iktibasKavel AlpaslanKuzey Kore efsaneleri: Bir akıl dışı çılgınlıklar ülkesi mi? - Kavel Alpaslan
diğer yazılar:

Kuzey Kore efsaneleri: Bir akıl dışı çılgınlıklar ülkesi mi? – Kavel Alpaslan

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıgazeteduvar.com.tr

Kuzey Kore üzerine tüm bilgiler sağı solu belli olmayan bir devlet başkanı üzerinden servis ediliyor. Kuzey Kore’nin toplumsal ve siyasal yapısı hakkındaki sorularımızı yanıtlayan Kore Tarihi profesörü Suzy Kim bildiğimiz ezbere dayalı tekrarları tümüyle değiştirecek bilgiler verdi

Gerçek isminin Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) olduğunu bile unuttuğumuz Kuzey Kore hakkında ciddi bir bilgi kirliliği söz konusu. Çoğu zaman magazinel bir dille yazılan haberlerin zihnimizde inşa ettiği Kuzey Kore imgesi kabaca ‘deli bir adamın yönettiği akıl dışı bir ülke’ şeklinde. Fakat Kuzey Kore gerçekten sağa sola nükleer füze göndermek isteyen bir liderin ülkesi mi? Tüm çılgınlıkları mümkün kılan beyni yıkanmış bir toplum yapısı mı? Yoksa bize yansıtılanlar gerçeği yansıtmıyor mu?

Oryantalist ve ırkçı yaklaşımların sık sık kirlettiği Kuzey Kore haberleri arasında gerçeğin yolunu takip etmek pek kolay değil. Ancak sahip olduğumuz yanlış aktarımlardan yola çıkarak Kuzey Kore’yi parmakla göstermeden önce konu üzerine çalışan uzmanlara sözü vermek gerekiyor. Biz de Kuzey Kore mitlerine dair aklımızda canlanan tüm soruları Rutgers Üniversitesi Asya Dilleri ve Kültürleri Departmanı’nda Kore Tarihi profesörü Suzy Kim’e sorduk. Kim, bize ABD öncülüğünde uzun yıllardır devam eden yaptırımların yol açtığı sorunları, Kuzey Kore’nin gerçekte anlatıldığı gibi bir yer olup olmadığını tarihsel bir perspektifle açıkladı.

Rutgers Üniversitesi Asya Dilleri ve Kültürleri Departmanı Kore Tarihi profesörü Suzy Kim


‘KUZEY KORE, SOVYETLER’DEN DAHA UZUN YAŞADI’

Kuzey Kore hakkında çok sayıda yanlış bilgilendirme ve mit var. Bu mitlerin omurgası genelde ‘akıl dışı’ ve ‘çılgın’ bir ülke imajı oluşturuyor. İlk bakışta anlamı olmayan işler yapan bir liderin ona tapan halkı gibi bir manzara karşımıza çıkıyor. Gerçekten böyle bir durum var mı? Yoksa bu sadece siyasi analistlerin, medyanın ya da diğer ülkelerin bulandırmasıyla ortaya çıkan bir görüntü mü?

Kuzey Kore’nin ‘akıl dışı’ ve ‘çılgın’ olduğuna dair tarifler tam olarak sizin de söylediğiniz gibi mitlerden ibaret. Medya yorumcuları ve siyasi analistlerin yanı sıra birçok akademisyenin dile getirdiği ‘Soğuk Savaş boyunca aldığı Sovyet desteği olmadan Kuzey Kore’nin çökeceği’ düşüncesi, gerçekle örtüşmeyen bu önyargılara dayanıyor. Fakat Kuzey Kore, Sovyetler Birliği’nden (1917-1991) daha uzun yaşadı ve karşılaştığı tüm sorunlara rağmen herhangi bir çöküş belirtisi yok. Yabancıların zaman zaman düşmanca ifadeler ya da provokasyonlar olarak değerlendirdikleri şeyler bir tarafa, Kuzey Kore, ülkeyi yeniden birleştirmeyi başaramayan Kore Savaşı’nın (1950-1953) feci sonucundan bu yana herhangi bir kapsamlı askeri gerilim tırmanışından kaçınmıştır. Sovyet bloğunun çöküşünden çok sonraları dahi varlığını sürdürüp, sözde ‘düşmanlarına’ karşı hiçbir kapsamlı askeri saldırı başlatmamış olması bir gerçek. Bunlar, Kuzey Kore’nin ‘akıl dışı’ ya da ‘çılgın’ olmaktan çok uzak oluşunun yeterli kanıtları olmalıdır.

Peşi sıra gelen ‘çılgın’ lider mitinde, liderin iktidarını koruyabilmesine neden olarak Kuzey Kore halkının ‘beyninin yıkanmış’ olması gösterilir. ‘Beyin yıkama’ kelimesi aslında ilk kez Kore Savaşı ile birlikte dolaşıma girdi. Çünkü ABD yetkilileri, Amerikalı savaş esirlerinin ‘beyinlerinin yıkanarak’ komünistlere katılmasından endişeleniyordu. Nitekim çok küçük bir azınlık da olsa saf değiştiren kimi ABD askerleri vardı. 

Böylesi söylemler hem Soğuk Savaş’tan kalmadır, hem de oryantalist ve ırkçıdır.

ALTERNATİF GERÇEKLİKTE YAŞAYAN İZOLE BİR TOPLUM MU?

Kuzey Kore ile mesafemiz ve erişimimiz düşünüldüğünde direkt yoldan güçlü bir bağımız yok. Bu da ister istemez Kuzey Kore’nin tecrit halinde bir toplum yapısı olup olmadığı sorusunu akla getiriyor. Kuzey Kore’de yaşayanlar gerçekten dünyanın geri kalanından haberdar değil mi? Liderleri tarafından yaratılan bir ‘alternatif gerçeklikte’ mi yaşıyorlar? Eğer değilse, diğer ülkeler ve kültürlerle nasıl ilişkileniyorlar?

Bu, Kuzey Kore kavrayışımıza kattığımız klişe ve önyargılara bir başka örnektir. Kuzey Kore’nin küresel iniş çıkışlarına rağmen Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC – Kuzey Kore’nin resmi devlet adı) an itibariyle yaklaşık 160 ülkeyle diplomatik ilişkilerini sürdürüyor. Belki okuyucularınızın ilgisini çekebilir; KDHC, 2001 yılında Türkiye ile diplomatik ilişki kurdu. KDHC, diplomatik ilişkilerinin olduğu tüm ülkelerde fiziksel temsilciliklerini sürdüremese de, 1990’ların başında Sovyet bloğunun çöküşü dünyanın geri kalanına kıyasla göreceli bir izolasyona sebep olsa da (COVID-19 Pandemisi ile birlikte bu durum daha da kötüleşti) şunu hatırlamak önemli: Çin sınırından insanlar ve mallar, yasal ve yasadışı yollarla geçiyor. Ekonomik ve/veya siyasi kaynaklara sahip olanlar işçi, öğrenci ve diplomat olarak iş seyahatlerinde bulunabiliyorlar. Resmi devlet haberleri ve yayınları ile sınırlı bir biçimde de olsa uluslararası haberler hem günlük gazetelerle hem de yayınların düzenli bir parçası.

Yakın zamanda İsrail tarafından Gazze’ye uygulanan kuşatma ya da Küresel Güney’in (Batı dışında kalan dünyayı tanımlamak üzere kullanılan bir kavram, Global South) büyük çoğunluğuna hakim olan geniş çatışma alanlarında herhangi bir taraf tarafından uygulanan benzeri durumlar düşünüldüğünde de aynı soruyu sorabiliriz: Bu bölgelerdeki insanlar ‘alternatif bir gerçeklik’ içinde mi yaşıyorlar? Diğer kültürler ve ülkelerle nasıl ilişki kuruyorlar? ‘Gerçeklik’ olarak neyi varsaydığımıza bağlı olarak, dışarıdakilerin bu tür yerlerde yaşamanın neye benzediğini hayal edemediği ölçüde ‘alternatif gerçekliklerdir’. Aslında Küresel Kuzey’in, özellikle de ABD’nin kendi konforlu gerçekliğinin dışına adım atmasının daha acil olduğunu savunuyorum; çünkü politikalarının ve yaşam şekillerinin Küresel Güney’i nasıl orantısız bir şekilde etkilediklerini anlamak gerekiyor. Çoklu çevre krizlerinden, Lockheed Martin ve Boeing gibi ABD merkezli şirketlerin başını çektiği askeri-endüstriyel blok tarafından desteklenen çeşitli şiddetli çatışmalara kadar hepsi bununla ilişkili.

Asıl sormamız gereken soru şu olmalı: Farklı gerçekliklerimiz nasıl birbirine bağlı? Diğer kültürler ve ülkelerle nasıl bir ilişki kurmalıyız? Kısa cevap vermek gerekirse eğer, kaderlerimiz birbirine bağlı. Genç kuşaklar, önceki kuşakların yarattığı ve çözmeyi başaramadığı iklim kriziyle başa çıkmaya çalışacakları için bunun çok daha net bir şekilde farkındalar.

İNSANLARIN BEYNİ Mİ YIKANIYOR?

Kuzey Kore mitlerinden bahsettiğiniz bir dersinizde ‘beyni yıkanmış insanlar’ mitinden söz ediyorsunuz. Devasa stadyum gösterileri ya da askeri merasimler düşünüldüğünde bu insanların gerçekten beyinlerinin yıkandığını söyleyebilir miyiz? Eğer söyleyebilirsek, dünyanın diğer ülkelerindeki diğer insanların da kendi hükümetlerince ‘beyinleri yıkanmıyor’ mu?

Harika bir noktaya değindin. Daha önce de konuştuğumuz üzere ‘beyin yıkama’ fikri hem oryantalist hem de Soğuk Savaş döneminde düşmanların ‘irrasyonel’ ve ‘çılgın’ olarak tasvir edilmesiyle doğrudan ilişkili bir yaklaşım. ‘Beyin yıkama’ teriminin kendisini düşündüğünüz zaman ‘bir kişinin zihninin bir şekilde yıkanıp, boş bir tuvale dönüştürülebileceği’ anlamı çıkar. Böylece zihne istenen fikirler eklenir ve nihayetinde istenildiği şekilde kontrol edilebilir. Bir yandan, bu son derece absürttür. Çünkü herhangi bir ruh sağlığı uzmanı -örneğin bağımlılıkları tedavi eden bir uzmanı düşünebiliriz- size ‘insanların zihinlerini veya davranışlarını kontrol etmenin basit bir yolu olmadığını, aksi takdirde bu sorunları tedavi etmenin bu kadar zor olmayacağını’ söyleyecektir. Ancak ‘beyin yıkama’ gibi terimlerin dolaşımı, Soğuk Savaş sırasında siyasi ideolojilerin son derece belirgin kutuplaşmasını açıklıyor. O zamanlar fikirler üzerinde verilen savaşta her iki taraf da insanların ‘kalpleri ve zihinleri’ için diğeri tarafı böyle görüyordu.

Küresel olarak faşizmin yükselişiyle birlikte bir kez daha büyük bir kutuplaşma döneminden geçiyoruz. ‘Diğer’ tarafı (kişi hangi tarafla özdeşleşirse özdeşleşsin) açıklamanın bir yolu olarak ‘beyin yıkama’ gibi kalıplara geri dönmek yerine, insanların neden bu tür tercihler yaptıklarını düşünmek gerekiyor.

Toplumlarımızın kutuplaşmayı ve radikalleşmeyi besleyen gerçek endişeleri ve sorunları ele alırken neden bu kadar uçlaştıklarını anlamak lazım. Hepimiz bazı şekillerde hükümetler, şirketler veya diğer güçlü kuruluşlar tarafından çeşitli seviyelerde propagandaya ve manipülasyona maruz kalıyoruz. Bizim oyumuzu kazanmaya çalışıyorlar ya da ihtiyacımız olmadığında bile bir şeyler satın almamızı sağlıyorlar. Şunu inkar edemeyiz: Akıllı telefonların çağında, algoritmalar ne gördüğümüzü belirlerken ekranlarımıza yapışık hayatlarımızda işler daha da kötüye gidiyor. Her ne kadar kulağa paradoksal gelse de, bu tür manipülasyonlar Kuzey Kore gibi yerlerde gördüğümüz açık kontrollerden çok daha sinsi olduğu için daha tehlikelidir. Kuzey Kore’de hem iç hem dış hatlarda seyahat regüle edilmiştir ve devlet onayı gerektirir. Ülke içerisinde popüler olan kapalı bir internet olmasına rağmen insanların büyük bir çoğunluğunun küresel internete erişimi yoktur. Ayrıca dünyanın geri kalanı ile aynı ölçüde insanlar cep telefonlarına yapışıktır. Önemli olan resmi onaylı ve resmi onaysız faaliyetler arasındaki sınırların oldukça açık olmasıdır. Oysa örneğin ABD’de birçok kişi ‘özgür’ olduklarını varsayar ve bu nedenle ne ölçüde manipülasyona maruz kalabileceklerini sorgulamaz. Hepimiz, farklı bilgi kaynaklarına maruz kalmamızın fikirlerimizi ve tercihlerimizi nasıl şekillendirdiğini sorgulamalıyız.

NÜKLEER BOMBA MI ATMAK İSTİYORLAR?

Şimdi belki biraz da uluslararası ilişkiler bağlamında bir değerlendirme yapabiliriz? Bize sunulan bir diğer Kuzey Kore imajı da bu ülkenin öngörülemez ve son derece agresif bir dış politikaya sahip olduğu. Sanki bilgisayar oyunundaymış gibi herkese nükleer bomba atmak isteyen bir güç var karşımızda. Fakat tüm mesele bu kadar basit mi gerçekten?

Umarım bu soruyu daha önce biraz ele almışımdır ancak Kuzey Kore’yi basitleştirilmiş klişelerin ötesinde anlamlandırmanın neden tarih kavrayışı gerektirdiğine dair daha fazla açıklama eklememe izin verin. Tarihçiler genellikle Üçüncü Dünya’da komünistleri iktidara getiren yerli toplumsal devrimlere Çin, Küba ve Vietnam’ı örnek olarak gösterseler de, Kuzey Kore bu devrimlerin soyağacına nadiren dahil edilir. Ancak Kuzey Kore’de de kapsamlı bir toplumsal devrim yaşandı, elbette Sovyetler tarafından destekleniyordu ancak yine de ‘yerli’ bir devrimdi. Kore’nin 1945’te Japon sömürge işgalinden kurtuluşu ile 1950’de Kore Savaşı’nın resmen başlaması arasındaki yıllar, Kuzey Kore’de büyük reformların yapıldığı devrimci bir altın çağdı. Bu reformlar arasında üç yıllık bir okuryazarlık kampanyası, radikal bir toprak reformu, büyük endüstrilerin kamulaştırılması ve kadınların özgürleşmesi gibi büyük hamleler vardı. Kore tarihinde genel oy hakkı tanınarak yapılan ilk kitlesel seçimler 1946’da Kuzey Kore’de yapıldı. Bu süreci, 1945-1950 Kuzey Kore Devrimi’nde Günlük Yaşam adlı kitabımda ayrıntılı olarak ele alıyorum. Korece insan isimlerinin baskı ile Japoncalaştırıldığı, Kore dilinin yasaklandığı ve Asya-Pasifik Savaşı sırasında Korelilerin Japon İmparatoruna tapmaya ve onun adına ölmeye zorlandığı 35 yıllık Japon işgalinden sonra, kendi ülkelerine kavuşanların kuruluşta ulusal inşaya katılışlarındaki heyecanı ve coşkuyu hayal edebilirsiniz.

Ancak Kore, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte Müttefik güçlerce ikiye bölündü ve Sovyetler Kuzey’i, ABD ise Güney’i işgal etti. Sovyetler 1948’de KDHC’nin kurulmasından sonra ayrılırken, ABD yerini korudu ve Kore Yarımadası hâlâ bölünmüş durumdaydı. Yarımadayı bölen 32. Paralel boyunca çatışmalar başlarken Kuzey Kore, Kore Savaşı’na evrilecek süreçte iç savaşı bu bağlamda tırmandırdı. Bu durum, Güney adına savaşan ABD öncülüğündeki BM güçlerinin -Türkiye’nin de katıldığı- müdahalesiyle hızla uluslararası bir savaşa dönüştü. Ardından Çin güçlerinin Kuzey’e yardıma gelmesiyle sonuçlandı. Sonuç olarak, Kore Savaşı, iki dünya savaşından sonra 20. yüzyılın en ölümcül çatışması (ölü sayısı 5 milyona kadar ulaşır) olarak başı çeker. Özellikle ABD hava saldırısı gücü, Kuzey Kore için felaket niteliğindedir. Savaş sonucunda Kuzey Kore nüfusunun yüzde 12 ila yüzde 15’inin öldüğü tahmin ediliyor. Kuzey Kore’ye karşı yapılan Amerikan hava saldırıları sadece sivilleri hedef almadı, aynı zamanda tarım arazilerini su baskınlarından korumak için kullanılan barajlar da dahil olmak üzere neredeyse tüm kent merkezlerini ve endüstriyel tesisleri yok etti. Ayrıca ABD, savaş esnasından başlayarak o zamandan beri Kuzey Kore’ye nükleer silah kullanma tehdidinde bulundu/bulunuyor. 1952 yılına gelindiğinde ABD yetkilileri, savaşın sonu itibariyle Amerikan uçaklarının Kuzey Kore’ye, II. Dünya Savaşı sırasında tüm Asya ve Pasifik’te kullanılandan daha fazla bomba attığı Kuzey’de ‘başka hedef kalmadığını’ belirlediler. Napalm, II. Dünya Savaşı’nın sonunda icat edildi ve Vietnam Savaşı sırasında yaralı sivillerin korkunç fotoğrafları aracılığıyla önemli bir sorun haline geldi, ancak Kuzey Kore’ye çok daha fazla napalm atıldı. Kuzey Kore’de yoğun nüfuslu şehirlerin ve kentsel sanayi merkezlerinin hedef alındığı düşünülecek olursa Kuzey Vietnam ile kıyasla çok daha yıkıcı bir etkiye sahipti. Ancak bu gerçekler tarihçiler tarafından bile çoğunlukla bilinmemektedir. Üstelik Kuzey Kore’nin nükleer meselesi tartışılırken neredeyse hiç bahsedilmemektedir.

Kuzey Kore’nin bir caydırıcı unsur olarak nükleer geliştirmeleri, yabancılara karşı şüphesi ve yabancı etkisi, tarihsel olarak hâlâ büyük ölçüde savaş halinde olan bir yerden geliş şeklinde değerlendirilmeli. Ne yazık ki, getirdiği tüm yıkımından sonra savaş 1953 Ateşkes Anlaşması ile sona erdiğinden beri hiçbir şey çözülmedi. Anlaşma, hiçbir zaman gerçekleşmeyen ateşkesten itibaren üç ay içinde barışçı bir çözüme yönelik siyasi bir konferans çağrısında bulundu. Bunun maliyeti jeopolitika ile sınırlı değil, her iki Kore’de de sürekli teyakkuz halinde yaşamak zorunda olan insanlar da bunun bir sonucu. Kuzey Kore, fiziksel ve arkaplan gerekliliklerini karşılayan hemen hemen tüm erkekler için on yıllık zorunlu askerlik ile dünyadaki en uzun askerlik sürelerinden birine sahiptir. Bu yüzden dünyanın en büyük askeri güçlerinden birine sahip olduğu biliniyor. Ancak bu güce ve nükleer silahlar edinmiş olmasına rağmen, klişe olarak Kuzey Kore’ye atfedilen türden ‘öngörülemeyen’ bir saldırganlığa henüz girişmedi.

‘YAPTIRIMLAR, KUZEY KORE’Yİ BİR NÜKLEER SİLAH ÜLKESİ YAPTI’

Kuzey Kore uzun yıllardır ABD öncülüğünde devam eden uluslararası yaptırımlarla karşı karşıya. Bu yaptırımların Kuzey Korelilerin hayatlarında toplumsal ve siyasal nasıl sonuçları oluyor? ABD’nin Kore Yarımadasında oynadığı rol ne? Bu rol Kore’nin iki yakasındaki halkları ne yönde etkiliyor?

Bu önemli konuyu gündeme getirdiğiniz için teşekkür ederim. Kuzey Kore’nin son yıllarda artan tecritindeki başlıca nedenlerden biri yaptırımlarla ilgilidir. Kuzey Kore, varlığının büyük bir bölümünde yaptırımlara tabi oldu. BM Güvenlik Konseyi’nin 2017’den beri kabul edilen kararları, günümüz dünyasındaki en katı uluslararası yaptırım sistemlerinden biri. Yaptırımlar Kuzey Kore hükümetini nükleer silah ve füze programından vazgeçmeye zorlamayı amaçlasa da, orantısız bir şekilde insanların günlük hayatlarına yük oluyor. Aslında, Kuzey Kore vakası, yaptırımların amaçlanan ‘hedeflerinin’ çok ötesine geçip, fark edilmeyen yollarla dalgasal etkiler yaratabileceğini gösteriyor; çünkü yaptırımlar hakkındaki tartışmalar genellikle günlük yaşamı etkileyen yavaş şiddetin incelenmesini engelliyor. Kuzey Kore ayrıksı bir vaka değil ve Irak gibi yaptırım uygulanan diğer ülkelerle benzerlikler taşıyor.

Siyasi açıdan düşünecek olursak eğer, yaptırımlar sadece halihazırda ilişkiler varsa gerçekten işe yarar. Bunun olmadığı durumlarda yardımların ya da ticaretin önünde engel olma gibi olumsuz etkilere neden olabilir. Kuzey Kore’nin ne kadar uzun süredir yaptırımlara tabi tutulduğu göz önüne alındığında, daha fazla yaptırım eklemek onu yalnızca hayatta kalmanın başka yollarını bulmaya motive ediyor, bunun en son örneği Rusya ile ortaklık kurmak. Yaptırımlar ‘Kuzey Kore’yi nükleer silahlardan arındırma’ amacına ulaşmadı, aksine sorunu daha da kötüleştirdi. Böylece Kuzey Kore artık kesin olarak bir nükleer silah ülkesi haline geldi.

Toplumsal olarak yaptırımlar, devletin iç sorunları dış güçlere yönelterek demir yumruğunu güçlendirmesine yarar -siyaset bilimcilerin ‘bayrak etrafında toplanma etkisi’ olarak adlandırdıkları şey. Aynı zamanda son yaptırım dalgası, Kuzey Kore’nin uluslararası ticaretinin büyük kısmını oluşturan tekstil ve balıkçılık gibi endüstrileri hedef aldı. Bu, eskiden insanların yasal ya da yasadışı olarak sınırlar arası hareketinin ve bilgi akışının temeli olan ticari hareketlerinin kısıtlanması anlamına geliyor. Diğer yaptırım uygulanan ülkelerde de gözlemlendiği gibi, yaptırımlar kaynaklar kesildikçe toplumu istikrarsızlaştırıyor ve artan cinsiyet ayrımcılığı da dahil olmak üzere daha büyük toplumsal huzursuzluklar yaratıyor. Kadınlar genellikle zaten dezavantajlı konumlarda olduklarından, işlerini kaybeden ilk kişiler oluyorlar. Azalan kaynaklar dolayısıyla kamusal çocuk bakımı ve eğitim gibi harcamalar başta olmak üzere diğer kamu hizmetlerinde kesintiler meydana gelebilir. Bu da kadınların çoklu yüklerini hafifletmek için güvendikleri kaynakların doğrudan etkilenmesi anlamına geliyor. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA) 2003 yılı gibi erken bir tarihte, ‘Aileyi geçindirmenin getirdiği ek yük, devlet desteğinin azalmasıyla birlikte yüksek iş yüküyle birleşip kadınların kalkınma, korunma ve katılım haklarını tehdit ettiği endişesi’ konusunda uyarıda bulundu. Kadınlar işlerini ve yasal pazar ticaretine erişimlerini kaybettikçe, yeraltı pazarlarında yasadışı faaliyetlere itiliyorlar. Diğer yaptırım uygulanan ülkelerde de gözlemlendiği gibi, yaptırımlardan kaynaklanan bu tür ekonomik baskı, aile içi şiddet, cinsel şiddet, kadın ticareti ve fuhuş oranlarını artırma eğilimindedir. Yaptırımların Kuzey Kore üzerindeki cinsiyete dayalı etkisi hakkında daha kapsamlı bir tartışmaya ulaşmak isterseniz, benim de katkı sunduğum bu rapora göz atabilirsiniz.

Tüm bunlar yaşanırken Güney’de ABD, Kore Savaşı’ndan bu yana koruduğu askeri birlik varlığını sürdürüyor. Asker sayısı yıllar içerisinde azalsa da ülke genelindeki çok sayıdaki ABD askeri üssünde konuşlanmış yaklaşık 24 bin asker bulunuyor. Bu, ABD birliklerinin Güney Korelilere karşı cezasız bir şekilde suç işlediği, kadınların cinsel taciz ve şiddete karşı özellikle savunmasız olduğu, ağır bir şekilde militarize edilmiş bir ortam yarattı. Bu tür zararlara rağmen, ‘Kuzey Kore tehdidine karşı korunmak için ABD ordusunun gerekli olduğu’ düşünülüyordu. Ancak son birkaç on yılda Çin’in yükselişiyle birlikte, ABD’nin Güney Kore’deki varlığı yoğunlaşmış ABD-Çin rekabetinin bir parçası haline geldi; bu durum bölgenin artık daha da militarize olmasına ve iki Kore arası gerginliğin derinleşmesine yol açıyor. Kimilerinin ‘Doğu Asya’da yeni bir Soğuk Savaş’ ismini verdiği bu durum, Kore Yarımadası’nda barış ve uzlaşma çabalarına daha fazla engel teşkil ediyor. Her iki Kore’de de ulusal güvenlik aygıtları ve bireysel özgürlükler üzerinde kısıtlamalar var. Her iki taraftaki muhalefet, otomatik olarak diğer tarafa yardım ettiği gerekçesiyle bastırılıyor. En çarpıcı örnek, Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol, Aralık 2024’te sıkıyönetim ilan ederek tüm demokratik süreçleri atlatmaya çalıştı. Bu “Kuzey Kore tehditleri” bahanesiyle meşrulaştırıldı ve siyasi muhalefet “Kuzey Kore yanlısı güçler” olarak etiketlendi. Kuzey Kore sempatisine dair bu tür iddialar, siyasi muhalefeti bastırmak için Güney Kore’de Ulusal Güvenlik Yasası’nın uygulanması yoluyla uzun süredir kullanılıyor. Öte yandan Kuzey Kore, zararsız Kore Dizileri (K-drama) de dahil olmak üzere Güney Kore’den gelen içeriklerin tüketimini suç sayıyor.

MİTLERİN SEBEBİ NE?

Son olarak belki mitlerin ta kendisinden söz edebiliriz. Kuzey Kore hakkında bilgiye ulaşmak için sınırlı araç olunca ister istemez dış haberlerde bir boşluk ortaya çıkıyor. Sayısız medya, bize mitleri haber olarak sunuyor, üstelik bunu neredeyse zerre kanıt aramaksızın yapıyorlar. Ancak bu mitlerin ortaya çıkmasındaki asıl neden ne? Oryantalist/sömürgeci yaklaşımın bir ürünü mü? ABD propaganda makinesinin gücü mü? Ya da insanların sadece “Orada bir yerde deli bir ülke var, ama iyi ki biz öyle değiliz” diyerek kendilerini rahatlatma ihtiyacı mı?

Bu soruya tek bir basit cevap olduğunu düşünmüyorum. Sorun muhtemelen bahsettiğiniz tüm faktörlerin bir kombinasyonudur. Bir taraftan baktığımızda, Güney Kore gibi yerlerin aksine Kuzey Kore hakkında bilgiye erişimin çok fazla olmadığı doğru. Ancak Kuzey Kore yayınlarına ulaşmak mümkün. Veya BM’deki (New York ve Cenevre’deki) KDHC misyonları veya diğer ülkelerdeki diplomatik temsilcilikler gibi bilgi kaynakları mevcut. Çoğu medya kuruluşu bu tür Kuzey Kore kaynaklarını takip etme zahmetine girmez ve kolayca erişebildikleri kaynaklardan gelen bilgileri kopyalama eğilimlidir; ABD özelinde bu, ABD yetkililerinin sözlerinin tekrarlanması ve aynı sözlerin diğer medya tarafından dolaşıma sokulması anlamına gelir. Bu anlamda, çeşitli kaynaklardan haber toplamak önemlidir.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
393AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin