Talan, istila, işgal, ihmal, istismar… Bireysel mağduriyete yaklaşımınız, hiyerarşik yapıyı güçlendirmekten öteye gitmiyor. Bir memleket meselesi olarak kabul etmemekte ısrar ettiğimiz ‘bireysel’ mağduriyetler, hastalıklı ihmaller kültürün içine işlemiş ve iliklerimize kadar nefret, kötülük, işgüzarlık örneği olmuş durumda. Gökkuşağı utanacak halde artık yağmurdan sonra gelen toprak kokusunu bastıran hırslara…. Son otuz yılda yaşanmış onca ihmal örneğinden konuşuyorduk bir arkadaşla geçenlerde. Örtbas edilmiş birçok ihmal, memleketin derdi olması için ‘zaman aşımına’ uğramamış olması gerekiyor belli ki. Kültürel ve tarihsel gidişat olarak ihmal mağdurun lehine değil de aleyhine kullanılır ve hiçbir şey yapamayız, yapmayı seçmeyiz, vakti geçmiştir demekten başka… En kırılgan mevzulara gönderme yaparken onun adını değiştirmek en marifetli olduğumuz işlerden biridir bu yerde: İhmalin sonuçlarını, etkilerini, sebep olduğu psikolojik ve fiziksel tahribatı kapatmaya çalışınca; bir sorunu çözüp öbürünü daha az önemli bulunca, ortadan kaldırdığınızı mı zannediyorsunuz?
Partisel çıkarlarınızı, eş dost ve ahbap ilişkilerinizi zedelememe endişesi; gün olur da işiniz düşer dediğiniz insanları sorgulamamayı seçerken, yarattığınız o sorunlu kısır döngüyü idame etmekten başka ne yapıyorsunuz?
Bazı yasaları (sırf sizi ilgilendirmediğini ve çıkarlarınıza hizmet etmediğini düşündüğünüz) zaman aşımına teslim olduğunu düşünüp sorgulamazken, bir diğer tarafta da en büyük insan hakları savunucusu olduğunuzu dillendirmek nasıl bir çelişkidir? Vicdan; işinize gelen ve çıkarlarınızı destekleyen yasaları revize etmek ve değiştirmek için mi var sadece?
İnsan hakları aktivizmi mi yaptığınızı düşünüyorsunuz?
Köklü ve kapsayıcı bir değişiklik yapmadan, karar mekanizması gücünü ellerinde bulunduranlar aldığı tüm nimetleri, fonları, aralarında ‘adilce’ paylaşırken, bazıları da işgale ‘hak’ talana ‘hukuk’ diyor. İnsan haklarını da ‘ücretli aktivizm’ temelinde sözümona çeteleşerek sağlıyor.
Oysa bireysel mağduriyet dediğiniz ve zaman aşımı engeline karşı göstermek istemediğiniz o mücadele; bir memleket meselesidir aslında. Eğer ihmaller, istilalar, istismarlar sizi ilgilendirmiyor diye düşünüp tüm gücünüzle her şeyi olduğu gibi kabul edip, mağdur olanların da sessiz kalacağını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Çünkü bu bir memleket meselesidir.
Bir kadın arıyor beni ve diyor ki: Senin imzan olmadığı için müşterimiz yanlışlıkla başkasının hesabına aktardığımız parayı alamıyor ve mağdur durumda. Siz ne kadar da yüzü kızarmayan, içine işgüzarlık işlemiş durumdasınız öyle…
Aynı hassasiyeti yıllar önce evinden kovulmuş, yedi göbek yerli ve içinizden biri olan o kadına göstermemenizin sebebi nedir? Maddi çıkarlarınız uğruna büründüğünüz o rezil haller bariz bir şekilde er ya da geç ortaya çıkıyor.
Bu ihmal çukurunda yalan ve işgüzarlık sizi ele veriyor günün sonunda.Talan, istila, işgal, ihmal, istismar… Bireysel mağduriyete yaklaşımınız, hiyerarşik yapıyı güçlendirmekten öteye gitmiyor. Bir memleket meselesi olarak kabul etmemekte ısrar ettiğimiz ‘bireysel’ mağduriyetler, hastalıklı ihmaller kültürün içine işlemiş ve iliklerimize kadar nefret, kötülük, işgüzarlık örneği olmuş durumda. Gökkuşağı utanacak halde artık yağmurdan sonra gelen toprak kokusunu bastıran hırslara…. Son otuz yılda yaşanmış onca ihmal örneğinden konuşuyorduk bir arkadaşla geçenlerde. Örtbas edilmiş birçok ihmal, memleketin derdi olması için ‘zaman aşımına’ uğramamış olması gerekiyor belli ki. Kültürel ve tarihsel gidişat olarak ihmal mağdurun lehine değil de aleyhine kullanılır ve hiçbir şey yapamayız, yapmayı seçmeyiz, vakti geçmiştir demekten başka… En kırılgan mevzulara gönderme yaparken onun adını değiştirmek en marifetli olduğumuz işlerden biridir bu yerde: İhmalin sonuçlarını, etkilerini, sebep olduğu psikolojik ve fiziksel tahribatı kapatmaya çalışınca; bir sorunu çözüp öbürünü daha az önemli bulunca, ortadan kaldırdığınızı mı zannediyorsunuz?
Partisel çıkarlarınızı, eş dost ve ahbap ilişkilerinizi zedelememe endişesi; gün olur da işiniz düşer dediğiniz insanları sorgulamamayı seçerken, yarattığınız o sorunlu kısır döngüyü idame etmekten başka ne yapıyorsunuz?
Bazı yasaları (sırf sizi ilgilendirmediğini ve çıkarlarınıza hizmet etmediğini düşündüğünüz) zaman aşımına teslim olduğunu düşünüp sorgulamazken, bir diğer tarafta da en büyük insan hakları savunucusu olduğunuzu dillendirmek nasıl bir çelişkidir? Vicdan; işinize gelen ve çıkarlarınızı destekleyen yasaları revize etmek ve değiştirmek için mi var sadece?
İnsan hakları aktivizmi mi yaptığınızı düşünüyorsunuz?
Köklü ve kapsayıcı bir değişiklik yapmadan, karar mekanizması gücünü ellerinde bulunduranlar aldığı tüm nimetleri, fonları, aralarında ‘adilce’ paylaşırken, bazıları da işgale ‘hak’ talana ‘hukuk’ diyor. İnsan haklarını da ‘ücretli aktivizm’ temelinde sözümona çeteleşerek sağlıyor.
Oysa bireysel mağduriyet dediğiniz ve zaman aşımı engeline karşı göstermek istemediğiniz o mücadele; bir memleket meselesidir aslında. Eğer ihmaller, istilalar, istismarlar sizi ilgilendirmiyor diye düşünüp tüm gücünüzle her şeyi olduğu gibi kabul edip, mağdur olanların da sessiz kalacağını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Çünkü bu bir memleket meselesidir.
Bir kadın arıyor beni ve diyor ki: Senin imzan olmadığı için müşterimiz yanlışlıkla başkasının hesabına aktardığımız parayı alamıyor ve mağdur durumda. Siz ne kadar da yüzü kızarmayan, içine işgüzarlık işlemiş durumdasınız öyle…
Aynı hassasiyeti yıllar önce evinden kovulmuş, yedi göbek yerli ve içinizden biri olan o kadına göstermemenizin sebebi nedir? Maddi çıkarlarınız uğruna büründüğünüz o rezil haller bariz bir şekilde er ya da geç ortaya çıkıyor.
Bu ihmal çukurunda yalan ve işgüzarlık sizi ele veriyor günün sonunda.