Kıbrıs iktibasNiyazi KızılyürekTürkiye’nin Değişmeyen! Kıbrıs Politikası Üstüne... - Niyazi Kızılyürek
diğer yazılar:

Türkiye’nin Değişmeyen! Kıbrıs Politikası Üstüne… – Niyazi Kızılyürek

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıyeniduzen.com

Özellikle milliyetçi Yunanlı ve Kıbrıs Rum tarihçileri, Türkiye’nin 1950’li yılların ortasından itibaren değişmeyen bir Kıbrıs Politikası olduğunu ileri sürüyorlar. Bu görüşü her fırsatta dile getiriyorlar. Buna göre, Türkiye 1956 yılından beri adayı bölmek ve Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus aktarmak istiyor idi  ve bu tezinden hiçbir zaman vaz geçmemişti(r).

Tuhaf bir biçimde bazı Türk milliyetçileri de Türkiye’nin değişmeyen Kıbrıs tezinden söz ediyorlar.

Bu yazımızda, bu görüşlerin ne kadar dayanaksız olduğunu göstermeye ve bir mitosu de-mistifiye etmeye çalışacağım.

Türkiye, Lozan Anlaşmasının imzalanmasından sonra, uzun bir süre Kıbrıs’ta olup bitenlere karşı kayıtsızdı. Kıbrıslı Türklere anlaşmaya izleyen iki yıl içinde, istedikleri takdirde Türkiye’ye yerleşme hakkı tanındığında, adadaki Tük Konsolosu Kıbrıslı Türkleri Türkiye’ye yerleşmek için teşvik ediyordu. İlginçtir, sömürge yönetimi Kıbrıslı Türklerin adada kalması yönünde çaba sarf ediyordu…

1923’ten 1940’lı yılların sonuna kadar Türk basınında Kıbrıs haberlerine neredeyse hiç rastlanmıyordu.

Öte yandan, Kıbrıslı Türkler, 20. yüzyıla Enosis talebiyle giren Kıbrıslı Rumlara karşı Türkiye’nin Kıbrıs sorunu ile ilgilenmesini istiyor, buna büyük önem atfediyorlardı. Türkiye’nin angajmanı olmadan Enosisin engellenmesinin zor olacağını düşünüyorlardı ve Türkiye’nin dikkatlerini Kıbrıs’a çevirmesi için uğraşıyorlardı. Çoğu zaman, Ankara’dan elleri boş dönüyorlardı. Ta ki, Kıbrıs Sorunu Birleşmiş Milletlerin gündemini getirilene kadar…

1954 yılında Yunanistan ilke defa Kıbrıs Sorununu bir kolonyalizm ve self-determinasyon sorunu olarak BM’nin Genel Kurulu’na taşıdı. Genel Kurul, “şimdilik, Kıbrıs Sorunu ile ilgili bir karar alınmasının uygun olmadığını” belirterek “halkların eşit hakları ve kendi kaderlerini tayin ilkesinin Birleşmiş Milletlerin gözetimi altında Kıbrıs adası halkına uygulanması” adı altındaki maddenin daha fazla ele “alınmamasını” kararlaştırdı.

Büyük Britanya’nın BM temsilcisi Selwyn Lloyd yaptığı konuşmada “Müslüman Türklerin çıkarları” ve “Türkiye’nin adayla olan tarihi bağlarından” söz ederek, Türk faktörüne dikkat çekerken, Türkiye, Kıbrıs Sorununu İngilizlerin “iç sorunu” olarak görüyordu ve adada kolonyal düzenin devam etmesini kendi çıkarları için uygun ve yeterli buluyordu. Nitekim, başbakan Menderes BM Genel Kurulu’nun kararını şu sözlerle değerlendirdi: “Bu mesele tamamı ile kapandı…”

Bu sözler, Türkiye’nin birinci Kıbrıs politikasını anlatıyordu: Ada İngiliz sömürgesi olarak kalsın!

Hemen ardından, ikinci Kıbrıs tezi şekillendi: İngilizler adadan ayrılırsa, Kıbrıs Türkiye’ye verilsin!

 Bu dönemde hükümetin teşviki ile yaygın bir kampanya yapılıyor, her yerde “Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacaktır” mitingleri örgütleniyordu.

Kısa bir süre sonra, yani 1956 yılının ortalarında üçüncü Kıbrıs tezi ortaya atıldı: Taksim!

Bir süre öncesine kadar hem başbakan Menderes, hem de Dr. Küçük Taksim tezine karşı çok sert açıklamalar yaparken, şimdi “Ya Taksim, Ya Ölüm” mitingleri düzenliyorlardı.

 1957 yılında TMT örgütlenirken, dördüncü tez olarak “Kıbrıs’ın İstirdadından” söz ediliyordu. Bu gerçekleşmezse, beşinci tez olarak adada bir Türk devleti kurulması savunuluyordu.

Bu arada, İngilizlerin özyönetim önerilerinin belli şartlarda kabul edilebileceği mesajları veriliyordu. Örneğin, 1956 yılının sonunda Radcliffe önerileri hazırlanırken, Türkiye özyönetimin federal ilkeler temelinde uygulanmasına itiraz etmeyeceğini ifade ediyordu. Yani, federal temelde özyönetim tezi altıncı tez olarak kabul görüyordu.

Türkiye, 1958 yılında İngilizlerin önerdiği ve İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin ortak yönetimini öngören Macmillan Planını da kabul etmişti. Bu da Türkiye’nin yedinci tezi olarak kayıtlara geçti.

1959 yılında Türkiye Kıbrıs politikasını bir kez daha değiştirerek, garantili bağımsızlık fikrini benimsedi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kabul etti. böylece sekizinci tezi bağımsızlık oldu. 1950’li yıllarda Başbakan Menderes’in Kıbrıs danışmanı olarak görev yapan Nihat Erim, Zürih-Londra anlaşmalarının  Türk tarafı açısından büyük bir başarı olduğunu söylüyordu: “Dünyada nüfus oranı böyle olan bir ülkede (%80 Kıbrıslı Rum, %20 Kıbrıslı Türk kast ediliyor), Kıbrıslı Türklere sağlanan haklara benzer hakların sağlandığı bir ikinci yer göstermek güçtür. (…) Kıbrıs’ta Zürich ve Londra anlaşmalarıyla, Kıbrıs Anayasasıyla elde edilen haklar bence çok değerliydi.”

1963 yılında başlayan ve 1964 yılında da devam eden toplumlar arası çatışmalar esnasında Londra’da yapılan Kıbrıs görüşmelerinde Türk tarafı nüfus değişimi ve coğrafi-federasyon tezini savunuyordu. Bu da dokuzuncu tezi idi…

1964 yılının Ağustos ayında yapılan gizli görüşmelerde Türkiye, Karpaz yarım adasını kiralamak veya egemenliğine almak şartıyla adanın geri kalanının Yunanistan ile birleşmesini öngören Acheson Planını kabul etmeye hazırdı. Yani, onuncu tez Acheson Planı idi…

1966 yılının Aralık ayında Türk dışişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, Yunanlı meslektaşı Toumbas ile bir Yunanlı işadamı olan Jaque Politi’nin Paris’teki evinde gizli görüşmeler yaptı. Çağlayangil, iki kalıcı çözüm formülü olduğunu söyledi ve Enosis ile Taksime işaret etti. Fakat mevcut koşullarda ne birinin, ne de ötekinin mümkün olmadığını ileri sürerek, bağımsız Kıbrıs’tan kaynaklanan “olası tehlikeleri bertaraf etmek” için, Kıbrıs devletinin dış egemenliğinin Kıbrıslıların elinden alınıp Yunanlılarla Türklerden oluşacak bir Türk-Yunan komitesine devredilmesini önerdi. Buna, on birinci tez diyebiliriz.

Yunanlılar bu görüşü reddetti ve Türkiye’ye Dikelya üssünü vererek adanın Yunanistan ile birleşmesini önerdiler. Çağlayangil, Türkiye’ye verilecek üssün Türkiye’nin egemenliği altında olması şartıyla öneriye sıcak baktığını söyledi. Yani, üs karşılığında Enosis tezi kabul görüyordu ve bu da Türkiye’nin on ikinci tezi oluyordu.

Yunanistan’da Cunta 21 Nisan 1967 tarihinde iktidara el koyduktan sonra, iki ülke arasında 9-10 Eylül 1967 tarihinde görüşmeler yapıldı. Askeri Rejimin başbakanı Kollias ile Türkiye başbakanı Demirel arasında yapılan bu görüşmelerde, Yunanistan 1966 yılında yaptığı öneriyi tekrarladı ve Türkiye’ye adada üs verilmesi karşılığında enosisin gerçekleştirilmesini savundu. Fakat Cuntanın iktidara gelmesinden sonra Türkiye Kıbrıs üstündeki talepleri konusunda çıtayı yükseğe koymuştu. Demirel, Kıbrıs’ta coğrafi esasa dayalı federasyon tezini savunuyordu ve iki-bölgeli federasyondan söz ediyordu. Türkiye başbakanı, Kıbrıs anayasasının “bireylere dayalı federasyon” olduğunu ileri sürerek, şimdi coğrafi federasyona geçilmesi gerektiğini savunuyordu. Yani, iki-bölgeli federasyon on üçüncü tez olarak bir kez daha gündeme gelmişti. (Bir not: Bu dönemde Türk hükümetinin danışmanlarından biri, bir yıl sonra ABD başkanı olacak olan Nixon idi.)

1968 yılında iki toplum arasında başlayan Kıbrıs görüşmelerinde Türkiye bir kez daha tavır değiştirerek Zürih-Londra anlaşmaları temelinde ve Kıbrıslı Rumlar lehine yapılacak değişiklikler dikkate alınarak müzakere edilmesini benimsedi. Nitekim Makarios’un 1963 yılında önerdiği 13 maddelik anayasa değişiklinin neredeyse bütünü kabul edildi ve karşılığında güçlendirilmiş otonom yerel yönetim fikri benimsendi. Buna da on dördüncü tez diyelim.

1973 yılında iktidara gelen CHP-MSP koalisyonu döneminde kısa bir süre için iki-toplumlu işlevsel federasyon (coğrafi değil) fikri gündeme getirildi ama sonra bundan vaz geçilerek otonom yerel yönetim temelinde müzakerelere devam edilmesi kabul edildi. Yani, iki-toplumlu federasyon, bizim hesaplamamıza göre on beşinci tez olarak gündeme geldi.

1974’te Yunan Cuntasının Makarios’a karşı düzenlediği darbeden sonra adaya asker çıkaran Türkiye, birinci harekatın sonrasında Cenevre’de yapılan görüşmelerde masaya iki faklı öneri koydu: Çok-Kantonlu Federasyon ve İki-Bölgeli Federasyon… İkinci harekattan sonra ise İki-Bölgeli Federasyon uzunca bir süre tek öneri olarak kaldı. On altıncı tezin Çok-Kantonlu Federasyon, on yedinci tezin de İki-Bölgeli, İki-Toplumlu Federasyon olduğunu söylememiz yanlış olmaz.

1997 yılında Türkiye Kıbrıs tezini bir kez daha değiştirdi ve iki-bölgeli, iki-toplumlu federasyon görüşünden vaz geçerek, “iki-devletli konfederasyon” görüşünü benimsediğini açıkladı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “bunun altına düşmek yoktur” diyordu. Başbakan Bülent Ecevit 1999 yılında “bunun altına gerçekten düşmedi”, hatta “üstüne çıktı” ve Kıbrıs Sorunu 1974 yılında çözüldü dedi.

Saymaya devam edelim: On sekizinci tez iki-devletli Konfederasyon, on dokuzuncu tez  de  Kıbrıs Sorunu 1974’te bitti…

Bu kadarla bitmedi. 2004 yılında Türkiye bir kez daha tavır değiştirerek Annan Planını kabul etti. Böylece, yirminci tez yeniden iki-bölgeli, iki-toplumlu federasyon oldu.

Türkiye’nin son tezi, 2017 yılından beri savunulan iki-devletli çözüm olarak belirlendi ve böylece sahneye yirmi birinci tez de çıkmış oldu.

Bu tezin ömrünün ne kadar olacağını kestirmek zordur. Fakat yirmi birinci tezi izleyecek yeni bir tezin gündeme geleceği kesin gibi görünüyor. Buraya aktardığımız statiğimiz böyle söylüyor…    

Gerçekten Değişmeyen Politikalar Yok Değil

Türkiye’nin son derece değişken Kıbrıs politikaları arasında hiç değişmeyen bazı temel tezler elbette vardır. Bunların başında, Kıbrıs’ın hiçbir hal ve şartta bir bütün olarak Yunanistan ile birleşmemesi (Enosis) geliyor. Diğer değişmeyen tez de, Kıbrıslı Türklerin asla “azınlık” konumuna düşmemeleri ve Kıbrıs’ta oluşan veya oluşacak olan devlet yapısı içinde siyasi eşit toplum konumuna sahip olmalarıdır.

Türkiye, aslında değişmeyen bu iki temel amacına da ulaşmıştır. Kıbrıs’ın Yunanistan ile bir bütün olarak birleşmesi tarihe karışmıştır. Kıbrıslı Türklerin eşit-toplum statüsü, hem 1960’ta kurulan Kıbrıs devletinde, hem de günümüzde oluşması mümkün federal bir devlette garanti altına alınmıştır.

Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Türkiye iki temel amacına ulaşmış olmasına karşın, neden bir Türk önerisi olan federal devlet fikrine karşı çıkmakta ve başka başka çözüm formülleri üzerinde durmaktadır?

Bu sorunun yanıtını, başka bir yazıda arayalım…

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
393AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin