Kıbrıs nüfusunun çoğunluğu göç etti. Başka ülkelerde gelecek aradı. Göç eden İşçi sınıfı, Türkiye ve diğer coğrafyalardan yedeklendi. İşçi sınıfı, işçi sınıfının alternatifi haline getirildi. Yedekleme, göç hızını artırdı. İkisi birbirini hızlandırdı. Yurttaş bilinci zaafa uğratıldı. Yurttaş, ülkesi hakkında sorgulayan ve itiraz edebilendir. Daha iyisinin yaratılmasının peşindedir. Fakat yönetici ve sermaye sınıfı bundan hazzetmez. Bu sınıfın yedeğini yaratıp, gücünü zayıflatmanın peşindedir.
‘Kalkınma’ hedefiyle, KKTC yüceltildi. Toplumun çıkarının yerine konuldu. ‘Devlet’ yurttaşa ait olacağına, toplumun rızası yaratılarak, bölge güçlerinin aracısı oldu. Yani yapılmaya çalışılan, söylendiği gibi bir yurt yaratma değilmiş. Zenginleşen sınıfa, varlık aktaran bir aracı yaratmakmış. Bu böyleyken, muhalefet açısından Ada siyaseti, ‘Etnik sorunun çözülmesi’ ve ‘yönetmede liyakat’ çerçevesine sıkıştırıldı. Yurttaş bilincindeki sorgulama yeteneğinin gelişimi engellendi. Sınıf bilincinin gelişimine olanak sağlanamadı. Sorunların nedeninin, yeteneksiz yönetim, ‘KKTC’nin ekonomik kalkınmasının’ sağlanamamış olması, ‘Ambargolar’ ve etnik karşıtlıkların ve çatışmaların olduğu varsayımı, demokrasi için radikal muhalefetin gelişmesine, yurttaşın kendini gerçekleştirmesine engel oldu. Dar bir sınıfın zenginleşmesi ise hiç ara vermedi.
İşçi sınıfının önemli bir kısmı başka ülkelere savruldu. Kurulan düzen karşısında mağdur olan bu sınıfın göçü, hakim sınıfın işine geldi. Yeni işçi sınıfı gelmeye devam etti. Bunun adına ‘Gelen Türk, giden Türk’ dediler. Ortada bir sorun olmasa gerek! Düzene müteşekkir bir ‘toplum’ kesimi yaratılmış oldu. Ne var ki sağ, UBP hep kazandı…
Göç hızlandı ve demokrasi mücadelesi zemin kaybetti. Her şey paralılaşırken, sosyal ve etik değerler bundan nasiplerini aldılar. Ortak duygular yok olduktan sonra hangi müşterek yaşamdan, sosyallikten bahsedebilirsiniz ki?
Toplumun, kendi geleceğine sahip çıkabilmesi, siyasallaşması ile mümkün olabilir. Siyasallaşma yoluyla kendi tarihsel gerçekliğinin farkına varacak, yaşamına yeniden sahip çıkacak ve demokratik bir yaşam yaratacak. Öğretilen egemen, hegemonyacı burjuva ideolojisi, itaati, ayrımcılığı ve parayı kutsar. Muhalefet ise demokrasi ve halkın söz sahipliğini amaç edinmekten vazgeçmez.
Ada üzerinde süregelen sınırsız paylaşım saldırıları, Kapitalizmin toplum varlıklarına çökme dönemlerinin, kaçınılmaz parçası olagelmiştir. Kıbrıs’ın sorunlarının, dünyadan ayrı bir seyri olduğu düşünülmemelidir. Konunun etrafından dolanmanın bir faydası olmaz.
Dünya genelinde, Kapitalizmin güzel günleri, altmışlı yıllarla yaşanmış ve derin bir çöküşün doğuşunu simgelemişti. Artık Kapitalizmin çöküşten başka bir yolu yoktu. Yetmişlerle birlikte her şey yeniden sarpa saracaktı. Sonuca bakarsak ne olduğunu anlarız. Yetmişlerin ardından KKTC kuruldu. Bu gün adanın paralılaşmamış, kirletilmemiş tek santim toprağı, denizi, dağı kaldı mı? Etik ve insani değerlerden nasıl koparılmış olduğumuzdan söz etmiyor muyuz?
Yetmişli yıllarda ‘Ortadoğu’daki petrol sorunu’ diye gizledikleri, sermaye sınıfının sınırsız ihtirasları uğruna, toplumlar birbirine kırdırılmadı mı? İnsana ait ne bir alan, ne de bir duygu bırakıldı mı? Halkın olan her şeye el konulmadı mı? Halkın olanlar geri alınmalı…
Yaşama saldırılıyorsa, savunma yapmaktan başka çıkış yolu yoktur. Mevcut iktidar biçimleri ile yaşatılan tekrarlarla, yıkım süreci devam ediyor. Dünyanın kar yarışı ile hallaç pamuğu gibi atıldığı, diktatörlüklerin revaçta olduğu bu dönemde, toplumsal ve ekolojik yıkımın, geriye çevrilebilir eşiği aşılmak üzeredir. Savaşlar hepimizi içine çekiyor. Ekonomi ve siyaset, uluslararası ve yerel sermayeler denetiminde ve yakın ve uzak güçlerin planları doğrultusunda şekillendirilmektedir. Halkın çıkarının nerede olduğu sorgulanamamaktadır. Üretim ve yaşam araçlarının sermaye tarafından işgal edilmiş olması, toplumun kendini tanımlayabilmesine engel olmuş, çaresiz gibi görünen bir tablo yaratılmıştır. Fakat toplumsal muhalefetin, değiştirici dinamiklerinin ortaya çıkması ve birleştirilmesi, durumu tersine çevirebilir. Yani ekonomi ve siyasetin, toplum ve Ada’nın doğal koşullarının denetiminde şekilleneceği bir ülke yaratılabilir.
İktidardan taleplerde bulunulmasının faydası olmuyor. Muhalefet, ne yapılacağını söylemeli. Her alanda yer alacak ve demokrasi planı ile yol alınabileceğini ilan edecek bir yürüyüş, özgüvenin somut yapılarını oluşturabilir. Demokrasi planı, tüm muhalif unsurlar tarafından kabul görmekte olunan, ‘Toplumsal yok oluşa’ karşı duracak bir mücadele alanı olarak görülmelidir. Toplumsal yok oluş, yaşam ve üretim araçlarının, toplumun elinden alınması ile gerçekleşiyor. Bu, şu anda oluyor. Muhalefet güçleri bir arada durmalı ve kötüye gidişi durduracak yolu, görünür kılmalı. Mesela eğitim alanına hakim olan kim? Kamu okulları mı? Sermaye mi? Kamu okulları eğitim için kurulurlar. Herkesin ortak şeyleridirler. Geleceği inşa etmek içindirler. Fakat sermaye okulları, kar için kurulurlar ve herkes müşteridir. Yurttaşın denetiminde değildirler. Gelecek, kar ölçütü ile kurulur ve imha edilir. ‘Gençliğe bir gelecek bırakamıyoruz’ un anlamı budur.
‘Kamu kurumları’ sermayenin koordinatörü gibi davranıyor. Aklı evveller, toplumun geleceğinin, ekonominin büyümesinde olduğu yanılsamasını öğretirler ve ekonominin büyümesinin toplumun fakirleşmesi olduğu gerçeğini gizlerler. Ne güzel yazmış şiirinde Bertolt Brecht; ‘Yukarıdakiler durabiliyorlar orada, sırf ötekiler durduğundan aşağıda’ dizeleriyle.
Yönetim sınıfı, kararları icazetle alıyor, asgari ücret konusunda sermayeyi kayırıyor. Toplumu birbirine bağlayan müşterek varlıkların korunmasını engelleyip, kar alanlarına dönüşmelerine ön ayak oluyor. Yönetim sınıfının normali budur ve halkın rızasını almak için her şeyi yapar.
Ekonomik büyüme, kalkınma dedikleri; gıdaya ulaşım zorlaşırken, koruyucu kimyasallarla zehirlenmek mi? Sağlık sisteminin işlevselleştirilmemesi mi? Sıradan güvenliğin bile sağlanamaması mı? Eğitim sisteminin sahteleşmesi mi? Kara para mı? Kumar mı? Tefecilik mi? Maaş ekonomisi ile tutsak alınmak mı? Aşağılandığını, çocuğunun gözünden kaçırıp, ona kimsesiz bir gelecek bırakmak mı? Nedir kalkınma dedikleri? TOPLUM KENDİ KENDİNİ KORUYACAK…
Yaşamın her alanında tepkiler çoğalıyor. Bu tepkilerin neye karşılık geldiğini ve neyin habercisi olduğunun adı konulmalı. Muhalefet topyekun bir hedefe yönelmeli.
Ticaret konusu olabilecek her şeye saldırılıyor. Halkın çıkarı önemsenmez ve bu saldırılar gizli, görünmez değildirler. Yaşamın her alanı hedef alınır, paralılaştırılarak talan ve imha edilir. Buna karşı durmak, demokrasi mücadelesidir. Yani muhalefet, saldırının yapıldığı yerde, başka bir yaşam önermek ve ne olacağına halkın karar vereceğini söylemektir.
Alternatif yaratma hedefi olmadan, ‘işini doğru yapmayan’ düzenin adamlarının, tespit edilmesinin karşılığı yok. Yani suçluyu işaret etmekle, onu utandıramaz, yolundan döndüremezsiniz. İnsafa da getiremezsiniz. Dar bir sınıfın refahı için var olan bu düzenden, kendini inkar etmesini bekleyemezsiniz. Beklenebilecek en mantıklı şey, çoğunluğu oluşturan ve aşağılanan sınıfın kendi geleceğini kendisinin yaratmasıdır. ‘Neler yapılmayınca sermaye büyümüyorsa, onlar yapılmayacak. Neler yapılırsa, isteyen herkesin faydalanabileceği şeyler olacaksa, onlar yapılacak.’ demesidir bu sınıfın…
***
Nüfusun kaç kişi olduğu bilinecek. İhtiyaçlar bilinmiş olacak. Nüfus hareketleri, yönetim sınıfı ve sermaye iktidarının ihtiyaçlarına göre değil, toplumsal taleplere, ihtiyaçlara göre belirlenecek. Eğitim tamamen ücretsiz olacak ve özel eğitim yapılamayacak, eğitim özgürleşecek. Sağlık hakkının kullanımını zorlaştıran ve engelleyen şeyler temizlenecek. Ortak yaşam alanları, turizm sermayesinin çöplüğü olmaktan kurtarılacak. İnşaat ekonomisi ve bununla, ekonominin büyütülmesi saçmalığı durdurulacak. Dağın taşın sökülüp satılmasına son verilecek. Herkes, tüm ihtiyaçlarına ulaşabilecek. Halk, kendi kararlarını kendi verecek. Yalnızca güzel şeyler olacak.
Yani, ‘Ekonomik büyüme’, ‘kalkınma’ dedikleri saldırıya dur denilmeli. Yıkım, her alanda su yüzüne çıkarılmalı. Ne demişler? Geç kalınırsa, kurtarılacak bir şey kalmayabilir. HEP BİRLİKTE KURTULACAĞIZ.
Denilemez mi?