22 Eylül 1996
27 Haziran 1993 tarihinde olağan olarak toplanan kurultayımızdan sonra 12.12.1993’te Milletvekilliği genel seçimi ve Nisan 1995’te Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Ama UBP’nin parçalanması ve Rauf R. Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş’ın istikbalinin nasıl garanti altına alacağına bir başka temel işlev oldu.
UBP’nin Denktaş’a tahammül ettikten başka bir de oğullarına tahammül etmesi ve üstelik tüm vurgun, soygun ve çöküntünün sorumluluğundan Denktaş ailesini koruması, kendi üstüne alması mümkün olamadı. Ama CTP’nin soldan savrulmak yüzünden Denktaş’ı bırakalım, UBP’yi hedef alalım politikası Denktaş’ın etkinliğinin kırılmasının, meclisi kontrol etmesine olanak vererek yok etti. Meclisteki 15 sandalye ile dilediği gibi hareket edebildi. UBP’de muhalefette olmasına karşın, Türkiye’nin Kıbrıs’taki organlarının onayladığı politikalara omuz verdi ve CTP’nin hükümette olması sadece bazı CTP’lilerin mevkiler kazanmasına yaradı.
Durumun farkında olan CTP, “demokrasi yolunda ilerleme oldu, şimdi rahat konuşuluyor” demekten başka bir savunma yapamadı. BRT demokratikleşti iddialarını da uzun sürdüremedi. İki bombalama ve bir siyasi cinayetin de olduğu bir zamanda St. Barnabas ve DAÜ öğrencilerinin hudut dışı edilmeleri olayları YKP’nin gerçek hükümet dururken ön planda durup esas yetkilileri gizlemekten başka sonuç elde edemezler iddiasını kanıtladılar.
Kurultayımızın ikinci olağan toplantısın da –“diyebiliriz ki iktidar olmak isteyen ve bunu açıklayan yalnızca YKP’dir. Diğerleri iktidar olmak değil mevcut durumdan yararlanmak istemektedirler.”
Tespitini yapmıştı. CTP hükümete girdikten sonra “biz iktidar değil hükümet ortağı olduk.” Diye mazeretler üretirken bu tespitin doğruluğunu tasdik ediyordu.
YKP dışındaki partiler, iktidar olmayı değil durumdan yararlanmayı, bunun için de her türlü reklam ve aldatmacayı sürdürmeyi seçtiler. Ama oyunun ustası Denktaş hep olduğu gibi Türkiye’den bazı güçlerin de desteğiyle onları kontrol etmeyi başardı.
CTP’nin hükümet ortaklığı halka, hükümetten bir şey beklememeyi öğretti ve hükümetten bir şey bekleyebilmesi için Kıbrıs sorununun çözümünü beklemesi gerektiğini kabul ettirdi. Ama CTP Kıbrıs sorunu için, nakarat haline getirdiği söylemlerden başka bir ek yapmış ve “ne yani? Rumlar anlaşmaya çok mu hazır?” diye umutsuzluk yaymaya başladı. Bununla da Kıbrıs sorununun çözümüne katkı yerine günün politikasını destekleme olanağı elde etti.
Nitekim Güven Yapıcı Önlemler konusunda köstek politikası sürdürüldükten ve görüşmeler kesildikten sonra, tekrar başlatma baskısı yaratmaktan başka bir amacı olmayan manevrayı, BM Sekreteryası suçludur diye destekleyen CTP, şimdi de zemin hazırlanmasına hiç katkı yapmadan, taraflar arasında diyalog, başlasın diyerek yerini aldı.
Türk tarafının tutumunu saptayan Finsberg belgesi ile Di Roberto raporlarındaki hususlara YKP hariç hiçbir partiden görüş belirtilmediği halde diyalog başlasın çağrıları taraflı ve boş çağrılar oldu.
Kıbrıs sorunu çözülmeden ciddi bir adım atmanın zorluğu kurultayımıza sunulan raporlarda belirtilmişti. Kıbrıs sorununu çözmek için adım atmanın zorluğu ise daha büyüktü ve CTP bunu kanıtladı. Kurultayın ikinci olağan toplantısına sunulan parti meclisi raporunda “gelişmeler” bölümünde yer alan ve “hangi önemli konuya el atılsa, mutlaka bir Türkiyeli merci veya kişi ile karşı karşıya gelinecektir” diye sonuçlanan hususların bazılarında yani para, polis, eğitim müfredatı gibi hususlarda atılmak istenen ve hükümet programına alınanların ortaya çıkardıkları haklılığını gösterdi.
Ülkemiz nihayet “paranın akı karası olmaz” diyebilen zihniyete teslim oldu. Meclis, “hükümetin bir tüzükle düzenleyip vereceği izinle marka sahtelemesi yapılabilir” diye oybirliği ile yasa geçirdi, Acenteler Yasası diye perakendeci veya toptancılardan mal ithal edenlerden daha pahalı mal satabilme olanağı vererek tekeller yarattı, bankaların bileşik faiz uygulamasını meşrulaştırdı, işyeri çoğunluğuna mahkum edilen, işverence üyelik aidatı toplanan ve her şeyi bakanlığın denetimine alınmış sendikal düzenleme yaptı (Denktaş İşverene zorluk çıkaracak maddelerini Anayasa Mahkemesine havale ederek onlardan işvereni kurtardıktan sonra yürürlüğünü sağlayacak.) ve saire. Meclis içi, meclis dışı partiler ayrımı ile de bu teslim oluşa meclisteki partiler bekçi yapıldı.
“Övünmek gibi olmasın ben Kayseriliyim” diyen, “Kıbrıs Türk Kültürü diye bir şey yoktur, İngiliz döneminde ufak tefek etkilenme oldu” diye özür dileyen ve “gelen Türk, göçen Türk” görüşünde olanlar sözde ülkeyi yönetiyorlarmış gibi yapıp Türkiyeli merci ve kişilerin “Asker-Sivil bürokratların” yaptıklarının vebalini omuzluyorlar. O kadar ki Mağusa, Karpaz karayolunun Ankara’da ihalesine bile engel olmadılar.
Ekonomi battı. Maliyetler hem döviz kurları yüzünden, hem de ülkenin korsan yatağı (suçlu barınağı) haline getirilmesinden arttı. Ulaşım, zorluğu ve KTHY’nin yılların birikimini alıp Türkiye’ye kaçması nedeniyle turizme köstek oldu.
Üretici sektörlerin maliyetleri zahmet olur diye incelemeye bile alınmadı. Sahte sağlık belgeleriyle ihracat yapmaya kalkan bir ülkenin dış ticarette önüne konacak önlemlerle neler kaybedeceği bilinmeliydi. Ama sahtekarlığı CTP’li bakan örtbas ettikten sonra, basın susup oturduktan sonra ne beklenebilirdi?
Türkiye’nin 1986’dan sonra uyguladığı düşük değerli döviz politikası tüm sağlıklı sektörleri bu arada turizmi de batırdı. Ama oyun ustaca yürüdüğü için sağlam paraya alışkın Kıbrıslının kafası zararını görmedi. Cahilliğinden döviz perdesine eleştiri yapmadan stabıl para birimi masalları ile oyalandı. Bunun en büyük zararını çeken sektörlerle ilgili olan yalnızca turizmcilerdi ama onlar dahi yurdumuzun bir parçası turizm cenneti, diğer parçası dünyanın en pahalı ülkelerinden birisi nasıl olur diye düşünüp anlayamadılar. Yeniçağ’ın uyarılarına ise kulak vermediler.
Tam tersine Türkiye ile ekonomik entegrasyon, daha önceki her alanda Anavatanla bütünleşme söylemlerinin yerini aldı ve CTP’ de buna karşı olmanın mümkün olmadığını ilan etti.
Kıbrıs Türkünü mahveden entegrasyon yönündeki uygulamalara kısa vadeli şahsi çıkarlarla destek olanların kısa görüşlülükleri ile ekonomilerin dışa açılmasını bir ülke ile entegrasyon ile eş anlamlı görenlerin cahillikleri birleşti ve Kıbrıslı Türk diye bir şey yoktur diyen milliyetçilerle güç birliği yaptı.
Ekonominin başını çekenler kendi elleriyle kendi kuyularını da kazdılar. Büyükleri fırsat bulunca Türkiye’ye işlerini aktardılar, bulamayanlar yabancılara sattılar.
Rum acenteliklerimizi alacak diye saçmalayanların acenteliklerini Türkiye acenteleri aldı, onlara da bölge temsilciliği kaldı. Uçağa binmekten bıkmayanlar önemli alımlarını Türkiye’den yapmaya başladıysa da eşraf entegrasyon tamamlanınca göç eden evlatlarının ve dağılan ailesinin acısından başka elinde bir şey kalmayacağını hala anlamadı.
Entegrasyon derken, çocuğuna Çemizgezek’te polislik, Şırnak’ta askerlik dahi, Cumartesi Anneleri dramı, Çevik Güç sopası, hırsızlık alarmı, yabancılaşmış bir devlet çarkı ile terör eylemleriyle milli ve dini politika uygulayan partiler bulacaklar.
Entegrasyon ama ben sıfır gümrükle satayım ve alayım, o kadar demeye kimin yüzü kalacak? Her alanda bütünleşme yolunun sonu önce Vali, sonra Kaymakam diye gelmemişse uluslar arası kamuoyu Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü kabul etmemiş diye gelmemiştir.
Kendi evlatlarının ihanetini yaşayan toplumumuz uçurumun kenarında günü kurtarmaya çalışan fırsatçıları başında tutarak kendi sonunu hazırlamaktadır.
Her tarafı bozkurt amblemleriyle donatırlarken Rum korkutmasının önünde miskinleşerek kaderimizi elimize almaya kalkmadık. Bunlar Türkiye’deki partinin bozkurtu değil diyerek bozkurtcuları lider yaptık. Şimdi kanlı elleriyle işaret yaparak “başbuğ Türkeş, bozkurt Denktaş” naralarını dinliyor ve milliyetçiliğin aşırısı, normali varmış diye ayrımlar yapıp kaderimizi kurtlara kaptırdığımızı görüyoruz.
Kayıplar, savaş suçu işleyenler, döve döve adam öldürenler, Türkiyeli olamaz, Kıbrıslı Türk’tür, yanılıyorsunuz diye “milli” demeçler veren insanları Kıbrıslı Türk nasıl lider yapar diye düşünmeye gerek yoktur. Yalnız liderliğini değil, muhalefetini bile Türkiye’nin belirlediği bir toplum olduğumuzu, en azından seçimler sırasında gördük. İki seçim arasında olanları, damla damla biriktiği için görmeyenler olabilir, ama seçim kampanyalarında bitiremedikleri işleri tamamlama telaşı ile kendilerini ele verirler.
Milliyetçiliğin siyasetine kendini kaptıranlara yönetimlerini teslim edenlerin başlarına gelenleri Ruanda’da, Brundi’de, Liberya’da, Bosna-Hersek’te?, Rusya’da, Kafkaslar’da, Afganistan’da ve diğer yerlerde görüyor, kendi halimizi teşhis etmekte zorlanıyoruz.
Halbuki dünya tarihi barış dönemlerindeki parlak gelişmelerle doludur. Kıbrıs sorununun çözümü Türk, Yunan ilişkilerini düzeltebilecek ve Ortadoğu sorunlarında önemli bir adım olacaktır. Birleşik yani bilgi ve ticaretin kolayca dolaştığı ve iş ahlakının geliştiği barışçı bir Akdeniz çok önemli, göz kamaştırıcı sonuçlar doğuracaktır.
YKP, milliyetçilik denen bölücü ve başkalarını dışlayıcı politikaların getirdiği yıkımlara son verilmesini, barışçı yollardan sorunları aşarak ve somut kazanımların bilincine herkesin varmasına olanak veren uygulamalarla barışa gidilmesini savunur. Şovenizmin her türüne karşıdır. Onun için “En iyisi benim, her şey benim, her şey benim için” diyen anlayışın terk edilmesini ister. Hal böyleyken dünya ile entegrasyona hazırken, Türkiye’yle ekonomik entegrasyona karşı olunamaz veya Kıbrıslı şovenizmi yapmamalıyız gibi demagojilerle yapılan eleştirilere ve hatta saldırılara layık değildir. Kıbrıs’ın ekonomik entegrasyonu hesabına ve karşılıklılığa dayalı olarak gidiyor, Türkiye’yle entegrasyonsa anarşi ve yıkımla ilerliyor. Buna izin verilmemeli.
Türkiye’den iş aramak için yollara dökülenleri motor evlerinde, inşaatlarda sefil edip ücret seviyesini düşürmek ve kullananlara karşı olmakla şovenizmin ilgisi yoktur. YKP, toplu sözleşme veya ücret komisyonlarının ücreti koruduğu iş alanlarında ve düzenli olarak işe almak isteyenlere fırsat verilmesini, çalışanların hayat standartlarının düşürülmemesini istiyor. Yoksa insana ve emekçiye karşı bu tutumu savunmuyor. Bunu bilirler ama bilhassa saptırırlar. Dünya’ya açılırken işgücünün koruyucu önlem almayan devlet ancak geri kalmış devletler arasından çıkmış ve ithalatla üreticiyi terbiye etme edebiyatıyla sürmüştür. YKP buna karşıdır. Anti damping ve counterveil yasasıyla ve düzenin olduğu alanlarda uygulama yapılmasını istemiştir.
YKP, zengin bir kararlar demetiyle somut öneriler yapmıştır. Kıbrıs sorunu çözülmeden bir şey olmaz, ama çözülse de, çözülmese de somut önerilerle aydınlatıcı olmak ve kadroları eğitmek gerektiğini dikkate alarak geleceğe hazırlanmıştır.
Bazılarının muhalefet için, “Önerileri nerde?” diye sormaları şaşırtıcı değildir. Çünkü görmek ve bilmek istemezler. Hatta bazılarını tartışamazlar.
Yönetimimizin her taraftan kuşatıldığı ve ciddi hiçbir kararı almalarına olanak verilmediği gerçeğini de yaşarlar ama görmek ve bilmek istemezler. Ama halk biliyor ve tepkisini de gösteriyor. Ama ileri gitmiyor. Bir şey yapabileceğine inancı yoktur. İnananların sayısı azdır.
Durum bu olunca azınlıkların yani YKP gibi örgütlerin hızla güç kazanması zorlaşmaktadır. Gene de gerekli ve umut vericidir. Bu durumu yaratıp koruyan Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs’taki dış çıkarlar ve etkilerdir. Bunların değişmesi ve değişmesi için çalışma, Kıbrıslı Türk’lere özgüven verme, dış faktörleri kullanma gereklidir.
Ayni zamanda YKP, etnik ve diğer ayrımcılıklara karşı bir güvence oluşturur ve Kıbrıs’ın gelecekte federal bir sistem içinde hızla yurduna ve insanına yönelik bir duygu ve düşünceye dönmesine ve boyunu aşan yurduyla ilgisi olmayan hayaller için enerji tüketmemesine yardımcı olur.
Kıbrıs’ta çözüm, uzlaşmayı beceremeyen iki sistemin mahkumu olunması nedeniyle, Kıbrıs’tan başka birçok örnekte olduğu gibi dış yardıma gerek gösterir. Çözüm yalnız Kıbrıslılara değil tüm dünyaya çıkar sağlayacağına göre bu yardım bir tutsaklık veya bağımlılık getirmeyebilir. YKP bunu tutsaklığa ve bağımlılığa neden olmayacak şekilde kullanmak için her Kıbrıslının vicdanında makul bir tatmin duygusu yaratacak veya en azından ilerde tatmin kapısı açık kalacak şekilde bir andlaşmaya destek olarak sağlamak arzusundadır.
Uluslar arası toplum tek yolu açık tutmuştur: Federal Devlet bunu kabul etmek Kıbrıslılara bir şey kaybettirmez. Yeter ki yurdumuza sahip çıkma duygumuzu geliştirmemizin önü açık olsun. Yoksa YKP, bu yolu açık tutma savaşımına devam edecektir. Kısacası andlaşma bir çözüm değildir, çözümü bu yolu açık tutarak Kıbrıslılar sağlayacaktır.
Kıbrıslılar sağlayacaklardır ve şimdiki yönetimlerin tutumlarını aşarak ve tehlikeleri azaltarak sağlayacaklardır. Yönetimlerinin seviyesinin en son belirtisi, hudut olaylarında görülmüş ve YKP bu seviyeyi şu sözlerle tanımlamıştı.
Devletler gösteri yürüyüşü ve miting düzenlemezler. Bunu bir zaman Hitler, Mussolini gibi diktatörler, günümüzün Libya, İran gibi yarı askeri, gerici yönetimleri yaparlar.
Hudut olayları resmen devlet gösterisi ve karşı gösterisi olarak cereyan etti.
Asayişten sorumlular sivillere “bacaklarını kırın” diye basın yoluyla seslenemezler. Döve döve de adam öldürtüldükten sonra sivillerin katilliklerine sahip çıkılıp vatandaş ordu dayanışması diye övgü yapılamaz. Yabancı paramiliter getirip hududa süremez.
Klerides yönetimi de, Denktaş yönetimi de bir gösteriyi taşlı sopalı saldırıya çeviren ve tampon bölgeyi ihlal edenleri tesbit edip dava etmeye ve dava ettiğini da göstermeye girmesine izin vermişse ve kim sivillerin silahlarla oralarda dolaşmasına engel olmamışsa dünya kamuoyuna hesap verecektir.
Bizi elbirliği ile rezil ettiler. Her iki yönetim de (Rum ve Türk) bu topluma da, çağa da layık değildir.
Kıbrıslı Türk’ler sokakları ikide bir sopalı, silahlı başıbozukların işgal etmesinden mutlu değildirler. Ölümler ve öldürmeler görmek istememektedirler. Ama kendilerinin güvenlikleri için diye sık sık bize bu azap yaşatılıyor.
Böyle yönetimlere ne Kıbrıs’ta ne de başka ülkede izin veren toplumlar huzur yüzü göremezler ve etnik çatışma içte veya dışta başlarından eksik olmaz.
Parti Meclisimiz Kurultay’a bu kararlılığı unutmadan çalışmalarını sürdürdüğünü ve dünyadaki diğer dış olayları da aynı tutarlılıkla değerlendirdiğini, Sekreterya’nın da eylemlerini bu doğrultuda yürüttüğünü rapor etti. Örneğin Kafkasya ve Balkanlar’da toprak bütünlüklerine, etnik temizlik yapılan yerlerde evlerine dönüş haklarına, sorunları çözmek için silah kullanılmamasına ve AB’nin daha güvenli bir Doğu Akdeniz politikasına bu açılardan yaklaşılmış ve milli, dini ve diğer ayrımcılıkların kanlı kavgalarına bu gözle bakılmıştır.
Faşizm, neo emperyalizm ve demokrasi dışı uygulamalara ve geri kalmışlığın başlıca dayanağı olan yozlaşmış yönetimlere karşı çıkan anlayışa eylemleriyle ve yayın organlarıyla karşı çıkılmıştır.
YKP, ülkedeki bütün bu olumsuzluklara rağmen mevcut düzene karşı muhalefetini sürdürmektedir. Güvenini yitiren kitleleri, harekete geçirebilme zorlukları yaşandığı bu ortamda parti, yayımladığı haftalık gazetesiyle, düzenlediği siyasal içerikli açıkoturum, konferans ve benzeri toplantılarla sendika ve kitle örgütleriyle yapmakta olduğu temaslarla çalışmalarını sürdürmektedir.
Geçen bu dönemde de, parti programı doğrultusunda, daha önceki dönemlerde aldığı Ara seçimlerin boykotu, İş Yasası Toplu İş Sözleşmesi ve İş Uyuşmazlığı, Merkez Bankası ve Bankacılık, Valiz Ticareti, Devletin Bütçe Politikası, Sınırlı Sorumlu Şirketler, Kültür Protokolü, Eğitim ve Sorunları, Körfez Sorunu, Asil Nadir Tekeli ve Olayı, Yugoslavya ve SSCB’deki Gelişmeler ve Milliyetçilik Akımları, Şovenizmden Arınma Politikalar, Kadın Hakları, Bankacılık, Üniversiteler ve Yabancı Dil Eğitimi, Sağlık ve Sorunları kararlarına ilaveten Fiyat İstikrarı, Cumhurbaşkanlığı 2. Tur Seçiminin Boykotu, İki Toplumlu Bir Yaşamın korunması için önlemler, ve Ekonomik Önlemler konularında da ürettiği kararlarla parti görüşleri açığa kavuşturulmuştur.
Bu politikalar, tamamen partinin ideolojik yaklaşımını yansıtmakta ve ideolojinin somut ile birleşmesini göstermektedir.
Sonuç:
Parti Meclisi; bu dönemdeki raporunu, bir önceki raporunun son iki paragrafı ile bitirerek, geçerliliğini koruduğunu gösterir.
Türkiye hükümetleri, İstemedikleri görüşlerin seçim kazanıp başa geçmemesi için seçimlere müdahale etmekte, destekledikleri bugünkü yönetimin halk denetiminden uzak kalıp yozlaşmasına ses çıkartmamakta, demokrasiye ters tekelleşmelere, işlerine geldiği için fırsat tanımaktadırlar. Bunlardan kaynaklanan hızlı göç, yeni yurttaş yazımı ile kapandıkça yok oluşumuza ve kendi yurdumuzda azınlığa düşmemize aldırmamaktadırlar.
Bu gün iktidarda, göç, ve azınlığa düşme tehlikesine ses çıkarmayan, ve suiistimale batmış bir ihanet cephesi görünmektedir, ancak arkasında asker-sivil TC bürokrasisi vardır. Bu cepheye karşı tüm yurtseverlerin ortak mücadelesi kaçınılmaz görülmektedir.
YKP, sorunların temelinde Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün yattığını kabul edenleri, uluslar arası kabul gören federal bir andlaşmayı benimseyenlerin bir araya gelerek bir güç oluşturmasını ve başta bu toplumun egemenlik haklarını savunmaya ihanet içinde olanlara karşı uluslar arası dayanışmaya çekinmeden omuz vermeye çağırmaktadır.
Başarı varlığımız için şarttır.