iktibasİlhan UzgelSuriye’de yaşanan neydi? - İlhan Uzgel
diğer yazılar:

Suriye’de yaşanan neydi? – İlhan Uzgel

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıbirgun.net
Suriye’deki iç savaş, tıpkı Ukrayna ve Tayvan’daki gibi Batı ile Avrasya arasındaki gerilimin Ortadoğu’da yaşanan yansımasıydı. İsrail kendisini güvenceye alırken bölgede neoliberalizme ve küreselleşmeye eklemlenmeyen tüm ideolojiler tasfiye edildi

Suriye 8 Aralık’ta hızlı ve beklenmedik bir rejim değişikliği yaşadı. Oysa ülkede son birkaç yıldır büyük ölçekli çatışma olmuyordu. Belli ki Türkiye’nin himayesindeki HTŞ, İdlib’de giderek güçlendirilmiş ve sonuçta, koşullar uygun hale geldiğinde ya da getirildiğinde önü açılmıştı.

Suriye’deki Beşar Esad rejiminin devrilmesi küresel siyasetin gidişatından İsrail’in güvenliğine, Kürt sorununun alacağı şekle, Rusya’nın üslerine, Filistin sorununa, İran’ın bölgesel etkisine ve tabii Türkiye’nin iç siyasetine yansımalarına kadar birçok gelişmeyi etkiledi.

Burada, öncelikle rejim değişikliğinin küresel siyaset açısından ne anlama geldiğine bakıp, ardından bölgesel düzen açısından yarattığı sonuçları ele alacağım. Devamı niteliğindeki bir sonraki yazıda ise Türkiye’nin bu süreçteki rolünü ve Suriye’deki dönüşümün Türkiye’ye etkilerini tartışacağım.

‘SURİYE DEVRİMİ’ Mİ?

Suriye’de Aralık 2024’te yaşanan sürece devrim demek, tarihteki toplumsal devrimlere haksızlık etmek olur. ABD’nin ve Türkiye’nin askeri varlığının bulunduğu, yabancı istihbarat servislerinin cirit attığı, İsrail’in HTŞ’ye havadan destek sağladığı, Suriye’de yaşayan halkın yönetime kitlesel bir direniş göstermediği bir ortamda, HTŞ gibi dünyanın birçok yerinden gelen cihatçıyı barındıran ve bütün dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği bir örgütün perde arkası pazarlıklarla Şam’a kadar uzanmasına “toplumsal devrim” demiyoruz.

30 bin kişilik bir silahlı grubun, ülkedeki bütün diğer bileşenleri dışarıda bırakarak, yaygın sokak gösterilerinin olmadığı, halkın doğrudan katılmadığı bir operasyonla yönetimi ele geçirdiği bir süreç yaşandı.

Eğer Mart 2011’de Suriye halkının verdiği mücadele sonucu o dönemde Esad yönetimi devrilseydi buna toplumsal devrim denebilirdi. Bu yüzden Suriye’deki 8 Aralık olayına “toplumsal devrimden” çok “dış destekli bir rejim değişikliği” demek daha doğru olur.

KÜRESEL ANLAMI

Küresel jeopolitikte üç kritik çatışma ve potansiyel çatışma bölgesi var. Bunlardan ilki Ukrayna, ikincisi Ortadoğu (Filistin, Lübnan, Suriye, İran ve Yemen hattı) ve üçüncüsü Tayvan. İlk ikisi çatışma şeklinde yaşanırken, Tayvan belki de bir dünya savaşını tetikleyecek, tarafların birbirini kolladığı ve daha çok Çin’in zamana oynadığı bir potansiyel kriz noktası.

Suriye’deki savaş tıpkı Ukrayna gibi, Batı ile Avrasya (Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore) arasındaki gerilimin Ortadoğu’ya yansımasıydı. Bunun Suriye ayağında Rusya-İran ekseni geri çekilmek zorunda kaldı. Çin, Suriye’de çatışmalara hiç dahil olmadı. Gücünü kendisinden uzaktaki sıcak çatışmalarda tüketmek yerine, ileride olası bir Tayvan krizi için saklıyor olmalı. Çin son zamanlarda Suudi Arabistan-İran diplomatik ilişkilerinin başlatılması ve Filistinli grupların bir araya getirilmesi dışında Ortadoğu’da belirgin bir stratejik ağırlığa sahip olamadı. En üstün olduğu alan ekonomik ilişkiler oldu ve bölgeyle ticarette ABD‘yi geçti.

Batı’nın Ortadoğu’da Rusya-İran etkisi karşısında üstünlük kazanmasının nedenleri kısaca şöyle belirtilebilir:

Suriye’de Batı’nın neredeyse bütün bileşenleri aynı hat üzerinde buluşabildi. Bunun her zaman gerçekleşmediğini belirtmek gerek. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail, Türkiye rejim değişikliği konusunda hemfikirdiler. Sorun zamanlamayla ilgiliydi. Yeri geldiğinde İsrail, ABD, Fransa, İngiltere sırayla Suriye’deki hedefleri vuruyordu. Fransız ve Amerikalı diplomatlar ortak heyet oluşturup PYD ile toplantı düzenlerken Alman ve Fransız dışişleri bakanları birlikte ayağına giderek HTŞ lideri Ahmet el Şara ile görüştüler.

Rusya gücünü Ukrayna’da tüketiyordu. İsrail’in Gazze saldırısı başladığında ABD, iki uçak gemisi grubunu Gazze açıklarına gönderdi. İsrail’in etkili savaş gücü yanında, ABD filosunda 150’ye yakın savaş uçağı, helikopterler, drone’lar, güçlü sinyal kesiciler, gelişmiş radarlar, hava savunma sistemleri bulunurken ve Türkiye, Irak, Ürdün, Suriye gibi ülkelerde üsleri varken, Rusya’nın Hmeymim Üssü’nde 10 civarında savaş uçağı kalmıştı.

Bölgede İran ve Yemen’in bir kısmı dışında bütün ülkeler ABD müttefiki. Rusya’nın ise müttefiki sayılabilecek İran ve Suriye ile İran’ın vekilleri olan Hamas, Hizbullah, Haşdi Şabi, Husiler Rusya ve İran için bölgede güç projeksiyonu sağlamaya yetecek bir kapasiteye sahip değillerdi. Öyle ki, son dönemde ABD ve İngiltere’nin Güney Kıbrıs’ta tahkim ettikleri İngiliz üslerini de bu tabloya eklemek lazım.

Suriye en başından beri Batı ve ABD için daha düşük maliyetli bir operasyon alanı olmuştu. 8 Aralık’taki son hamle ise Batı’nın en kolay, en zahmetsiz hamlesi oldu. İngiltere ve ABD, HTŞ’nin korunması işini önce Türkiye’ye havale etti. Ardından İsrail, Suriye ordusuna ve Hizbullah’a ait bütün kritik mevzileri, cephaneleri vurarak HTŞ’ye yol verdi. ABD, Suriye’de neredeyse asker kaybetmedi, lazım olduğunda savaş uçakları ve drone’larını uluslararası hukuku hiçe sayarak etkili bir şekilde kullandı.

Kısacası, Batı şimdilik Ortadoğu’da üstünlüğünü kurdu. Trump’ın gelişi Ortadoğu’da yeni sorunlar çıkarma potansiyeli taşıyor ama bu başka bir yazının konusu olacak.

BÖLGESEL ANLAMI

Rusya 1970’lerden başlayarak, daha Sovyetler Birliği zamanından beri Suriye’ye stratejik yatırım yapmıştı. 2015’ten itibaren ise Esad’ın yenilmesini ve devrilmesini önlemek için doğrudan askeri güç kullanmaya başladı, kaynaklarının bir kısmını buraya ayırmak zorunda kaldı. Sonuçta hem Ortadoğu’daki en eski müttefikini kaybetti hem de Akdeniz’deki en kritik askeri üslerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı. Mecburen Libya’da yeni bir üs arayışına girdi.

İran açısından bakıldığında, Hamas, Hizbullah gibi vekilleri tamamen tasfiye edilemedi (İsrail 4 bin Hizbullah militanını öldürdüğünü iddia ediyor) ama liderlik kadroları yok edildi. İran’ın Akdeniz’e bağlantısı kesildi. İsrail İran’ı kendi başkentinde vurarak güç gösterisinde bulundu, İran’ı zayıf gösterdi.

Suriye’de Batı’nın amacı yalnızca Esad’ı devirmek değil, Rusya ve İran’ı zayıflatmaktı, bu hedef büyük ölçüde gerçekleşti.

Sonuçta İran’ın güvenliğini sınır ötesinden başlatma stratejisi büyük darbe yedi. Hem dışarısını hem içerisini kontrol gücünün çok sınırlı olduğu görüldü. Trump olsa da olmasa da bundan sonra İran üzerindeki baskı zaten artacaktı.

İKİ RAKİP İDEOLOJİNİN TASFİYESİ

Esad’ın devrilmesinin bir diğer sonucu iki ideolojik akımın tasfiyesinin tescillenmesiydi.

Bunlardan ilki olan Baas hareketi, 1940’larda Lübnan’da Hıristiyan Arap entelektüeller tarafından kurulmuştu. Amacı laik, kalkınmacı, devletçi ve Arap milliyetçiliği fikrine dayalı, bölgesel bir modernleşme hareketi başlatmaktı. Baasçılık doğrudan Irak ve Suriye’de temsil ediliyor, Libya’da ise Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi anlayışıyla uygulanıyordu. Batı’ya mesafeli, geçmişte Sovyetler, sonrasında Rusya’ya yakın duran, neoliberalizme ve küreselleşmeye eklemlenmeyen ve sosyal devlet uygulamalarını devam ettiren bu rejimler teker teker tasfiye edildi. Baasçılık, tek parti yönetimine dayalı bir şekilde uygulandı. Laik ve devletçi yönleri nedeniyle sol kesimlerden destek bulsa da sosyal devlet anlayışının yanına demokrasiyi, siyasal çoğulculuğu eklemekten kaçındı, tek adam ve aile yönetimlerine dönüştü. Dış müdahaleler ve iç savaşlarla ortadan kaldırıldı, Ortadoğu’da Irak ile başlayan süreç sonunda Esad’ın devrilmesiyle sonlandı.

Tasfiye olan ikinci ideolojik akım ise Müslüman Kardeşler hareketiydi, ama onun tasfiyesi de zamana yayıldı. Tunus ve Mısır’dan sonra Suriye’de de Türkiye’nin desteklediği Müslüman Kardeşler’e iktidar yolu kapandı. Esad’ı El Kaide kökenli HTŞ devirdi ve yönetimi ele geçirdi. Dolayısıyla Müslüman Kardeşler hareketi de kaybedenler kategorisinde. Bu gelişmenin Türkiye bağlantısına bir sonraki yazıda değineceğim.

Bu arada Batı’nın Ortadoğu’ya yönelik müdahalelerinin ekonomik-politik boyutuna da dikkat çekmek gerekir. 2000’lerin başından bu yana ABD’nin işgal ya da müdahale ettiği ülkelerin ortak özelliği küreselleşmeye entegre olmamalarıydı. Irak’taki işgal yönetiminin ilk aldığı kararlardan birinin Dünya Ticaret Örgütü’ne başvurması ya da hâlâ terörizm kapsamında olan HTŞ’nin maliye bakanının Davos’ta boy göstermesi, yabancı yatırımcıyı davet etmesi, Şara’nın serbest piyasa ekonomisine bağlı olduklarını açıklaması, Ortadoğu’daki dönüşümün önemli bir diğer boyutudur. Esad’ın da devrilmesiyle birlikte Ortadoğu’da İran dışında neoliberalizme kapalı bir alan kalmadı.

∗∗∗

İSRAİL’İN BÖLGESEL GÜVENLİK KOMPLEKSİ

İsrail, Filistin toprakları üzerine kurulduktan sonra Türkiye, İran hatta Etiyopya gibi Arap olmayan dış halkadaki ülkelerle arasını iyi tutmaya çalışmıştı. 1970’lerin sonundan itibaren Mısır ile başlayıp Ürdün ile devam eden, Arap rejimlerini kendisine tehdit olmayacak bir çizgiye çekme stratejisi izlemeye başladı. 2020’deki İbrahim Anlaşmaları bunun son halkasıydı. Muhtemelen ileride en önemli halka olan Suudi Arabistan da bu sisteme dahil olacak.

İsrail için iki kritik güvenlik sorunu bulunuyordu:

Birincisi, İran’ın bölgede vekilleri aracılığıyla güçlenmiş olmasıydı. İran’ı Suriye’den çıkararak, Akdeniz ile bağlantısını keserek bu “direniş aksını” çok zayıflattı.

İkinci güvenlik sorunu ise, konvansiyonel yani bir devletten yönelecek tank, uçak vs. eşliğindeki saldırı ya da terör eylemleri değil, kitle imha silahlarıydı. Bunun da nedeni açık; İsrail coğrafi derinliği olmayan bir ülke. Suriye’deki kimyasal silahların imhası, 2013’ten beri İsrail’in medyaya çok yansımayan ama başlıca önceliğiydi. Bu yüzden, sonraki aşamada İran’ın karşı yöndeki açıklamalarına rağmen, bu ülkenin nükleer yakıt zenginleştirme programını kendisine karşı tehdit olarak gördüğü için hedef alma ihtimali yüksek.

HTŞ yönetimi konvansiyonel bir ordu kurup İsrail’e saldırabilecek ya da kimyasal bir saldırı yapabilecek kapasiteye ulaşamayacak. İsrail Hava Kuvvetleri Esad’dan kalan cephane ve ağır silahları yok etti. Yeni yönetim zaten Suriye’ye tehdit olarak İsrail’i değil İran’ı işaret ediyordu. Fiilen de bir hava gücü oluşturacak, güçlü ve düzenli tank birlikleri kuracak, bir hava savunma sistemi geliştirecek imkânı da yok. Kaldı ki, meşruiyeti tam kuramadığı ve egemenliği tam sağlayamadığı için İsrail’in saldırılarına karşılık verecek durumu da yok.

Sonuçta İsrail, Suriye’de çok düşük maliyetli bir başarı elde etti. Hiç uçak, tank, zırhlı, hatta tek bir asker bile kaybetmedi (İsrail, Suriye’den Golan Tepeleri’ni aldığı 1967 Savaşı’nda 776 asker kaybetmişti). Şam’a 25 kilometre kadar yaklaşarak işgal ettiği alanı genişletti, şimdilik kendisini güvence altına aldı.

Esad’ın düşüşüyle İsrail, Suriye’nin güneyindeki işgalini genişletti.

∗∗∗

SONUÇ OLARAK

1- Suriye 2011 öncesinde Rusya’ya yakın, baskıcı, devletçi ama dış politikada bağımsız hareket eden bir ülkeydi. İç savaş, Suriye’yi Rusya ve İran’a bağımlı hale getirmişti. Bu durum sona erdi ve Suriye artık Batı’ya her açıdan bağımlı bir ülke oldu. Bu bölgesel açıdan çok önemli bir stratejik dönüşüm ve etkileri ileride daha çok anlaşılacak.

2- Kökeni el Kaide ve Nusra’ya dayanan HTŞ’nin yönettiği Suriye’nin güçlü olmasını ne Batı, ne İsrail ne Ürdün, Lübnan gibi komşuları ne de Körfez ülkeleri tercih eder. Kravatlı cihatçıların yönettiği bir Suriye çevresine sorun çıkaracak bir kapasiteye sahip olamayacak. Ekonomik olarak zayıf kalacak ve enerjisini iç siyasal dengeleri kurmaya ayırmak zorunda kalacak.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
393AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin