Aradan üç sene geçti ve şimdi her iki ülke de hiddetli siyasi çatışmalarla boğuşuyor. Ülkelerde gittikçe artan şiddetin nasıl sonuçlanacağı ve bu süreçten kimlerin galip çıkacağı belirsizliğini koruyor. Her iki ülkenin de kendine ve Arap -veya Müslüman Arap- toplumlarına has özellikleri bulunmakla birlikte buradaki olaylar bazı yönlerden Avrupa’da ve dünya genelinde yaşananlarla karşılaştırılabilir.
Peki, bugüne kadar neler yaşandı? Olayları analiz etmeye kitlesel ayaklanmalardan ilki ile başlamamız gerekiyor. Baskıcı iktidarlara karşı protestoları, diğer pek çok yerel ve enternasyonal eylemde de olduğu gibi, cesur gençler başlatmıştı. Protestolar başlangıçta emperyalizme ve sömürüye karşı eşitlik talebiyle ortaya çıkmıştı. Bu anlamda buradaki eylemler dünya genelinde 1966 ile 1970 yılları arasında görülen, bugün 1968 devrimi adını verdiğimiz, hareketlerle benzerlik gösteriyor. Tunus’ta gençlerin başlattığı protestolar ülke genelinde büyük yankı bularak geniş kesimler tarafından sahiplenilmişti.
Fakat sonrasında ne oldu? İktidarı devirmek üzere başlayan devrimler iktidardakiler için büyük tehdit oluşturur. Tunus örneğinde, ayaklanmayı bastırmak için yürürlüğe konulan önlemler başlangıçta işe yaramadı; pek çok grup çareyi sürece müdahil olarak devrimci hareketi evcilleştirmeye çalışmakta buldu. Hem Tunus hem de Mısır örneğinde ordu bir yandan protestoculara ateş açmayı reddetti diğer yandan ise, diktatörlerin gidişiyle ortaya çıkacak boşluğu doldurmaya yönelik çabalarıyla, devreye girdi.
Her iki ülkede de Müslüman Kardeşler isimli İslami hareket son derece güçlü. Protestoların başlangıcındaki süreçte bu hareket Tunus’ta yasal değildi; Mısır’da ise yakından takip edilerek kontrol altında tutulmaya çalışılıyordu. Protestolar Müslüman Kardeşlere iki kanaldan güçlenme olanağı sağladı. Bu hareket mevcut rejimin görmezlikten geldiği yoksullara yardımlar yaparak onların desteğini kazandı. Müslüman Kardeşler bunun yanı sıra siyasi partiler kurarak hem parlamento yoluyla iktidarı almayı hem de yeni anayasa oluşturulması sürecinde etkin rol oynamayı hedefledi. Sonuçta her iki ülkede de yapılan ilk seçimlerde en fazla oyu alan parti oldu.
Bu ülkelerde siyaset sahnesinde belli başlı dört grup bulunuyor. Müslüman Kardeşlerin partilerinin dışında Tunus’ta Ennahda Partisi Mısır’da ise Özgürlük ve Adalet Partisi etkin durumda. Bunlardan başka üç güçlü siyasi hareket daha var: az çok seküler olarak tanımlanabilecek sol unsurlar, Müslüman Kardeşlerin partilerinden daha tutucu olan, şeriat savunucusu radikal sağ Selefi güçler ve henüz güçlerini yitirmeyen, alttan alta faaliyetlerini yürüten mevcut rejimin savunucuları.
Aslında hem Müslüman Kardeşler hem de seküler güçler kendi içlerinde, özellikle sürecin nasıl devam edeceği konusunda, ayrışıyorlar. Müslüman Kardeşlerin partileri, Avrupa’daki sağcı partilerin son birkaç yılda saplandıkları çelişkilerin oldukça benzerlerini yaşıyor. Mütemadiyen devam eden ekonomik sorunlarla cebelleşen ülkelerde radikal sağ hareketlerin güçlendiği görülüyor; bu durum da “ana akım” sağ-merkez partilerin oy oranlarını olumsuz etkiliyor. Desteğini yitiren partiler kaybettikleri seçmenleri geri kazanmak için sol ve seküler güçlerle aralarındaki mesafeyi arttırarak radikal sağa yaklaşıyor. Buna karşı çıkan ve ılıman olarak tanımlanan bazı gruplar ise oyları geri kazanmanın yolunu merkezdeki konumu muhafaza etmek olarak gösteriyor.
Sol ve seküler güçler içlerinde çok çeşitli grupları barındırıyor: birbirinden farklı hakiki sol gruplar ile Avrupa ve Kuzey Amerika’daki piyasalarla daha yoğun ekonomik ilişkiler kurulması gerektiğini savunan orta sınıfa mensup demokratlar. Aslına bakılırsa, orta sınıfa mensup gruplar ekonomik meselelerde İslami hareketlerle oldukça benzer görüşlere sahip.
Süreçte kilit rol oynayan polisler hala mevcut rejimi destekleyen güçlerin elinde. Polisin seküler güçlere ateş açarak saldırmasının sebebi bu şekilde açıklanabilir. Çok önemli bir seküler lider olan Şükrü Belaid’in öldürülmesinin ardından düzenlenen protestolarda, ılımlı İslamcı olarak tanımlanan, Tunus’un başbakanı Hamdi Cibali, en az protesto edenler kadar dehşete düştüğünü söyleyerek, suikastı kınadı. Seküler gruplar ise cevap olarak, İslami partilere, özellikle de radikal olarak tanımlananlara, suikasta zemin hazırlayan koşullar oluşturdukları için Belaid’in öldürülmesinden dolaylı olarak sorumlu olduklarını belirttiler.
Tunus ve Mısır tecrit edilmiş ülkeler değiller. Komşu Arap ülkeleri başta olmak üzere diğer devletler de karışıklıklardan etkileniyor. Dış güçlerin sürece jeopolitik nedenlerle müdahale etme ihtimalleri çok yüksek. En büyük gelir kaynaklarından biri olan turizmin gerilemesi nedeniyle zarar gören, işsizlik oranları gittikçe artan ve oldukça yoksul olan her iki ülke de ayakta kalabilmek için dışarıdan gelecek mali yardıma muhtaç.
Yani, bütün bunlardan hangi sonuç çıkarılmalı? Gidişata dair iki farklı seçenek var. İlki devrim hareketinin, en azından bir süre için, noktalanması. Her iki ülkede de, ordunun desteklediği veya kontrol ettiği, dış politika konusunda temkinli tutucu muhafazakâr-sağ hükümetlerin iktidara gelme ihtimali var. Diğer seçenek ise 1968 ruhunun yeniden güçlenmesiyle devrim sürecinin başlatılmasıdır. Bu yol seçilirse, Tunus ve Mısır toplumsal dönüşümü başlatarak hem kendileri hem de Arap ülkeleri ile bütün dünya için yol gösterici işlev görebilir.
Mevcut durumda devrimi sonlandıracak güçler daha etkili gibi görünüyor. Ancak dünya karmaşık bir yer; devrimci yolların kapandığını söylemek için henüz çok erken.
Kaynak: http://www.iwallerstein.com‘dan muhalefet.org için çeviren Feride Tekeli
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.