TÜİK’e göre, 2024 yıl sonu resmi enflasyonu yüzde 44.38, 12 aylık ortalamalara göre yüzde 58.51 oldu. Yine TÜİK verilerine göre, yılın ikinci yarısında tüketici fiyatları yüzde 15.75 arttı. Bu gerçekdışı rakamlara dayanarakişçi ve Bağ-Kur emeklilerinin aylıklarına yüzde 15.75, memur emeklileri maaşlarına yüzde 11.54 zam yapıldı. Asgari ücretlilere yapılan zam ise tümüyle makyajlanmış TÜİK verilerinin bile gerisinde kaldı. Zira, hiçbir zaman tutturulamayan enflasyon beklentisiyle manşet enflasyonun arasında bir oran belirlendi. Sonucunu biliyoruz, daha bir ay bile geçmeden asgari ücret açlık sınırının altında kaldı.
Hemen burada belirtmekte fayda var, Enflasyon Araştırma Grubunun (ENAG) verilerine göre 2024 yılıenflasyon oranı yüzde 83.4… Yani resmi enflasyondan yaklaşık 39 puan kadar yukarıda… Bunun sebebi TÜİK’in madde fiyatları listesinde yaptığı tahrifat… Hangi maddenin fiyatında nasıl bir rakamı temel aldıklarını bilemiyoruz, çünkü Haziran 2022’den bu yana TÜİK bu rakamları açıklamıyor. Sızdırılan bilgiler ise doktor vizite ücretinden tutun pek çok maddede komik fiyatları temel aldıklarını gösteriyor. Yani, hem vatandaş enflasyonda ciddi bir düşüş olduğuna ilişkin bir hikâyeye inandırılmaya çalışılıyor hem de çalışanlara ve emeklilere enflasyonun çok altında zamlar yapılarak gelir dağılımı iyiden iyiye adaletsiz bir hale getiriliyor.
Tüm bu çarpıklıkları da bir kenara koyalım. Enflasyon oranının sanki ülkedeki tüm vatandaşlara aynı oranda yansıdığı gibi bir izlenim var. Oysaki, alt ve orta gelir gruplarıyla üst orta ve üst gelir grupları enflasyondan aynı oranda etkilenmiyor. Yani kabaca bir tanımlama yapmak gerekirse, ‘herkesin enflasyonu kendine’! Gıda enflasyonu, alt ve orta kesimlerin en çok canını yakan fiyat artışlarını ifade ediyor. Sonra hizmet enflasyonunun bazı kalemleri geliyor. Sırasıyla, kira fiyatları, toplu ulaşım ücretleri, enerji fiyatlar gibi… Bunların hepsindeki artışın diğer kalemlere göre daha yüksek olduğunu belirtmekte fayda var.
Para beslenme ve barınmaya yeterse
DİSK-AR’ın bir araştırmasına göre, TÜİK verileriyle bile 2003’ten bu yana ortalama fiyatlar 22 kat, gıda fiyatları ise 33 kat artmış. Tabii gerçekte bu çok daha yüksek. Ancak resmi veriler bu şekilde olduğu için biz de hesabı böyle yapalım. Sınıfsal olarak harcama kalemlerinin payının değişiklik gösterdiğini unutmadan… Bu sebeple toplumsal kesimler enflasyonun sonucu ortaya çıkan geçim sıkıntısını farklı seviyelerde ve farklı ürünlerde hissediyor. Söz gelimi, en düşük yüzde 20’lik gelir grubu toplam gelirin yüzde 6.3‘ünü alırken, bu grubun harcamaları içinde gıdanın payı yüzde 36.6’ya ulaşıyor. Buna karşın, en yüksek gelir grubunun harcamaları içinde gıdanın payı yüzde 14.5 seviyelerinde.

Bu nedenle düşük gelir grupları daha düşük bütçeye sahip oldukları için ve bütçenin çok önemli bir bölümünü gıdaya harcamak zorundak kaldıklarından dolayı geçinmeleri çok daha zorlaşıyor. Yüksek fiyat artışları düşük gelir gruplarında daha şiddetli bir geçim sıkıntısı yaratıyor.

Gıda enflasyonunda Türkiye süper ligde!
Şimdi gelelim gıda fiyatlarına… Türkiye, gıda enflasyonunda küresel sıralamada ilk beşte yer alıyor. Yani gıda fiyatlarının en fazla arttığı ülkelerin başında geliyor. Bunun sebebi tek başına ‘Türkiye Ekonomi Modeli’ denilen ve büyük bir fiyaskoyla sonlanıp bedelini yüksek enflasyonla ödediğimiz akıldışı ekonomi politikaları değil. Bundan çok daha önemli yapısal sorunlar var. Yani bir gün enflasyon ekonomi yönetiminin hedeflemesi olan yüzde 5’lere gerilese bile, gıda enflasyonu görece yüksek seyretmeye devam edecek. Hele ki bazı gıda ürünlerinde bu fiyatlar çok daha yukarı yönlü olacak. Söz gelimi et ve et ürünleriyle süt ve süt ürünleri için beklentiler bu yönde…

Bu eğilimi, küresel gıda fiyatlarındaki hareketlerle Türkiye’deki gıda fiyatlarındaki hareketleri karşılaştırarak da görmek mümkün. Covid-19 pandemisinin ardından küresel gıda fiyatlarının göstergesi olan FAO Fiyat Endeksi, yaklaşık iki yıl boyunca sürekli gıda fiyatlarındaki artış eğiliminde azalma gösterirken, Türkiye’de çok alevli bir gıda enflasyonu yaşanıyordu. Bugün de işlenmiş ve işlenmemiş gıda ürünlerinde görece bir düşüş eğilimi yaşanıyor olsa da, Türkiye’de gıda enflasyonu hâlâ yüksek seyrediyor.
Tarım sektörünün yapısal sorunları
Türkiye’nin uzun yıllardır bir tarımsal planlama hedefi yoktu. Geçen yıl pek çok eksikliğine karşın geç de olsa bir adım atıldı ve ‘Tarımsal Planlama Yönetmeliği’ hazırlanıp ‘Tarımsal Üretim Planlaması Kurulu‘ oluşturuldu. Planlama, merkezden yerele, yereldenmerkeze etkileşimli alt kurullardan oluşan bir mekanizmayla hayata geçirilecek. En azından kamuoyuna bu şekilde açıklandı. İyi, güzel, ancak öğrendik ki Türkiye’nin bir tarımsal envanteri de yokmuş! Yani nerede ne yetişir onu bile net olarak bilmediğimizden ötürü, nerede ne yetiştirilmesi gerektiğini de bilmiyormuşuz. Bu sebeple çiftçi de o yıl hangi ürün en çok kazandırmışsa, o ürüne geçiş yapıyor ve bir sonraki yıl bu kez o üründe arz fazlası oluştuğu için yine zarar ediyor. Diğer ürünlerde yaşanan arz eksikliği sebebiyle o ürünlerin fiyatı artıyor. Sorunlardan biri bu.
İkincisi; tarımsal üretimin, özellikle de tarlaların miras yoluyla bölünmesi sebebiyle yaşadığı ölçek sorunu… Bu sebeple hem verimlilik düşük kalıyor hem de birim başına giderler yükseliyor. Küçük ölçekli işletmeler sürekli bölünerek daha da küçülüyor. Bu noktada, çok daha can alıcı bir mesele karşımıza çıkıyor; tarımsal üretimde çalışacak genç nüfus şehirlere göç ediyor ya da tarımsal üretime katılmak yerine farklı bir mesleğe yöneliyor. Bu gidişle, köylerde tarımsal üretime katılan işgücünün yaşı 60’lara ulaşacak. Bu da hem ekilecek arazilerinin azalmasını hem de zaten pek de yüksek olmayan verimliliğin daha da düşmesini getirecek. Bugün yaşanan bu sorun, yakın gelecekte ciddi bir kriz ortaya çıkarmaya aday.
Gıda enflasyonunu dolaylı etkileyen unsurlardan biri de Tarım-GFE (tarımsal girdi fiyatları endeksi); yani tohumundan gübresine, ilacından mazotuna tarımsal üretimde kullanılması gerekli olan girdilerin fiyat hareketleri… Gübre fabrikalarının özelleştirilmesinden tutun da, çiftçiye verilen mazottan alınan vergiye kadar yanlış politikaların sonucunda, tarım sektörünün girdi fiyatları sürekli artış gösteriyor. Bu da dolaylı olarak gıda fiyatlarının artmasına yol açıyor.
Yanlış politikaların faturası dar ve orta gelirliye kesiliyor
Bitmedi! İlginç bir örnek vererek devam edeyim. Hatırlarsanız, pandeminin hemen ardından süt ve süt ürünleri fiyatlarında çarpıcı artışlar yaşanmıştı. Neredeyse 1 kilo peynir 1 kilo etin üzerinde fiyata ulaşmıştı. Bu sürecin öncesinde süt üreticileri yana yakıla süt alım fiyatlarının çok düşük kaldığını, üreticilerin üretim maliyetinin çok altında fiyatlara süt satmaya mahkum edildiğini dile getirmişti. Yetkililer umursamamıştı. Sonuçta besiciler ellerindeki süt ineklerini mezbahaya göndermek zorunda kaldılar. Bu süreçte et fiyatlarını biraz dizginleyen işte bu süt ineklerinin etlerinin pazara girişiydi. Bugüne geldiğimizde, süt ve süt ürünleri fiyatları yüksek, orta kalite bir sütün litresini nihai tüketici 50 TL civarına satın alabiliyor. Ve bu fiyat artışı sürecek gibi görünüyor. Sütteki bu fiyat artışının peynir gibi süt ürünlerine doğrudan yansıdığını zaten görüyoruz.
Günü kurtaran çözümler tarım sektörünü bitiriyor
Artık protein ihtiyacını karşılayamaz bir ülkeyiz. Kırmızı ete dar ve orta gelirlinin erişimi neredeyse imkânsız hale geldi. Bugün ucuzluk marketlerindeki en kalitesiz kıymanın satış fiyatı 450 TL, bu rakam kasapta en az 600 TL’ye çıkıyor. Bonfile bin 500 TL’yi çoktan geçti. Ve et üreticilerini temsil eden birlikler ve derneklerin temsilcileri 2025 yılı içinde orta kalite bir etin kilogram fiyatının bin 200 TL’ye ulaşacağını belirtiyor. Peki bu soruna yönelik olarak ilgili devlet kurumları ne yapıyor? Popülist ve palyatif çözümler üreterek hayvancılığın tabutuna bir çivi daha çakmaya çalışıyorlar! Et fiyatları arttı mı, hemen karkas et ithalatına girişip haksız rekabet yaratarak besicilere bir darbe daha vuruyorlar. Ya da son olarak marifetmiş gibi açıkladıkları ‘ramazan ayın boyunca ucuz et’ önlemleri var! Ne yapacaklarmış?..Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) bünyesindeki hayvanları kesime gönderip belli marketlerde halka ucuz et satacaklarmış. Bu arada bu etin ne kadarı TİGEM’den karşılanacak ne kadarı ithal edilecek o da bir muamma!
Bunun adı beslenme krizi
Kafa bu olunca, kısa, orta ve uzun vadeli bir planlama, etkin sübvansiyon ve teşvikler uygulamaya konmadıkça, tarım sektöründe yapısal sorunlar bunalıma dönüşecek ve biz etinden sütüne, sebzesinden kuru gıdasına hemen her ürünü daha yüksek fiyatlara satın almak zorunda kalacağız. Zaten pandemiden bu yana dar ve orta gelirli en ucuz neyse onu yiyerek, beslenmiyor sadece karnını doyuruyor. Artık bu ülkenin en temel sorunlarından biri haline gelen bir beslenme kriziyle yüzleşiyoruz.