretecekse vay halimize! AKP’nin iktidarı boyunca yaptığı şey, sınıfsal-toplumsal eşitsizlikleri kültürelleştirerek kendisini “milletin” otantik değerlerinin temsilcisi olarak sunması oldu. AKP’ye ve onun toplumu muhafazakârlaştıran hegemonyasına karşı verilecek mücadele işte bu nedenle AKP’nin beslendiği kültür temelli ve özcü bu ikili karşıtlıklara dayalı söylemi çözen, boşa çıkaran başka bir saflaşmayı gündeme getirmeli. Yani AKP’ye karşı muhalefetin odağı onu iktidarda tutan bu hegemonik bloğu çatırdatan, onun iç çelişkilerini açığa çıkartan bir eksene sahip olmalı. Özcesi bu bloğun içerisindeki derin sınıfsal eşitsizlikleri açığa vurmaya imkân verecek bir politik yönelim şart. Zaten AKP’nin buz gibi farkında olduğu şey, Gezi direnişinin kendi siyasal kavram ve kategorilerine sığdırılamıyor, o meşum ikili karşıtlıklarına tıkıştırılamıyor oluşu, dolayısıyla da onun hegemonik söylemini çatırdatma ihtimali.
Sözün özü, “üç beş ağaç” deyip geçmeyelim… Korktukları “Mustafa Kemal’in askerleri” falan değil, onlarla nasıl başa çıkacaklarını gayet iyi biliyorlar. Onlar asıl Gezi’deki o üç beş ağaçtan korkuyorlar…
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.