Sisifos, Korint kralı ve iki kez ölümü yenmesi ile bilinen bir Yunan mitoloji figürüdür. Tanrılara karşı hile yaptığı ve ölüme karşı koyduğu için sonsuza dek sürecek olan bir cezaya çarptırılır:
Kocaman bir kayayı dik bir dağın zirvesine dek yuvarlamak…
Ancak ne zaman zirveye ulaşsa kaya her defasında aşağıya doğru yuvarlanır ve Sisifos yeniden bu eylemi yapmak zorunda kalır…
Sisifos’un ceza almasının iki sebebi vardır:
Birincisi Tanrılara Hile Yapması: Zeus’un bir sırrını Tanrı Asopus’a söyleyen Sisifos’un cezalandırılması için kendisine Thanatos (Ölüm Tanrısı) gönderilir fakat Sisifos bu Tanrı’yı kandırarak esir alır ve kendi ölümünü engeller
İkincisi ise Sisifos’un ruhu Hades’e götürülür fakat Sisifos burada da dünyaya bir gün dönmek için Yer altı kraliçesi Persephone’den izin alır ve geriye dönmeyi reddeder.
Kıbrıslı Türk Solu ya da muhalefeti de Tanrılar tarafından cezalıdır…
Kıbrıs’ın kuzeyindeki muhalefetin son yıllardaki neredeyse bütün çıkarımları problemlidir:
Kıbrıslı Türk Solu, bütün kurumları vasatlarla doldurulmuş, bütün kodları Türkiye tarafından yazılmış, ekonomik olarak yıllar önce batmış, kurallarını, nüfusunu, seçim şartlarını hep başkalarının belirlediği bir yerde, devletin gerekliliklerine varmış muamelesi yaparak, bazı evrensel insan hakları ya da hukuk kurallarının geçerliliğinin olduğunu kabul etmek gibi günahlara sahiptir.
Bu yanlış kabulün varlığı, pratik ve teoride de problemli bağlamlara kapılıp aynı şeyden şikâyet edermiş gibi görünmelerine yol açmaktadır:
Muhalif kitle KKTC yapısına entegre olmuştur: Karşıt zihniyetle mücadele ettiğini söyleyen gruplar sadece sorunların biçimsel çözümlerinde farklılaşan, ancak aynı zihinle düşünüp benzer yöntemleri kullanan sistemin isteyeceği muhaliflere dönüşmüştür. Dolayısıyla Kıbrıslı Türk Solunun bir bölümü Kıbrıs Türk Soluna dönüşmüştür. Kıbrıs Türk solu, tıpkı sağı gibi varlığını Türkiye’nin kaderine bağlamış, merkezini değiştirmiş, uzun sağ hükümetler sonrasında kısa bir dönem sırasını bekleyen, Kıbrıslı Türkler için hayati öneme sahip dünyalı olma ve ulusal sorunun çözümünden uzaktır. “Yeni bir sol” icat edilmektedir. Partileri de kuzeyin yapısından ötürü çoğunluğunun orta-üst sınıf, iş aş ve güvencesiz çalışma koşulları bulunmayan, dolayısıyla da sistem tarafından dışlanıp kaderine terk edilen insanları anlamayan bir yönetim biçimine sahiptir.
Muhalifler kurumsuz, aydınsız ve lidersizdir: Herhangi bir alternatif yönetim geliştirmemiştir. Olduğu iddia edilen bazı tarihsel örneklerin de günümüzde karşılığı kalmadığından bir masal gibi anlatılmaktadır. Bütün kurumlar batmış, halkçı ya da vatandaş odaklı olmaktan uzak, kısa vadeli popülist çözümler ve maddi karşılığı olan işlemler yapılarak diğerleriyle benzer (ama daha iyi!) bir yönetimle yükün yalnızca vatandaşa yüklendiği yapılar ortaya çıkarılmıştır. Kurumsal olarak farklı bir alternatif yaratamama hali aydın ve lider anlamında da ortaya çıkmaktadır. Kıbrıs Türk sağının Türkiye’nin karikatürleştirmesiyle parti lideri bile seçememesinin ya da ciddi bir aydın çıkaramamasının farklı bir versiyonu muhalefette de bulunmaktadır. Muhalefetin fikir, düşünce, yaklaşım gibi konularla derdi yoktur. Dertleri daha yenilebilir olarak gördükleri bu tarz lider ya da sağ partilerdeki sıradan kişilere karşı olarak yalnızca “kazanabilme” ihtimali bulunan bireyleri hedef göstererek savaştığı algısı göstermeye çalıştığı bir ortam yaratmaktan ibarettir.
Muhaliflerin iktidar olma gibi bir stratejisi yoktur: Ekonomik, politik bağımsızlık, üretim gibi gündemlerinin olmadığı gibi birtakım biçimsel düzenlemeler önermekten öteye gitmeyerek kitleleri de tam olarak tatmin edememektedir. Birkaç “kötü” siyasetçinin değiştirilmesi, biçimsel düzenlemeler ya da sadece Kıbrıs konusunda dünyaya daha şirin gözükünce bütün sorunların çözüleceği inancı verilmeye çalışılmaktadır.
Muhalifler kendilerini sürekli olarak tekrar etmektedir: Belirli günlerde basında dahi çok yer bulan/bulmayan bildiriler, imza kampanyaları, “egemenleri rahatsız eden” bazı pankartlar ya da birkaç devrimcinin sözlerinin yer aldığı sosyal medya postlarından ileriye gidemeyen bir muhaliflik mevcuttur.
Muhaliflerin eleştiri kültürü yoktur. En olması gereken, öğretici-öğrenici bir süreç olan, muhalifle sinirliyi, aydın ile yarı-aydını, yalancı ile samimiyi ayıran bu kültüre sahip değildir. “X en azından cesurca iktidarı eleştiriyor, bu yüzden ona sahip çıkmalıyız” minvalinde yorumlar yapılmaktadır. Bazı muhaliflerin, uluslararası siyaset ve iktisat gibi konulara dair yetersiz yorumları eleştirilip tutarsızlığı çeşitli noktalarda gösterildikten sonra birçok insanın sırf onun “sert, cesur, dobra” muhalefet performansından dolayı arkadaşlarını sevdiğini, saydığını ve ona dokundurtmadığı görülmektedir.
Maalesef bu yaklaşım, Türkiye ve Kıbrıs’ta her tarafın ve “mahallenin” yaptığı adamcılığın bir başka yansıması. Yanlış konuşsa da hatalı olsa da bizdendir mentalitesi…
Kaldı ki senelerce suya sabuna dokunmamış “muhalifler”, nasıl son bir-iki senede ya da emekli olunca muhalefetin sesi oldu, bu da ayrı bir tartışma konusudur…
Birçoğu aslında muhalefet ekonomisi dediğim bir şeyi iyi yapıyor.
Sindirilmekten tepkiselleşmiş ve duygusal boşalmaya ihtiyacı olan bir kitleye belirli aralıklarla (Genelde sabahları ya da aksamları) en yüksek perdeden yorumlarıyla hitap etme biçimi… Abartılı ve kesin yorumlarla duyguların tatmin edilmesi. Zihin açılmaması, öfkenin boşalması…
Bu tarz medya içerikleri; basitliği ve polemikliğiyle elbette çok izleniyor. Uzun vadede ise muhalif kesimin zihin dünyasını köreltiyor.
Ki birçoğu eleştirdiği şeyi fırsat bulduğunda her gün tekrar tekrar yapan insanlardan oluşmaktadır.
Ülkenin kutuplaşmasından, vasıfsızlaşmasından, geriye doğru gidip tartışma kültürü yeşertmemesinden şikayet edip hoşuna gitmeyen zayıf olarak gördüğü kişilere hakaret eden, zorbalayan, kalıplara sokan bir yorumcu kümesi…
İşaret ettiği ve nefret ettiğini söylediği makinenin bir dişlisi olan “muhalif”…
Ve bu “sert, maskülen, dobra kişilikler” sermayeye, dostlara ve işi düşebileceği Türkiye’den kişilere gelince anında kedi kesiliyor…
Muhaliflerin Avrupa anlatısı da iflas etmiştir. Kıbrıs’ın özellikle kuzeyinde yaşananlar Avrupa’daki sorunlardan çok Doğu’nun temel demokrasi problemlerine daha çok benzemektedir. Kıbrıslı Türklerin hikayesi de belki 2000-2004 arası küçük dönem dışında Avrupa’dan çok eski sömürge ülkelerinin yaşadıklarını anlatmaktadır. Yaklaşım farklı ve yanlış olunca, çözüm önerileri de bir o kadar yanlış ve anlamsız olmaktadır. Temel hizmetlerden yoksun olan devlet ve belediyelerle ilgili bazı tartışmalar, sesini çok açmazsanız İskandinav yarımadasındaki bir tartışmaya bile benzeyebilmektedir.
Ek olarak en temel anlatılarda ve siyasetteki vizyonsuzluk ortaya çıkmaktadır. Siyasi siyaset üretmemekte ve bunla övünmekle, sendikacının ise genel olarak matematik ve sayılardan haberi yok! Birçok konudaki temel mesele nüfus ve kamunun yapılan neredeyse hiçbir yatırımdan en ufak bir fayda sağlamaması üzerinedir. Buna ek olarak ise yapılan yatırımlardan dolayı artan altyapı, yol, sağlık, eğitim, güvenlik gibi sıkıntılardır. Temel problem birileri para kazanırken kamunun bundan zarar etmesidir.
Platform, birlik, dirlik ya da adına ne derseniz deyin “muhaliflerin” bunları tabandan gelmiyorsa kurmaktan vazgeçmesi gerekmektedir. Bu Memleket Bizim Platformu ya da başka bazı platformlar son yıllarda “yeniden canlandırılmak” için görüşülmüştür. Sendikal hareket ya da muhalifler burada da yeniden canlandırılacak şeyin ne olduğunu, bu platformların neden öldüğünü, kimin ya da kimlerin hatalı olduğunu eleştirmeden, konuşmadan reenkarnasyon hareketiyle yeniden doğuşa çalışmaktadır.
Bu platformlar nedensellik- sonuç ya da gerçek hayatla doğru zaman terimlerinden uzak, herhangi bir stratejik planlamadan yoksundur. Genellikle sonuç alıcı eylem yapılmadığı için (!) eleştirenler şimdi yeni eylemler ve planlar peşindeler… Siyasal kurbanlar çok radikal söylemler kullanırken pratikte neredeyse hiçbir şey yapamayacak depresif bir noktaya geldiler. Bu insanlar gençleri ve siyasi kadroları radikalleştirirken bu söylemleri doldurabilecek eylemlilik ve liderlik sergileyemediler… Muhaliflerin çoğu ciddi anlamda yetersiz insanlardır. Dünya, siyaset, ekonomi, sendikacılık, sınıf mücadelesi gibi konulardan tamamen uzakta kalarak bu işlerin yapılabileceğini zannetmektedir. Kimi konuşamıyor, kimi ise yazamıyor. Fazla olan sendika sayısına ters bir zıtlıkta nitelikli sendikalar bir o kadar az ya da yok. Muhalefetin bir miktar daha ileri gidebilmesi için bu ayak oyunlarını, duygusal ve sığ yorumları, adam kayırmacılığı aşması lazımdır…