YKP Kurultayı Olağan İkinci Toplantısı Parti Meclisi Çalışma Raporu

    435

    Giriş

    16 Haziran 1991 tarihinde yapılan kurultayımızın toplantısından sonra, partimiz çalışmalarını zamana ve yıpratıcı bir ortama karşı sürdürdü.

    Okul öncesi eğitimden meslek (sanat, polis, askerlik) eğitimine kadar ve meslek edindikten sonra yaşamı süresince insanlarımıza, radyo ve televizyon kanalları ve basın aracılığı ile, ve gizli, açık fonlardan beslenen ajan yazar ve muhabirler kullanarak, propaganda (beyin yıkama) sürdürüldü. Topluma, Türkiye yardım etmezse açlıktan öleceği ve bir hata yapsa Rumlar tarafından yutulacağı kanısı korunmaya çalışıldı.

    Ağır bir uluslar arası sorunla yaşamak zorunda bırakılan Kıbrıslı Türkler, bu ağır uluslar arası sorunun çözümsüzlüğe mahkum ettiği de-fakto durumdan çıkmak için irade (istenç) ortaya koymasın diye sürekli bir dış tehdit altında olduğuna inandırılmaktadır. Dünyada yalnız olduğuna, tüm devletlerin Kıbrıslı Türkleri Rumların insafına terk etmek istediğine, Türkiye’nin Kıbrıs’ta bir askeri kontenjanı olsa ve çok yakın konumuyla her an yardım edebilecek halde olmasına karşın de-fakto durumun en ufak bir değişikliğe uğraması halinde yok olup gideceğine toplumumuz kani olmak ve bu kanısını sürdürmek durumunda bırakılmaktadır. Bu kanıyı sarsıcı en ufak bir çaba ve BM nezdinde sürdürülen görüşmelerde ve örneğin Türkiye ve Kıbrıs Türk yönetiminin kabul ettiği 649 sayılı kararın içinde yer alan federal bir çözümü destekleme, milli davaya, yani devletin milli dış politikasına karşı çıkmak olarak görülüp ezilmeye çalışılmaktadır.

    Bu durum son iki yılda da sürdürülmüş ve federal bir çözümün yararları, her iki tarafı tatmin edecek bir anlaşmanın gerekleri anlatıldı diye, YKP’nin kurşunlanmasına kadar iş ileri götürülmüştür.

    Toplumumuz bu ağır koşullarda, kendi benliğini algılayamaz, gerçekleri fark edemez bir halde olup, gerçek dışı bir dünyada, değişmez gibi görünen koşullara saplanmış olarak, oluşan yönetim biçimini benimsemek zorunda olduğuna inanmıştır.

    Böyle bir toplumda bağımsız politikalar saptayıp onu desteklemeleri için örgüt çalışması yapmak kolay değildir.

    O yüzden YKP çalışmalarını zamana ve yıpratıcı bir ortama karşı sürdürmek zorundadır.

    Geçen Kurultay toplantısına sunulan parti meclisi raporunda:

    “Halkın, seçimlerle ve partilere katılarak seçimler arasında, istencini egemen kılabileceğini umması ve meclis yoluyla her şeyi yapıp karşısına kimsenin dikilemeyeceğini algılaması gerekir.” diye demokrasi ve hukuk devletinin ön koşulunu vurgulamıştık. Ama geçen sürede durumda fazla bir değişiklik olmadı.

    YKP, genel olarak tanımladığımız bu ortamda, partilerin:

    “Halkın içinden egemenlik hakkına sahip çıkanların ve meclisin en büyük olmasını isteyenlerin sayısını artırmak için uğraş verecek ve onların artışından başka yollarla oy toplamaktan kimsenin kazanç sağlayamayacağını göstere göstere zamanla yarışacaktır” değerlendirmesini yaparak, toplumumuzun memleketine sahip çıkmalarını istemekte idi.

    Ancak zaman öğretici olmadı. Çabalar, boykot edilen meclise tekrar dönmek için Türkiye hükümetlerinin ve partilerinin desteğini almak için boşa harcandı. Türkiye hükümetlerinin Kıbrıs’ta demokrasi isteklerini, Kıbrıslı Türklerin sorunlarını kendilerinin çözmelerini sananların gözleri önünde, KKTC hükümetinin elinde bulunan yetki kırıntıları da TC yetkililerine ihale edildi. Hem Denktaş ve hem de muhalefetin “bu yolsuz ve beceriksiz iktidara para vermeyin” çığlıkları arasında bu ihale gerçekleşti.

    Partilerle görüştüler, bağlar da kurdular ama, “ Kıbrıs’ta Denktaş sonuna kadar desteklenmelidir” diyen parti liderlerinin tutumlarını görmezden geldiler. Erken seçim uğruna Denktaş’ı, Demirel gibi demokratikleşti diye övdüler.

    Boykotlarını, koltuk sevdası ile etkisizleştirdiler ve anketlerle yurttaşın yanıtını sergilediler.

    Uzun mücadeleler verildiği dönemin (üç yıl) sonunca, CTP ve TKP’ye oy vereceklerini söyleyenlerin oranı %20’nin altında kaldı, ve görüş bildirmeyenlerin oranı %50’nin üzerinde oldu.

    Hem de erken seçim olasılığının arttığı bir dönemde halkın seçime ilgi duymadığı ortaya çıktı.

    Siyasi toplantılara katılım her gün azaldı ve dönek diye suçlananlar arttı.

    Gelişmeler:

    1.a Meclise ve ara seçime yapılan boykot izlenen zik zak politikalar ve “milliyetçi” çizgi ile ters düşmemem özentisi yüzünden fazla etkili olmadı.

    1.b Mecliste muhalefet olmaması ve halkın %45’inin oyunun temsil edilmemesi, ara seçimlere katılanlara %50’nin altında oy çıkması, görüntü bozukluğu yarattı. Boykotun bu görüntü bozukluğu, iki bölgeli, iki toplumlu, Türkiye’nin garantisinde ve aramıza fazla Rum almadan bir antlaşmayı desteklemek ve Rum tarafında şoven tutumlara karşı çıkışta işbirliği yaparken, egemen çevrelerle iyi ilişkileri sürdürmek yüzünden fazla önemsenmediği için mecliste muhalefet yaratarak kapatılabilecek gibi görüldü.

    1.c Denktaş, mecliste muhalefet yaratmak için, UBP içindeki muhaliflerinin örgütü ve gazeteyi ele geçirmeleri ve ara seçimde meclise dönmeleri üzerine yürürlüğe koydu.

    1.d Meclisteki muhalefet, meclis dışındakilere boykotla elde edemediklerini elde etme fırsatı vermiş gibi göründü.

    1.e Denktaş, UBP ile hesaplaşma çabasını, Kıbrıs sorununa da bulaştırarak görüşmeleri geciktirmek için kullandı ve Türkiye’yi zorlayarak UBP’yi ezdirmek istedi. Yeni bir oluşum ve Kurucu meclis isteklerini körükledi.

    1.f Gerginliği azaltma gerekçesi ile görüşmeye açma izni elde etmekten başka bir şey kazanamayan Denktaş, meclisten “görüşmecilik” için yetki isteğini defatle tekrarlayarak ve uzatarak kendi otoritesini sarstı.

    1.g Böylece Denktaş ile UBP birbirini dengeledikleri için, bir ara Kıbrıs’ı satıyorlar, ver kurtul politikasına yatıyorlar diye Türkiye hükümetini tehdit edebilecek bir güç ortada varken şimdi kalmadı.

    1.h Türkiye basını ilk kez Kıbrıs konusunda ikiye bölünerek, Kıbrıslılar tembeldir, biz para veriyoruz onlar yeyip yan gelip yatıyorlar, Kıbrıs’ı Sicilya’ya çevirdiler suçlamaları ile Kıbrıs sorununun çözümünü isteyenler ile Kıbrıs giderse arkasından başkaları gelir diyen domino teorisi meraklıları çatışmaya başladı. Türkiye’nin Kıbrıs politikası ile Bosna-Hersek?, Kürt sorunu ve Karabağ politikalarının çelişkileri basında ve Özal tarafından işlenmeye başlandı.

    1.i UBP-Denktaş yönetimi ile aşırı milliyetçiler, TC muhalefeti ile uzlaşmazlık politikalarında işbirliği yapmayı sürdürdüler.

    2. Ekonomik bunalım, Türkiye’nin artık iyi bir alıcı olmaktan çıkması, İngiltere’deki bunalımın Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ta yaptıkları harcamaları azalttırması, programsız turizmden yararlanan turizm sektörünün en küçük bir bunalımdan etkilenmesi ve çok düşük ücretli işçi emeğine dayanan dikim sanayinin çökmesi yüzünden derinleşti.

    2.a TC ile yapılan protokollerle her öğrenci on kişiyi geçindirir diyerek eğitim endüstrisine hız verildi ve bankacılık sektörü, Türkiye ile İngiltere’de şube açma kolaylığı, kıyı bankacılığıyla kara parayı aklama olanağı ve AT’ye sızma fırsatı olarak gösterilerek pompalandı.

    2.b Daha öneki protokollerle şişirilen turizm sektörü bunalıma girip bankaların başına dert olunca Türkiye’den %30 faizli kredilerle, yani para değer kaybının altında borç para verilmesi kararlaştırıldı, ve yeni terfi ve iş yaratma kapısı olarak kalkınma bankası kuruldu. İlk iş olarak görkemli bir yatırım olarak bina yapılması öngörüldü.

    2.c Üretici sektörlerin her yıl gerilediği ve güçlendirilmesi için önlem alınması öngörülen yıllık programlardan bu ifade çıkarıldı ve %60’a yakını hizmet sektöründe çalışan işgücünün daha çok bankacılık, üniversite eğitimi ve turizm gibi sancılı sektörlerde çalışmasını öngören kararlar alındı.

    2.d Bankalar sistemi çöktü. Merkez bankası topladığı yasal karşılıkların sonuna kadar düşük faizle dağıtılmasından ve devletin tüm fonları bir hesapta toplayarak borçlanmasından sonra, bankalar sistemini denetleme fonksiyonu olmayan bir devlet dairesinden farksız duruma düştü. Türkiye’den par getirmeden hiçbir banaklara hücum önlenemeyecek hale geldi.

    Çek suiistimalini önlemek ve bankalar arası güvenli ve hızlı bir akışı sağlamak için kurulan takas odası da, hatır işi müdahalelerle işe yaramaz hale geldi ve güven tamamen ortadan kalktı.

    3 Toplumun, üretim yapısı sürekli değiştirildi. Tarım mahvedildi. Ormanların yok oluşu sürdü. Orman dikimi, milliyetçi beslenme fonları olarak kullanıldı, gidenin yerine çok az ağaç dikilebildi. Alçak ormanlar, alçakça katledildi. Yüksek ormanlar yıkıma uğradı. Harup ve zeytin katliamı sürdü.

    3.a Hayvancılık komaya sokuldu. Halk et almazken, hayvancı fiyatlarından zarar edip üretimi azalttı. Üreticiden alınan ürünlerin ödenmesi büyük bir başarı halini aldı.

    4. Ömer Demir ve Emin Uzun’un beraatlarıyla yargı sistemi İngiliz dönemi yöntemlerini yani modern hukukun sanığı koruyan haklarını saldırı konusu yaptı. Polisin yeterliliği sağlanacağına, ilkel yargı sistemlerine ait işkence ile alınan ifadelere dayanan sistem önerildi.

    4.a Polisin kıyafeti de TC-KKTC’nin her alanda bütünleşmesine uygun hale getirildikten sonra hakim ve avukatların üniformaları ele alındı.

    4.b Yasama düzeyi, Türkçe dilbilgisi kurallarına bile dikkat edilmeyecek kadar düştü. Yasa tasarılarında yürürlükten kalkmış olan yasalara uygulanmasını öngören maddeler konabildi. İdarenin seviyesi düştükçe artan suçlara, cezalar artırılarak gözdağı vermekle önlem alma niyetleri ortaya çıktı.

    4.c Hastahane kuyrukları arttı, bedava tedavi hakkı olanlar, para verip özel doktorlardan hizmet aramayı tercih etti.

    Sağlık hizmetleri azaldı, ücret yetersizliğinden yerleri doldurulamaz oldu.

    Bakan, ipin ucunu iyice kaçırarak, hastahanemizi, birkaç heveslinin çıkarları uğruna Türkiye sistemine entegre etmeye, Türkiye üniversitelerinin tatil ve oyalanma yeri haline getirmeye ve yarı süre asistanlık hatırına, Türkiye Sağlık Bakanlığının ilanları ile Türkiye’de doktor aramaya kadar ileri gitti.

    5. “Hastahaneleri ıslah etmek için, Sağlık politikasını değiştirmek ve Türkiye’nin orta büyüklükteki hastahaneleri ile ilgili yönetmeliklerini bırakıp çağdaş bir devlete layık organizasyon ve metot uygulamak gerekir. Yani, Türkiyeli bir görevli ve Türkiye ile yapılan protokollerle ters düşmek gerekir.

    5.a Para politikasını değiştirmek ve halkın bankalardaki mevduatlarının, fonların ve bütçedeki transferlerin yaşayabilir ve yerli kaynakları geliştirecek şekilde kullanılması için merkez bankasını bağımsız ve yasalara bağlı bir kurum yapmak gerekir. Ancak bu ele merkez bankasının, Türkiye’ye bağlı olması nedeni Türkiye ile ters düşülecektir.

    5.b Türk parası bir sorundur, ele aslında Türkiye ile ve hatta ordusu ile karşı karşıya gelinecektir.

    5.c İş alanları açmak için turizm, sanayi, hava yolu, deniz yolu ve Rum’dan kalan ve ne olduğuna, neye yardığına bakmadan dağıtılan tesislere sahip çıkmak ve yatırım yapmak gerekir. Ancak, bunlar Türkiyelilerin elindedir. Bunlara sahip çıkmaya kalkıldığında, onlarla ters düşülecektir.

    5.d Sigortacılık ve hatta piyangolara dokunulsa Türkiye ile ilişkileri gündeme gelecektir.

    5.e Dış Ticaret protokollerle başlanmıştır, Türkiye dikkate alınmadan ellenemez.

    5.f Polis ve savunma ile ilgili herhangi bir düzenleme Türkiyeli yetkililer nedeniyle, bilinir ki ele alındığında sorun yaracaktır.

    5.g Devletin genel yönetimini reform yapmağa kalkılsa yine Türkiyelilerle takışılacaktır, çünkü devlet teşkilatı içinde iş ve güç birliği yapılmaktadır.

    5.h Eğitim, protokollerle, ders kitapları ve müfredat programları ile değiştirilemeyecek haldedir.

    5.i İşgücü sorunu, ucuz emek ve ucuz mal rekabeti ile toplum çökertilmiştir. Hududu kontrol niyetleri, Türkiye tarafından “Kıbrıs’a gelen bir Türk, yabancı bir ülkeye gittiği düşüncesine kapılmamalıdır” diye şiddetle reddedilmiştir. Ve sonuçta:

    Hangi önemli konuya el atılsa, mutlaka bir Türkiyeli merci veya kişi ile karşı karşıya gelinecektir

    Kıbrıs Sorunu:

    Tüm siyasi iktidar ve devlet örgütü Kıbrıs sorunu nedeniyle kilitlenmiştir. Siyasi partiler karşısında şu önemli soru öncelikle yanıtlanmalıdır; İktidar mı, yoksa mevcut durumdan yararlanma mı? Kimi partiler buna yanıt vermeden hareket ederken, kimileri bunu yanıtlamıştır. Yanıtlamadan ve yanıtlayarak, iktidar olmak isteyenle, yararlanmak isteyenleri tasnif edersek durumun açıklığı ortaya çıkar.

    Diyebiliriz ki partilerden iktidar olmak isteyen ve bunu açıklayan yalnızca Yeni Kıbrıs Partisidir. Diğerleri iktidar olmak değil mevcut durumdan yararlanmak istemektedirler. İdeolojik romantik milliyetçilerin partisi MAP’ da, Kıbrıslı Türkleri bir millet saymadığı için iktidar olmak niyetinde değildir. Muhalif olup hain, millet düşmanı ve saire diye eleştirenlerin durumu ise “belirsizliği” politika yaptıklarını göstermektedir. İktidar olup olmamak konusunu açıklığa kavuşturmadan, bazı konularda Türkiye’nin açık veya kapalı politikalarına eleştirisel bir yaklaşım sergilemekte ve “Türkiye mercileri ile görüşüp değişiklik yapabilecekleri” iddiasını korumaktadırlar. İnansalar da, inanmasalar da izin alabileceklerini göstermeyi ve hiç değilse muhalif kanat olarak mecliste varlıklarını sürdürmeyi amaçlamaktadır.

    “Belirsizlik” ve “UBP’ye yönelik nefretten” beslenmek muhalefetin temel politikasını oluşturmayı sürdürmektedir.

    Hal böyle olunca da, halkta seçimle esaslı bir değişiklik olmaz inancı pekişmekte ve politik yaşam zehirlenmektedir. O yüzden, Kıbrıs sorununa bir çözüm getirmeden politika gerçek anlamını kazanamaz.

    Ama Kıbrıs sorunu yalnız bu nedenle değil bir insanlık ve yurtseverlik sorunu olarak ve Kıbrıslı Türklerin öz çıkarları için de çözüme kavuşturulmalıdır.

    İnsanlık sorunu olarak, Kıbrıs sorunu, uluslar arası anlaşmaların, uluslar arası andlaşmalara dayanarak ihlal edilmesi, toplumlar arası çatışmaların sorumlusu olarak bir toplumun tüm bireylerini cezalandırma, red-cross ve savaş hukuku ile ilgili 1949 Cenevre andlaşmalarını çiğneme ve tek taraflı olarak devlet hudutlarını değiştirme gibi bir durumla karşı karşıyayız.

    a. Kıbrıs sorunu, garanti andlaşmasına dayandırılarak yapılan bir müdahale ile yeni boyutunu kazanmıştır, ancak garanti andlaşması müdahalenin anayasal düzenin iadesi yerine, kısmen iadesi ve federal bir yeni yapının oluşması üzerinde taraflar anlaşmışsa da, yeni yapı hala kurulmayı beklemektedir. Türkiye, 1974’den beri her fırsatta federal çözüm sözü vererek, müdahalenin sonuçlarını gidereceği umudunu yok etmemeye çalışıyor, ancak sonuç değişmiyor.

    b. Toplumlar arası çatışmalar, liderliklerin sorumluluğunda yürür. Tek tek insanlar, bu liderlikleri başta tutma hatasını yaparlar ve sorumlulukları o kadardır. O nedenle, çatışmalardan insanların çok fazla zarar görmemesi için, hak ve hukukları uluslar arası andlaşmalarla düzenlenerek sağlanmak istenmiştir. Kıbrıs’ta bu duruma, bir andlaşma ile son vermek için özellikle Türk tarafı gayret sarf etmelidir.

    Görülüyor ki Kıbrıs’ta bir andlaşma sağlamak önemli ve kendi başına önemli konudur. Federal bir çözümle demokratik bir düzen kurmak ve adayı birleştirmek insanlığın geleceği ve dünya barışı için boynumuza borçtur.

    Yurtseverler olarak da adayı bölmekten vazgeçmek zorundayız. Bölünme ve bölünmenin nedeni olan çatışmaların faturası ağır oldu. Taşı toprağı yer altı suyu, bitki örtüsü ve her şeyiyle adamız bölünmeden zarar gördü ve zarar görmeye devam edecektir.

    Kıbrıslı Türkler, küçük bir toplum olarak Kıbrıs sorununun yarattığı bu ortamda gelişme ve varlığını sürdürme mücadelesini kaybedecektir. Bu, ortaya çıkan sonuçlarla açıkça belli oldu. Bu ortam ayrı devlet olarak KKTC’nin tanınmasıyla da ortadan kaybolacak değildir. Tam tersine kısa zamanda Kuzey Kıbrıs Türkiye’nin en uzak parçası ve üstelik kara devleti olan TC’nin denizle ayrılmış olduğu bir parçası olacak ve Kıbrıslı Türklerin yaşayamayacağı halini sürdürecektir.

    Kıbrıslı Türklerin federal bir birleşmeden zarara uğrayacakları iddiası geçersizdir. Birleşme zarar değil yarar getirecektir.

    Görüşmeler:

    Kıbrıs sorunu, BM gözetiminde geçen dönemde daha hızlı şekilde ele alındı. Ancak sonuç almaya yönelince, Denktaş’ın ön koşullar koyup gitmeyeceğini söylemesi ve sonunda giderek verdiği sözleri birer birer çiğnemesi yüzünden, tek yanlı bir çaba olarak sürdü. Arada her zaman olduğu gibi geciktirici eylemler oldu. Rum tarafında seçimler, Somali ve diğer BM operasyonları gecikmeler yarattı.

    Ancak, her ne olursa oldun, 1974 sonrası yapılan görüşmeler, andlaşmalar ve uzlaşmalar doğrultusunda oldukça kapsamlı bir fikirler demeti ortaya çıktı. YKP, bu fikirler demetini, çatışan tarafların görüşleri doğrultusunda, her iki tarafın da onaylayabileceği bir çerçeve olarak gördü ve kabulünü öğütledi.

    Şovenizmin insan beyinlerini rahat bırakmadığı bu duruma, Gali Fikirler Demeti uzlaşılabilecek bir metin olarak oluşturuldu. Gerisi Kıbrıslıların gayretlerine kalır.

    Rum tarafı, seçimler nedeniyle şovenizmin tırmanışını yaşadı. Fikirler demetini reddetme eğilimi belirdi. Ancak seçimden sonra çok ciddi bir incelemeden geçirerek, durumlarını uluslar arası toplumun hazmedebileceği hale getirmiş gibi görünüyorlar.

    Denktaş yönetimi ise “yetki” kavgaları ile havanda su dövdü. Federal bir andlaşma istemediğini açıkça ortaya koydu. Çabaları, uluslar arası toplumun baskısı yüzünden sürer gibidir.

    Türkiye’nin tutumunu ise, ne Denktaş, ne UBP, ne de başka bir parti anlayabilmiş değildir.

    Kıbrıs sorunu gibi hayati bir soruna batmış olan toplumumuzun diğer sorunları ikinci plana düşmüş bulunuyor. O nedenle partimizin çabalarında da Kıbrıs sorunu, diğer politikalarını dikkatten uzaklaştırdı.

    YKP ülkedeki bunca olumsuzluklara rağmen, mevcut düzene karşı muhalefetini sürdürmektedir. Güvenini yitiren kitleleri harekete geçirebilme zorlukları yaşandığı bu ortamda parti, yayımladığı haftalık gazetesiyle, düzenlediği siyasal içerikli, açık oturum, konferans ve benzeri toplantılarla, sendika ve kitle örgütleriyle ve siyasi partilerle ve ayni zamanda, Rum siyasal parti ve örgütleriyle sürdürdüğü temaslarla çalışmalarını sürdürmektedir.

    Geçen bu dönemde de, parti programı doğrultusunda, daha önceki dönemlerde aldığı Ara Seçimlerin Boykotu; İş Yasası, Toplu İş Sözleşmesi ve İş Uyuşmazlığı; Merkez Bankası ve Bankacılık; Valiz Ticareti; Devletin Bütçe Politikası; Sınırlı Sorunlu Şirketler; Kültür Protokolü; Eğitim Sorunları; Körfez Sorunu; Asil Nadir Tekeli ve Olayı kararlarına; Ara Seçimlerin boykotu; Yugoslavya SSCB’deki gelişmeler ve Milliyetçilik Akımları; Şovenizmden Arınmış Politikalar; Kadın Hakları; Bankacılık; Üniversiteler ve Yabancı Dil Eğitimi; Sağlık ve Sorunları konularında da ürettiği kararlarla parti görüşleri açıklığa kavuşturulmuştu.

    Bu politikalar, tamamen partinin ideolojik yaklaşımını yansıtmakta ve ideolojinin somut (pratik) ile birleşmesini göstermektedir. Hepsi de tüm üyelerin adreslerine gönderilmiş, gazetede yayımlanmış ve tartışmaya açılmıştır.

    YKP ideolojisini programda irdelerken, devletçilikle sosyalizmin karıştırılmaması için özen göstermişse de, dünyada bu karıştırmanın yarattığı bunalım sürerken yeterince açıklık kazandıramamış gibi eleştirilere uğramıştır. Açıklık, bir partinin ortamla iç içe bulunmasından kaynaklanan değerlendirmeler nedeniyle kolayca kazanılmamaktadır. Özellikle Kıbrıs’ta, ağır müdahale ve egemenlik sorunları ve ülkenin çok küçük oluşu evrensel politikaları ancak evrensel dayanışma için düşünmeyi zorunlu kılmaktadır.

    Dayanışma, Kıbrıs’ın birleşmesi ve sonra Avrupa Topluluğuna katılması ile güçlenip anlam kazanacak ve ilerici hareketlerin başarısı oranında dünyanın barışçı ve birleşmeye yönelik gidişine katkıda bulunmak mümkün olacaktır.

    YKP bu doğrultuda ilişkilere önem vermekte ve toplumlar arası temaslarda öncülük etmektedir. ADİSOK, AKEL, ve DİSİ? ile ortak deklarasyonlar yayınlanmıştır. Ledra Palace toplantılarına katılınarak iki toplumun partilerinin birbirlerini tanımalarına yardımcı olunmuştur.

    YKP, bu dönemde de on bir ilkesi doğrultusunda, uğraşlarını sürdürdü ve sürdürecektir.

    Sonuç:

    Parti Meclisi; bu dönemdeki raporunu, bir önceki raporunun son iki paragrafı ile bitirerek, geçerliliğini koruduğunu gösterir.

    Türkiye hükümetleri, istemedikleri görüşlerin seçim kazanıp başa geçmemesi için seçimlere müdahale etmekte, destekledikleri bugünkü yönetimin halk denetiminden uzak kalıp yozlaşmasına ses çıkarmamakta, demokrasiye ters tekelleşmelere, işlerine geldiği için fırsat tanımaktadırlar. Bunlardan kaynaklanan hızlı göç, yeni yurttaş yazımı ile kapandıkça yok oluşumuza ve kendi yurdumuzda azınlığa düşmemize aldırmamaktadırlar.

    Bu gün iktidarda, göç ve azınlığa düşme tehlikesine ses çıkarmayan, ve suiistimale batmış bir ihanet cephesi görünmektedir, ancak arkasında asker-sivil T.C. bürokrasisi vardır. Bu cepheye karşı tüm yurtseverlerin ortak mücadelesi kaçınılmaz görünmektedir. YKP, sorunların temelinde Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün yattığını kabul edenleri, uluslar arası kabul gören federal bir andlaşmayı benimseyenlerin bir araya gelerek bir güç oluşturmasını ve başta bu toplumun egemenlik haklarını savunmaya ihanet içinde olanlara karşı uluslar arası dayanışmaya çekinmeden omuz vermeye çağırmaktadır.

    Başarı varlığımız için şarttır.