iktibasHaluk YurtseverSınıf ve toprak kardeşliği - Haluk Yurtsever 
diğer yazılar:

Sınıf ve toprak kardeşliği – Haluk Yurtsever 

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıgazeteduvar.com.tr
ABD-Türkiye, Türkiye-Öcalan arasında uzun zamandır sürmekte olan “müzakere”lerin, Türkiye ve Suriye’deki Kürt oluşumlarının sınıfsal, ideolojik ve siyasal karakterinde düğümlendiğini düşünüyorum. ABD, Suriye’de, Irak’taki Barzani önderliği tipinde, ABD’ye, İsrail’e dost, İran’a karşı bir oluşum istiyor. Bu tasarımın önündeki en büyük engel ise PKK ve DEM Parti’nin, tabanını emekçilerin oluşturduğu, yönetimlerinde seküler, sol eğilimli kadroların ağır bastığı yapılanmalarıdır

Dünyadaki, özellikle de Ortadoğu’daki en son durumu esas alarak sağlıklı ve uzun erimli çözümlemeler yapmak, her şey son derece kaotik ve oynak bir zeminde seyrettiği için neredeyse olanaksız. Bu nedenle, genel konum saptamaları ve yönelişler üzerinden konuşmakta yarar var.

7 Ekim 2023 sonrasında İsrail’in açık ABD desteğinde başlattığı soykırımcı, işgalci taarruz, Suriye’de rejim değişikliğiyle yeni bir aşamaya ulaştı. İran merkezli direniş cephesinin güçten düştüğü, Rusya’nın sessizce geri çekildiği, Çin’in ABD ile karşı karşıya gelmekten kaçındığı koşullarda önümüzdeki kısa erimde Ortadoğu’da ABD-İsrail saldırganlığı sürecek gibi görünüyor. ABD ve İsrail stratejik çıkarlarını güvence altına alacak bir yeni düzen, bir tür Amerikan Barışı (Pax Americana) kurmak için zamanın geldiğini düşünüyorlar.

Trump’ın son açıklama ve kararnameleri, ABD’nin zayıflayan hegemonyasını yenilemede, dünyanın her yerinde ve Ortadoğu’da uluslararası hukuk, uzlaşma, rıza türünden “fantezileri” kenara itip kaba güce, orman yasalarına, “kazanan hepsini alır” tüccar mantığına başvuracağını gösteriyor.

Kaba güçle yol almanın ise sınırları var. ABD askeri gücünü ve parayı etkili bir yola getirme aracı olarak kullanarak Filistinlileri Mısır ve Ürdün’e sürme, Gazze’yi askeri üs ve turistik tesislerinin yer alacağı bir “kupon” arsa olarak İsrail’e sunma planının tıkır tıkır işlemesi mümkün değil. Filistin direnişi sürecektir. Arap yarımadasının emekçi halkları, dünyanın her yerindeki ilerici insanlık, Filistin soykırım ve tehcirine karşı direnişle dayanışma ve destek içinde olacaktır. ABD-İsrail tarafına, Filistin sorununda bu ölçüde üst perdeden konuşma cesareti veren temel etmen ise geleceklerini ABD ve İsrail’le işbirliğinde gören, başta Suudi Arabistan, kendi toprağına ve insanına yabancılaşmış her anlamda gerici Arap devlet ve emirlikleridir. Önümüzdeki dönemde bu coğrafyadaki gelişmelerin yönünü, büyük ölçüde Filistin ve Arap emekçilerinin bu dayatmalara karşı mücadeleleri belirleyecektir. Mevcut koşullar köklü biçimde değişmedikçe Pax Americana’nın Ortadoğu’ya kalıcı bir barış getirmesi olanaksızdır.

*

Trump yönetiminin Suriye ve Türkiye gündemlerinde nasıl bir yol tutturacağı, asker çekecek mi çekmeyecek mi türünden kimi ayrıntılar bakımından belirsizliğini korusa da, Trump-Pentagon, ABD- İsrail ilişkileri tümüyle sorunsuz, pürüzsüz olmasa da ana doğrultular önemli ölçüde netleşmiş durumda.

Ortadoğu’nun kapitalist gelişmişlik, sermaye birikimi, eğitimli nüfus ve silahlı kuvvetler bakımından ileri ve güçlü ülkesi Türkiye’nin konumu, Pax Americana’nın önemli ve sorunlu bir konusudur. Türkiye, yalnızca bölge açısından değil, küresel hegemonya ve paylaşım savaşları açısından da kritik bir ülkedir. Kimi gel gitlerden sonra, küresel kamplaşmada açık ve kesin biçimde ABD tarafında yer almıştır. Tersinden bakıldığında ABD, AB ve İsrail’in Türkiye’yi kaybetmek istemedikleri de açıktır.

Öte yandan, ABD, İsrail ve AB’nin, Türkiye’nin bir tür vekil/taşeron rolü üstlenerek büyümesini, bölgenin altemperyalist bir gücü olmasını isteyebilecekleri yönündeki beklentilerin gerçek karşılığı yok. Türkiye’nin başta Suriye bölgenin yeniden inşasında başrol üstelenecek mali gücü de yok.

Trump, pazarlıkta el yükselten, vazgeçilmezlerini en başından dayatan bir taktik izliyor. ABD Türkiye’yi İsrail’le yakınlaşma-İran’a karşıtlık-Suriye’deki Kürt oluşumuna esneklik olarak özetlenebilecek bir çizgide uzlaşmaya ikna etmeye çalışıyor. Bunlar Erdoğan iktidarının zayıflamakta olan toplumsal desteğini iyice eksiltecek başlıklar. Son aylardaki dizginsiz devlet/yargı terörü “yumuşatmak için sertlik” ve Cumhur İttifakı’nın iç toplumsal desteğini korumak için gerçek yönelişini perdeleme ihtiyacından kaynaklanıyor. 

Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmelerin, ABD ve İsrail’in Kürtler konusundaki yaklaşımlarının “büyük Kürdistan” yolunda bir fırsat olduğunu düşünenler var. Evet, bölgede sınırların yeniden çizilmesi, kimi devletlerin parçalanması Pax Americana mantığına uygundur. Ama tersi, yani Türkiye’nin büyütülmesi ya da “büyük Kürdistan” emperyalistlerin “böl, parçala, daha kolay yönet” düsturuna da verili koşullara da uygun düşmüyor.

Somut bilgiye dayanmayan bir öngörü olarak, ABD-Türkiye, Türkiye-Öcalan arasında uzun zamandır sürmekte olan “müzakere”lerin, Türkiye ve Suriye’deki Kürt oluşumlarının sınıfsal, ideolojik ve siyasal karakterinde düğümlendiğini düşünüyorum. ABD, Suriye’de, Irak’taki Barzani önderliği tipinde, ABD’ye, İsrail’e dost, İran’a karşı bir oluşum istiyor. Bu tasarımın önündeki en büyük engel ise PKK ve DEM Parti’nin, tabanını emekçilerin oluşturduğu, yönetimlerinde seküler, sol eğilimli kadroların ağır bastığı yapılanmalarıdır. Bu öğelerin tasfiyesinin, din, mezhep, etnisite ayrımlarının ötesine geçen bir siyasal örgütlenmenin prototipi olan Rojava girişiminin ruhuna fatiha okunmasının ABD ile Türkiye arasında uzlaşma zemini olarak “çalışıldığı” anlaşılıyor.

Kürtlerin, emperyalist güçlerin ipiyle kuyuya inilemeyeceğinin dersleriyle dolu tarihinin bugün hiç akıldan çıkartılmaması gerekiyor.

*

Önümüzdeki günlerde Öcalan’ın, silahları bırakma çağrısı yapacağı belli oldu. 

Resmi söyleme göre, ortada bir çözüm ya da barış süreci yok. Bu bir yana, Erdoğan ve Bahçeli’nin kullandıkları terimle “terörsüz Türkiye” yolunda bir ilerlemeye hizmet edecek bir siyasal iklimden, dilden de uzağız. Tüm toplumsal muhalefet güçlerine karşı devlet ve yargı terörünün tırmandırıldığı, “en son terörist ortadan kaldırılana kadar savaş” klişesinin tekrarlandığı ortam, silahların susmasını gerçekten isteyen geniş toplum kesimlerinde de güvensizlik ve kuşku yaratıyor.

PKK yönetiminden Murat Karayılan, Öcalan’ın bir açıklamasıyla silah bırakmayacaklarını, bu çağrıya uymalarının Öcalan’ın doğrudan devreye girmesine, gerillalarla doğrudan görüşmesine ve kongre kararına bağlı olduğunu açıkladı. DEM Parti Eşbaşkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, HDP eski Eşbaşkanı Demirtaş da barışın ancak “eşit yaşam ve demokrasi”yle, “demokratikleşme ve kardeşlik”le, “özgürlükler, eşitlik, adalet ve temel insan hakları için” mücadeleyle sağlanabileceğinin altını çizdiler.

Sonuç olarak, Öcalan’ın çağrısının kendi başına sonuçlar doğurması beklenmiyor. Silahların susması bu çağrıdan sonra tarafların ne yapacaklarına, hangi adımları atacaklarına bağlı. Kaldı ki, bu başlıkta taraflar ikiden ibaret değil. Büyük devletlerin, bölgedeki irili ufaklı silahlı güçlerin, din/mezhep kümelenmelerinin, bu anlamda ideolojik yönelimlerin devrede olması sorunu daha da karmaşık hale getiriyor.

Erdoğan’ın bir kez daha cumhurbaşkanı seçilmesi, iktidarda kalması hedefinin Bahçeli’nin başlattığı sürecin önemli bir önceliği olduğundan kuşku duymamak gerekiyor. Erdoğan’a bu olanağı sağlayacak anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi bugünkü meclis aritmetiğinde büyük ölçüde DEM Parti’nin tutumuna bağlı. Dolayısıyla, Öcalan’ın çağrısından sonra anayasal, yasal düzenlemelerin müzakere konusu olması olanaklı ve olası.

*

Çeşitli yönlerine ışık tutmaya çalıştığımız sürecin, Türkiye’yi silahların sustuğu, sahici, kalıcı bir barış ve kardeşlik ortamına taşıması siyasal olarak olanaksız olduğu için değil, Türkiye’yi yönetenlerin iliklerine işlemiş tarih anlayışı, “millet” kavramı ve daha önemlisi sınıfsal tercihleri nedeniyle ne yazık ki mümkün görünmüyor.

Tarihi, birbirine kan ve din/mezhep bağıyla bağlı insan topluluklarının ezeli ebedi hareketi ve karşıtlığı olarak kavrayan, doğası gereği ayrıştırıcı ve dışlayıcı bir “millet” kavramında “birlik” arayan egemen zihniyet en büyük sorunumuzdur. Türk-İslam sentezinin güncellenmiş versiyonu olan ırkçı-ümmetçi anlayış devlete egemendir. Buna bir tür tepki ve savunma refleksi olarak toplumsal muhalefet içinde kimlik siyasetlerinin öne çıkması ise, sorunun bizi birinci derecede ilgilendiren cephesini oluşturuyor.

Bu yaklaşımın alternatifi, Türkiye toplumunu, bu topraklarda bizden önce yaşayan insanların var ettikleri tüm uygarlıkların, kültürlerin birikimli mirasçısı eşit yurttaşlar olarak kavrayan bir tarih ve toplum tezi olabilir ancak. Derinliği ve toplumsal karşılığı olan bir antitezdir; yeni bir ruhla canlandırılması bugün özellikle önem taşıyor. Bu tezin üstün gelmesi yalnız tarih bilincine değil, sınıf bilincine bağlı. Çünkü, hukuk önünde eşitlik bile ancak sınıf mücadelesiyle kazanılabiliyor, toplumsal eşitlikle tamamlanmadığı zaman kalıcı olamıyor.

Herhangi bir etnik unsura, dile, dine referansla tanımlanmayan, bu topraklarda yaşayan herkesin ulusal, kültürel hak ve hukukuyla eşit yurttaş olduğu, her türlü sömürü ve boyunduruğun yok edildiği bir düzenin büyük kitlelerin gerçek ve gerçekleştirebilir özlemi olduğundan kuşku duymamalıyız.

Kalıcı barış ve kardeşlik, Amerikan barışına uyumdan değil, “sınıf ve toprak kardeşliği”, “özgürlük için eşitlik” için birlikte mücadele etmekten geçiyor. 

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
393AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin