Yirminci Yüzyılda milliyetçiliklerin kana buladığı bu adadan,
Bir Türk kadar Kıbrıslı,
Bir Kıbrıslı kadar Türk
Hastalarına şifa dağıtan,
Baflı doktor İhsan Ali geçti…
Kıbrıslılığına doladığı kalemiyle
Gittikçe milliyetçilikten uzaklaşan
Merkezine insanı alan fikirleriyle
Kiminin parası, kiminin de hayır duası,
hastalarına şifa dağıtan,
Baf’lı doktor İhsan Ali geçti…
Ne O Kıbrıslı kimliğinden vazgeçti,
Ne Kıbrıslılık O’ndan…
Bu adadan; ölüsü dirisinden daha tehlikeli sayılan,
Hem Baf’lı, hem doktor, hem insan,
İhsan Ali geçip gitti…
KIBRISLI İNSAN DR. İHSAN ALİ:
İhsan Ali 1904 yılında dünyaya geldi. Doğduğu Baf kazasına bağlı Vreçça (Dağaşan) köyünün ilkokul öğretmeni olan babasından öğrendi okuma ve yazmayı.
Ortaokul’u Baf’ta, Lise’yi de Lefkoşa’da okuyup tamamladı.
Kıbrıs’ta yüksek öğrenime gidenlerin parmakla gösterildiği o yıllarda İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olan İhsan Ali, ihtisasını İsviçre’nin Cenevre kentinde tamamladı. Avrupa’nın göl kıyısındaki bu muhteşem şehrinde kalmak yerine, o tuttu Kıbrıs’a geri döndü. Ada toprakları mı onu çekti. Ve o da içindeki sese uyup mu geri döndü doğduğu yere? Sanırım. Çünkü o gerçek bir Kıbrıs sevdalısı olduğunu yaşam biçimiyle gösterdi bize…
1934 yılında Baf kazasına yerleşerek kasabada doktorluk yapmaya başlayan İhsan Ali, o yıllarda yoksullukların ve hastalıkların kol gezdiği Kıbrıs’ta, maddi gücü yerinde olmayan birçok yoksul kişiyi ücretsiz tedavi etti. İşte bu nedenledir ki, sonradan Kıbrıs Türk Liderliği ve TMT tarafından kendisini “hain” ilan edilmesine rağmen, o, özellikle Baflı Kıbrıslı Türkler arasında çok sevilip saygı görmeye devam etti. İhsan Ali’ye duyulan bu sevgi ve saygı, onun Teşkilat tarafından, “öldürülmesinin Kıbrıslı Türkler arasında yaratacağı toplumsal zararın, hayatta kalmasından daha büyük olacağına kanaat getirilmesine” yol açtı. Ve böylece infazından vazgeçildi.
Denebilir ki Dr. İhsan Ali Kıbrıs Türk Liderliğine kafa tutup da eceliyle ölmeyi başaran ender siyasi muhaliflerden birisi olarak Kıbrıs Tarihi’ne geçti.
HEM KEMALİST, HEM DE ANTİ SÖMÜRGECİ:
Dr. Ali İhsan, Türkiye’de şapka devriminden hemen sonra, babasının fesi çıkarıp atan ilk Kıbrıslılardan birisi olduğunu övünçle anlatır hatırlarında. Sadece babasının Atatürkçülüğü ile övünmekle kalmaz, dönemin diğer heyecanlı aydınları gibi o da kendisini Kıbrıslı Türklerin arasındaki hızlı Kemalistlerden birisi olarak sayar ve öyle davranır.
Türk kimliğini öne sürmenin, Türkiye’ye en küçük bir yakınlık ve sevgi gösterisinde bulunmanın İngiliz Sömürge Yönetimince yasaklanıp, takip ve cezaya çarptırıldığı bir dönemde, o, Türkiye’nin milli günlerinde, Baf kasabasında törenler düzenlenmesine, Türk bayrağının çekilmesine bizzat öncülük eder. Adada yaşayan eski Osmanlı tebaası Kıbrıslı Türklerin, İslam kimliği ile anıldıkları o yıllarda, İhsan Ali özellikle “Türk” kimliğini dillendirmeyi yeğ tutar.
Türk kimliğini, Enosis’e karşı Taksim tezini desteklemek için değil, İngiliz Koloni yönetimine karşı Kıbrıs’ın bağımsızlığı için, sömürgecilikten azade kılınmış bir Kıbrıs arzusunu düşlediği için öne çıkarır.
Şöyle bahseder o yıllardan İhsan Ali:
“1940’da Baf’ta “Türk Derneği” adını taşıyan tek örgütün başkanlığına seçildim. İlk amacım, Derneğe bir bayrak bulmak oldu. Tüm Kıbrıs’taki milli bayramlarda, her zaman en önde olmaktan geri kalmadık. Sömürge yönetiminin her fırsatta boğmaya çalıştığı ulusal duyguları, Derneğimiz güçlendiriyordu. Evkaf Parkı’na yerleştirdiğimiz, milli marşın çalındığı megafonlarla, halkı kutlamalara katılmaya çağırıyorduk.” (*)
………………………………..
(*) Hatıralarım, Dr. İhsan Ali, Galeri Kültür Yay. Sf. 17
Dr. İHSAN ALİ’YE GÖRE:
İNGİLİZ SÖMÜRGE YÖNETİMİNİN KIBRISLI TÜRKLERE BAKIŞI
Dr. İhsan Ali yaşamı boyunca İngiliz Sömürge yönetiminin adadaki “böl ve yönet” politikasına her zaman karşı çıkar. Çünkü o kendisini adanın barışçı bir sakini olarak görür ve eğer dış karışmalar olmazsa Kıbrıslıların barış içerisinde bir arada yaşayabileceğini düşünür, yazar ve söyler.
İhsan Ali, İngilizlerin, özellikle adaya geliş tarihi olan 1878 yılından itibaren Kıbrıslı Türkleri az gelişmiş ve edilgen bir cemiyet olarak idare etmeye çalıştığını düşünmektedir. Tabii bundan dolayı da büyük bir öfke duyar Sömürge yönetimi ile adadaki işbirlikçilerine. Nitekim Kıbrıslı Türkleri aşağıladığını varsaydığı bu İngiliz tutumu karşısında şunları yazar.
“İngilizler Türk toplumunda iki “kabile reisi” tanıyorlardı. Bunlardan birisi Evkaf sorumlusuydu. Evkaf temsilcisi (Delegate of Evkaf) ünvanını taşıyordu ve en büyük etkiye sahipti. İkinci güçlü adam ise Müftü idi.” (*)
………………………………….
(*) A.g.e. Sf 18
“TÜRKTEN TÜRKE KAMPANYASI”NA KARŞI ÇIKAR:
İhsan Ali, “Vatandaş Türkçe Konuş”, “Türk’ten Türk’e Kampanyası” vb. faaliyetlerin, Kıbrıslı Türkleri “Türkleştirmek” amacıyla “Özel Harp Dairesi” denetimindeki TMT örgütü aracılığıyla bir nevi tehdit ve şiddet aracı olarak kullanıldığını öne sürer. Tüm bu baskı ve tehditlere karşı aldırmaksızın karşı çıkar.
İhsan Ali, Avrupa Ortak Pazarı’nın (AET) kurulduğu bir sırada ve AET üyesi Avrupa devletleri arasında malların serbest dolaşıma girmesine rağmen, “Türk’ten Türk’e Kampanyası”nın ilkelliğine ve anlamsızlığına dikkat çeker ve de bu iki olay arasındaki çelişkiye işaret eder. Dahası, aslında söz konusu “Türkten Türke Kampanyası” aracılığıyla, Kıbrıslı Türkler arasında küçük bir tüccar kesiminin, halkın tümünü sömürdüğünü dillendirir.
Ek olarak Kıbrıslı Türkler arasında yürütülen bu fanatik Türk Milliyetçisi kampanyalar aracılığı sayesinde, halkın zora dayanan yöntemlerle korkutulduğunu öne sürer. Kıbrıslı Türkler arasında TMT’den her türlü şiddeti uygulamaktan çekinmeyen bir korku teşkilatı olarak korkulduğu bir dönemde, o, gazetelerde yazdığı makalelerle kendi bildiği doğrularını, bizzat TMT ve baskılarını da eleştiri konusu yaparak cesurca yazmaktan, Kıbrıs Türk Liderliğine karşı açıkça muhalefet etmekten çekinmez.
Bir defasında Rum tarafından bir çift ayakkabı satın alan Ali İhsan’ın kızı da “Türk’ten Türk’e Kampanyası”nın takipçisi “Teşkilat”ın gazabına uğrar ve hem korkutulur hem de iki Kıbrıs Lirası para cezasına çarptırılır. Ali İhsan “Hatıralarım” isimli kitabında sadece kızının para cezasına çarptırılmasına değil, ancak onu alıp TMT’cilerin karargahına götüren ve 2 Kıbrıs Lirasını tahsil edenlerin arasında defalarca parasız tedavi etmiş olduğu bir akrabasının bulunmasına da oldukça içerlediğini yazar hatıralarında…
Adadaki gerek Elen Milliyetçilerinin, gerekse Türk milliyetçilerinin birbirlerini ötekileştirip düşman sayan şoven politikalarıyla, İngiliz Sömürge İdaresi’nin “Böl ve Yönet” siyasetine yardımcı olduklarını anlatır. Hatta hem Türkler, hem de Rumlar arasında bu koloni politikasına yardımcı olanların isimlerini ve yaptıklarını da siyasi anlatılardan yola çıkarak kendince ortaya koymaktan kaçınmaz.
“Hatıralarım” isimli kitabında şunları da yazar:
“ Şovenizm öyle bir noktaya vardı ki Türkler, ezelden beri Elen adlarıyla bilinen köylerin adlarını değiştirdiler ve örneğin Mandirya’yı “Yeşilova”, Aynikola’yı “Esentepe” v.s diye adlandırdılar. Aynısını Elenler de yaptı. Baf’ta çok tanınmış bir bölge ve adı Türkçe olan Musalla’yı “Akropolis” yaptılar. Tüm Bunlar bölücü İngiliz siyasetlerinin bir sonucuydu.” (*)
……………………………………….
(*) A.g.e. Sf. 22.
“ENOSİS’İN GERÇEKLEŞMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİ”:
Kıbrıslı Rumların kafalarındaki Enosis fanatizminin durdurulması mümkün müydü?
diye sorar İhsan Ali.
Cevabını da yine kendisi verir:
“Gerçekte Kıbrıs Elenleri için Enosis fikri bir tutkuydu ve ne yapılırsa yapılsın bunun akıllarından ve yüreklerinden çıkarılması kolay değildi.” (*)
Yirminci Yüzyılın başından 1959 yılına kadar süren adadaki İngiliz Sömürge yönetimi süresince, Kıbrıs Rum toplumun genelinde bir saplantı halini almış Enosis’in gerçekleşemeyeceğinin bir türlü fark edilememiş olduğuna dikkati çeken İhsan Ali, aradan geçen süre içerisinde, Kıbrıs Rum Liderliğinin Kıbrıs Türk nüfusun kaygı ve taleplerini dikkate almadığı kanaatine varır.
Ayrıca Makarios ve çevresinin, Sömürge Yönetiminin, Lozan Antlaşmasında Kıbrıs’ı çoktan gözden çıkarmış olan Türkiye’yi devreye sokarak, hem Yunanistan’ın Enosis’e verdiği desteği frenleyebileceğini, hem de adada Kıbrıs Rum Liderliğine ve Elen Milliyetçiliğine karşı Türk şovenizmini tetikleyebileceğini, çok da dikkate almadıklarını yazar “Hatırlarım” isimli kitabında.
Türkiye’nin Kıbrıs konusuna siyasi olarak müdahil olması, ek olarak adanın Türkiye’nin 40 mil yakınında bulunması, Kıbrıslı Türklerin varlığı vb. konular, Kilise ve Kıbrıslı Rum Liderliği tarafından pek önemsenmediği gibi, onları “Enosis” söyleminden de vazgeçirmeye yetmez.
Halbuki İhsan Ali’ye göre; “Gerçekte Enosis’in gerçekleşmesini engelleyen faktör, Türkiye’nin, Yunanistan karşısındaki askeri üstünlüğüdür.” (**)
20 Temmuz 1974 ile başlayıp ve bu yıl 37’nci yılını dolduracak olan adanın kuzeyinin Türkiye tarafından fethiyle sonuçlanan şu anki bölünmüş siyasal statüsü, bugün için hiçbir yoruma gerek bırakmayacak şekilde İhsan Ali’nin Kıbrıs’ın geleceğine ilişkin siyasi mantık silsilesinin de doğruluğunu ortaya koyar.
………………………………
(*)a.g.e. sf. 26-27
(**)a.g.e. sf. 31.
DR. KÜÇÜK’E KISMEN YAKIN, AMA DENKTAŞ’A KARŞI ÇOK SOĞUKTU:
Denktaş bey, Reşat Akar’ın hazırlayıp sunduğu “Dr. İhsan Ali Belgeseli”nde İhsan Ali’nin Kıbrıs Türk Toplumundan kopmasının, Dr. Küçük ile liderlik rekabetine girmesiyle başladığını söyler.
İhsan Ali “Hatıralarım” isimli kitabında yazdıkları Denktaş bey’in söyledikleri ile pek uyuşmaz.
Gerek Dr. Küçük, gerekse Denktaş’ın siyasi tutum ve düşünceleriyle, İngilizlerin “Böl ve Yönet” politikalarının uygulanmasına yardımcı olduklarını belirten İhsan Ali; “…Küçük, uzun zaman öncesinden bağlantısı olduğu Denktaş tarafından (böl ve yönet politikasına yardımcı olmaya-hp) sürüklenmişti” diye yazar hatıralarında. Ve devamında da: “Dr. Küçük yakın arkadaşımdı. Onu iyi tanıyordum. Sömürgecinin oyununa gelebileceğini sanmıyorum” diye ifade eder. İhsan Ali, Denktaş bey’i, hem siyaset sahnesine İngiliz Sömürge Yönetiminin teşviki ile girdiği, hem TMT’nin kurulmasından sorumlu olduğu ve hem de kendisinden olmayanları “Teşkilat” aracılığıyla korkuttuğu için her fırsatta Doktor’dan daha uzlaşmaz bulduğunu söyleyip yazmakta bir sakınca görmez.
Uzun lafın kısası, Denktaş bey’in Kıbrıs TV’de söylediklerinin aksine, İhsan Ali’nin “Hatıralarım” isimli kitabını iyi okuyan bir kimse, onun “toplumdan kopmasında” Doktor’dan çok Denktaş faktörünü suçladığını anlayacaktır…
DENKTAŞ BEY, BABASI RAİF BEY İLE GENÇ DOKTOR İHSAN ALİ ARASINDAKİ İYİ İLİŞKİLERE BİZZAT ŞAHİTLİK ETMİŞTİ.
Denktaş bey Lefkoşa kaldığı yıllarda, annesinin mezarını ziyaret etmek ve yakınlarını görmek için babasıyla birlikte Baf’a her gidişinde, İhsan Ali’nin evine de uğradıklarından bahseder ve İhsan Ali ile babası Raif bey’in sohbetlerini yazar.
Denktaş’ın babası Raif bey, okumuş olanların parmakla gösterildiği 1930’lu yıllarda Dr. İhsan Ali’ye karşı büyük bir sevgi beslemektedir. Denktaş’ın babası Raif bey gibi, İhsan Ali’nin de Raif bey’e karşı sevgisi vardır. Bu ziyaretlerde Denktaş, henüz ilkokula giden bir çocuktur ve sanırım İhsan Ali kendisinden yaklaşık 20 yaş büyüktür. Kim bilir belki de İhsan Ali’ye, hem bu yaş farkı, hem de babasına olan yakınlığından da dolayı belki de “İhsan Amca” veya İhsan Abi” demektedir.
İyisi mi, Dr. İhsan Ali ile ilgili olarak biz sözü Denktaş bey’in kendisine bırakalım.
“Baf’ı ziyaret ettiğimiz günlerde annemi ziyaretten (Denktaş’ın annesi ölmüştür dolayısıyla bu bir mezar ziyaretidir) sonra ziyaret ettiğimiz evler arasında Dr. İhsan Ali’nin gün gele TMT’ne Kurtuluş Mücadelemize ters düşerek Makarios’un ödenekli ‘Türk danışmanı’ olacağını kim düşünebilirdi? Babamın her okumuş insana karşı büyük bir sevgisi vardı. Dr. İhsan Ali’nin ailesi ve yakınları ile de babamın dostluğu vardı.”
Denktaş bey’in bir TMT kurucusu olduktan sonra kaleme aldığı Karkot Deresi isimli kitabında yazmış olduğu bu satırlardan da anlaşılacağı üzere, İhsan Ali’nin Makarios’un danışmanı olmasıyla Denktaş bey İhsan Ali’ye (aslında çok daha önceden başlayan-hp) karşı öfkesini açığa çıkarmakta bir sakınca görmez.
TÜRK MİLLİYETÇİSİ VEYA ANTİ EMPERYALİST OLMAK
1963 yılında patlak veren çatışmaların hemen arkasından Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs Cumhuriyeti kurumlarını, “can güvenliği” gerekçesiyle ve TMT’nin direktifleri doğrultusunda terk ederlerken, Türkler arasında adada iki siyasi görüş ve hareket tarzı oluşmuştu.
Birincisi Özel Harp Dairesi koordineli ve Kıbrıslı Türk çoğunluğun itaat ettiği düşünce ve hareket tarzıydı ve Kıbrıs Cumhuriyetinde görevli Kıbrıslı Türk bakan, milletvekili ve de memurlarının ortak devlet ile hükümetin tüm kurumlarını terk etmeleri ile sonuçlanmıştı.
Buna paralel Kıbrıslı Rumlarla birlikte aynı sokak ve mahallelerde ve de karma köylerde yaşayan sivillerin evlerini, mahallelerini ve köylerini bırakarak, Türklerin yoğun olarak yaşadıkları enklavlara/gettolara çekilmeleri planlanmıştı. Bu gettolarda askeri önlemleri de almak suretiyle adayı Taksime götürecek yollar denenecek, bunun için de Türkiye’nin adaya müdahalesi veya olası bir antlaşmayla iki toplumun birbirinden ayrılması için şartların olgunlaşması beklenecekti. Bu siyasi görüş başta Dr. Küçük ve Denktaş bey olmak üzere TMT ve Özel Harp Dairesi’nin destekleyip organize ettiği ve sonuçta 1963-74 arası yıllarda Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunlukla itaat ettiği bir yaşam tarzını doğurdu.
Öte yandan “Kıbrıslı” kimliği ile iki toplumun barış içerisinde yaşayabileceklerini öne süren barış yanlısı Kıbrıslı Türkler de vardı. Bu Kıbrıslı Türklere göre, adadaki fanatik Türk milliyetçiliği gıdasını Türkiye’nin anakronik milliyetçi bürokratik ve askeri kurumlarından alıyordu ve Kıbrıslı Rumlarla barışık değil kavgalı olmayı daha çok önemsiyordu.
Özetle ve kabaca aktardığımız bu iki siyasi kamplaşmada, Dr. Küçük ile Rauf Denktaş ismi birinci grubun içerisinde öne çıkarken, İhsan Ali’nin adı ikinci grup içerisinde sivrildi.
Dolayısıyla babası Raif bey ile İhsan Ali arasındaki karşılıklı sevgi ve muhabbet, siyasi nedenlerden dolayı İhsan Ali ile Denktaş arasında olmadı. “Sevgi” bir yana, adeta “siyasi nefret” ilişkisi İhsan Ali’nin ölümüne kadar sürdü.
Buna rağmen ikisi arasındaki ilişkinin aldığı bu hale bir “Kıbrıslı sezgiselliği” ile yaklaşıldığında ilginç düşünce ve sonuçlara varmak da mümkün.
Örneğin birkaç kez, bizzat Denktaş’ın kendi konuşmalarından şahit olduğum ve onun “Teşkilatın masum olan birçok insanın öldürmesini son anda önlediğine” dair bir söyleminin, Dr. İhsan Ali ile için de geçerli olduğunu belirtmeliyim.
Şöyle ki TMT’nin ilk başkanı Rıza Vuruşkan’ın Dr. İhsan Ali için çıkardığı “vur emrini” bizzat Denktaş bey’in kendisi engelleyecekti.
Hazır konu açılmışken isterseniz bir de bu olaya göz atalım…
DR. İHSAN ALİ “TMT” NİN KARA LİSTESİNDE:
Kıbrıs TV’de yayınlanan söz konusu belgesel çekiminde konuşan Denktaş bey, yazıhanesine helalaşmaya gelen 3 Kıbrıslı Türk gençten, hem Dr. İhsan Ali’yi öldürme görevini üstlendiklerini, hem de ölüm emrini kimin verdiğini öğrendiğini anlatır.
Denktaş bey haberi duyar duymaz, Lefkoşa’da Ankara Sokak’taki yazıhanesinden hemen dışarıya çıkarak, yazıhanesinin karşısında ikamet eden TMT Başkanı Rıza Vuruşkan’a koştuğunu ve kısa bir konuşmadan sonra emri verenin Vuruşkan’ın bizzat kendisi olduğunu anlatır.
Denktaş bey, İhsan Ali için kendisine: “Çok ileri gitti, çok zarar veriyor” diyen TMT Başkanı Vuruşkan’a: “Adamı öldürdüğünüz zaman vereceği zararı hiç düşündünüz mü?” diye sorar ve devamında İhsan Ali’nin öldürülmemesi konusunda Rıza Vuruşkan’ı ikna etmeye çalıştığını anlatır.
Tabii İhsan Ali, faili meçhul bir cinayete kurban gitmeyip eceliyle öldüğüne göre, Denktaş’ın o gün Rıza Vuruşkanı İhsan Ali’nin “ölüm emri”ni geri almak konusunda ikna etmekte başarılı olduğunu söylemek mümkün.
YAKIN TARİH TÜM ÇIPLAKLIĞIYLA BİLİNMELİDİR:
Gerçi Denktaş bey’in İhsan Ali Belgeselindeki açıklamasından ister istemez okurun aklına; “acaba o dönemin koşullarında Denktaş bey, davaya ‘zarar’ değil de ‘yarar’ getirdiği düşünülen bir öldürme eyleminin TMT tarafından onaylanıp gerçekleştirilmesini, kişi olarak onaylıyor muydu?” diye de illa ki bir muzır soru gelip takılmıyor değil…
Elbette bir tarih araştırmacısı ve yorumcusunun, yarım asır önce bu adada yaşananları, bugünün koşullarından yola çıkarak yargılaması çok da anlamlı sonuçlara yol açmayabilir. Ancak, günümüzde on binlerce sayfa bilginin, her gün ve her gece, neredeyse ışık hızında uçuştuğu dünyamızda, biz Kıbrıslı Türklerin, belki sadece gerçekleşen eylemleriyle değil, ama bununla birlikte gerçekleşmeyen düşünceleri ve niyetleri üzerinden de kendi yakın tarihimizi artık tüm çıplaklığıyla bilmesi gerektiği kanısındayım…
Aslında bu mümkündür de. Çünkü bugün Denktaş bey de dahil, onun gibi yakın tarihimize ışık tutacak hala yaşayan birçok ayaklı tarih kitaplarımız vardır. Bu nedenledir ki yakın geçmişindeki siyasi tarihi ve tarihi etkileyen olayları, özellikle bizimkisi gibi epeyce kana bulanmış küçük bir ada coğrafyasında sıkışıp kalmış çok milliyetli toplumlarda bilinmesi daha da önem kazanmaktadır.
Hem fail ve hem de mağdurlar olarak, geçmişin “acılarını” bizzat tatmış olan, belki de birçok olaya dahil olmaktan vicdan azabı çeken, ya da yakının kaybetmiş birçok insanımız vardır. Yaşayan birer canlı tarih olan bu kişilerin mümkün olduğu ölçüde bildiklerini anlatması, adada yaşayabilir bir barış için hem gerekli hem de faydalı olacaktır.
Dolayısıyla yakın tarihin tüm çıplaklığıyla aktarılması, ileride nerede hata yapılmaması gerektiğinin ipuçlarını keşfetmek ve ona göre bir barış inşa etmek için, geleceğin Kıbrıslılarına ‘zarar’ değil ama ‘yarar’ sağlayacağını bir kez daha vurgulayıp, Dr. İhsan Ali dahil daha birçok siyasi figür ve siyasi olayın aydınlatılması için bu ülkenin gazetecilerine, yazarlarına, aydınlarına, tarihçilerine çok iş düşmekte olduğunu bir kez daha belirtmiş olalım.
Neler olmuştu adamızın yakın geçmişinde?
“Bugünün bilgi çağında bu sorunun “muzır” da olsa cevaplarının, tüm çıplaklığıyla kamu ile paylaşılması, enformasyon teknolojisindeki muazzam gelişmeler nedeniyle hem kaçınılmaz, hem de gereklidir” diye yazmış olayım bir kez daha.
Öyleyse bundan on yıl kadar önce, bana, 1963 sonrası yılların getto yaşamında bir TMT’nin en üst düzeydeki görevlisinin, İhsan Ali ile ilgili olarak anlattığı bir olayı ve onu kişi olarak nasıl nitelediğini, o zamanlar not etmiş olduğum yerden çıkarıp yazmamın, kamuyla paylaşmamın vakti artık gelmiştir sanırım…
Bana olayı anlatan şimdi hayatta yaşamıyor. Ancak o anlatırken benimle birlikte orada bulunan iki gazeteci daha vardı. Ve bereket ki onlar yaşıyorlar…
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.