iktibasFoti BenlisoyDepremden Gazze’ye Enkaz ve Kapitalist Ölüm Kültü - Foti Benlisoy
diğer yazılar:

Depremden Gazze’ye Enkaz ve Kapitalist Ölüm Kültü – Foti Benlisoy

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıayrim.org

“Gazze Şeridi Ortadoğu’nun Rivierası olabilir. Bu kadar muhteşem bir şey olabilir. (…) Gazze Şeridi’ndeki potansiyelin inanılmaz olduğunu düşünüyorum. Biz o parçayı devralacağız ve onu geliştireceğiz, binlerce ve binlerce kişiye iş yaratacağız ve bu, tüm Ortadoğu’nun gurur duyabileceği bir şey olacak. (…)Alanı düzleştirin ve yıkılan binalardan kurtulun, düzleştirin, bölge halkına sınırsız sayıda iş ve konut sağlayacak bir ekonomik kalkınma yaratın. (…) Dünya insanlarının orada yaşadığını hayal ediyorum. Dünya insanları. Sanırım bunu uluslararası, inanılmaz bir yere dönüştüreceksiniz… Ve sanırım tüm dünya, dünyanın her yerinden temsilciler orada olacak.”[1]

“Çatışmaların sonunda Gazze Şeridi İsrail tarafından ABD’ye teslim edilecek. Filistinliler bölgede çok daha güvenli ve daha güzel topluluklara, yeni ve modern evlere yerleştirilmiş olacaklar. Aslında mutlu, güvende ve özgür olma şansları olacak. Dünyanın dört bir yanından büyük müteahhitlik ekipleriyle çalışan ABD, yavaş yavaş ve dikkatli bir şekilde, dünyada türünün en büyük ve en muhteşem gelişmelerinden biri haline gelecek olan şeyin inşasına başlayacak.”[2]

Klasik tipte sömürgeci kibri, açıkça itiraf edilen etnik temizlik niyetiyle ve devasa yeniden inşa projelerine dönük müteahhit iştahıyla birleştiren bu laf kalabalığı, ABD Başkanı Donald Trump’a ait. Baştan söyleyeyim: Niyetim Trump’ın Gazze’nin ABD tarafından devralınarak yeniden inşa edilmesi önerisinin halihazırda uygulanabilir olup olmadığı ya da böyle bir önerinin bölgedeki siyasal güç dengeleri açısından nasıl bir değişime tekabül ettiği gibi soruları tartışmak değil. İki milyonu aşkın Filistinliyi zorla yerinden etmeye dönük bu “planın” uluslararası insani hukukun açık bir ihlali olduğunu, böyle bir girişimin klasik tipte sömürgeciliğe geri dönüş anlamını taşıyacağı, Filistinliler için ikinci ve daha büyük bir Nakba demek olacağını belirtmeye zaten gerek olmamalı.

Trump’ın Nigel Farage gibi fikirdaşlarının, “iyi maaşlı işleri, kumarhaneleri, gece hayatı olan, zengin, harika ve gelişen bir yerin düşüncesi… bunların hepsi bana çok çekici geliyor”[3] diye övdüğü bu “çılgın proje”, başkanın eksantrik kişiliğine, onun her meseleyi bir emlak geliştirme işine ya da ticari anlaşmaya indirgeyen zihin yapısına atfedilip geçilebilir.  Ancak “Filistinlilerden arındırılmış Gazze’den bir Riviera yaratma” projesi, Naomi Klein ya da Anthony Loewenstein gibi isimlerin çalışmalarıyla popülerleştirdikleri “felaket kapitalizminin” devasa ölçekli bir örneği aslında. Trump, kendi sınıfının yapageldiği üzere, enkaz gördüğü her yerde fırsat ve yeni sermaye birikim alanları görüyor.

Enkaz ve fırsat

Trump için Gazze, yeniden inşa edilmesi gereken devasa bir “yıkım alanından” ibaret. Bunda elbette haksız değil. Birleşmiş Milletler, uydu verilerine dayanarak, 245.000’den fazla ev de dahil olmak üzere Gazze’deki yapıların %69’unun hasar gördüğünü veya yıkıldığını tahmin ediyor. BM, savaşın Gazze’yi 50 milyon tondan fazla molozla doldurduğunu varsayıyor. Bu, Mısır’daki büyük Giza piramidinin kabaca 12 katı büyüklüğünde bir kütle. Bu devasa moloz yığınını kaldırmak için günde yüzden fazla kamyon tam zamanlı çalışsa, enkazın temizlenmesinin 15 yıldan fazla süreceği tahmin ediliyor.[4]

Trump, Gazze’deki bu devasa enkazın inşaat ve müteahhitlik firmaları için boşa gitmemesi gereken muazzam bir fırsat olarak değerlendirilebileceğini biliyor. Aslında bu bakış açısı bizler için hiç de yabancı olmamalı. Bizde de yıkımdan Toledo çıkartma hayalleri kuranlar olmuştu mesela. Ancak Gazze’deki yıkım ve enkazın büyüklüğü, bir fırsat olarak görülen benzer büyüklükteki bir başka enkazı hatırlatıyor. İki sene önce gerçekleşen depremde resmi veriler esas alındığında yaklaşık 81 milyon metreküp hafriyatın oluşacağı, bunun taşınması için de 7,3 milyon kamyon seferine ihtiyaç duyulabileceği ifade edilmişti.[5] İşte Türkiye’de 6 Şubat depremleri sonrasında oluşan bu devasa enkazın yeni bir mülksüzleştirme ve el koyma dalgasının vesilesi kılınması, Trump’ın Gazze’ye ilişkin yaklaşımından çok da farklı değil. Bizde inşaat odaklı büyüme modelinin ve piyasalaşmanın müsebbibi olduğu bir felaket nasıl inşaat sermayesinin daha da büyümesinin zemini haline getirildiyse Trump da bir soykırımın yol açtığı felaketi aynı şekilde kullanmayı planlıyor. Türkiye’de depremin müsebbibi olduğu enkaz nasıl iştah kabartıyorsa Gazze’deki enkaz da sermaye için yeni bir büyüme ve genişleme fantezisinin konusu olabiliyor.

Bu durum ne Türkiye kapitalizminin “gelişmemiş” ya da “ahbap-çavuş” ilişkileriyle dejenere olmuş “norm dışı” karakterinden kaynaklanıyor ne de Trump’ın egzantrik “iş bitirici” zihninin çarpık bir ürünü. Aksine kapitalizmin tarihi felaketin sermaye birikim süreçlerini derinleştirmek için bir kaldıraca dönüştürülmesinin örnekleriyle dolu. Kapitalizm metalar üretmekle kalmaz, yaşayan emeği ve doğayı bir yamyam misali yiyip bitirerek düzenli olarak felaketler de üretir. Istvan Mészaros’un belirttiği üzere kapitalizm, “sonuçları ne kadar felaketli olursa olsun ne ‘gelişme’ ile yıkım, ne de ‘ilerleme’ ile israfı ayırabilir. Üretici güçlerin önünü daha fazla açtıkça yıkım güçlerini daha da ortaya salar.”[6]

Felaket, tıpkı ırkçılık ya da patriyarka gibi “reel kapitalizmin”, yani “gerçekte varolan” kapitalizmin mütemmim cüzü, olmazsa olmazıdır. Sermaye yıkmadan yaratamaz, gelişemez, büyüyemez. Kapitalist büyüme kontrol edemediği yıkıcı güçleri sürekli olarak açığa çıkartır. Bu yüzden sermaye, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’daki ifadesiyle, “büyüler yaparak çağırdığı cehennem zebanilerine artık söz geçiremeyen büyücüden farksız bir duruma” düşer.

Vampir sermaye

Kapitalizmin felaketi sermayenin belli sektörleri için bir fırsata dönüştürmeye dönük eğilimi kapitalizmin adeta jenerik bir özelliğidir. İtalyan Komünist Partisi’nin kurucularından ve “sol komünist” hareketin tarihsel önderlerinden Amadeo Bordiga tam da bu hususu vurgulayan isimlerden biridir. Bordiga’ya göre kapitalizm, “felaket ve yıkıma olan yırtıcı bir iştaha” sahiptir, felakete adeta ihtiyaç duyar. Felaketin tahrip ettiği büyük yapılar, altyapılar, köprüler, yollar vs. hep “eski kristalleşmiş emeğin”, ölü emeğin ürünleridir. Bunlar inşa edilirken büyük kârlar elde edilir; ancak bu yapım süreci sadece bir kez gerçekleşir. Tabii bunlar yok edilip bir daha üretilmeleri gerekmezse… İşte felaket sermayeye bu imkânı sağlar. Felaket, “planlı eskitmenin” (bir ürünün belli bir süre sonra eskiyerek veya işlevsiz hale gelerek sınırlı bir kullanım ömrüne sahip olacak şekilde tasarlanmasının) işlevini kitlesel ölçekte görür adeta.

Felaketle birlikte “yok olan zenginlik geçmişe ait, çok eski emektir. Felaketin etkisini ortadan kaldırmak için devasa miktarda bugüne ait, yaşayan emeğe ihtiyaç vardır.” Böylece “modern sermayenin (…) ölü emeğin ürünlerinin olabildiğince kısa sürede kullanılmaz hale gelmesinde ve böylece canlı emekle, yani kâr ‘emebileceği’ tek emek tipiyle bunların yenilenmesinin dayatılmasında muazzam büyük çıkarı vardır. Bu nedenle sermaye, savaş çıktığında yedinci cennettedir ve felaket pratiğinde oldukça iyi eğitimlidir.” Bordiga’ya göre, “sermayenin, yaşayan emeği sömürebilmek için hâlâ yararlı olan ölü emeği yok etmesi gerekir. Genç kanı emmeyi sevdiğinden, cesetleri öldürür.” Yani “yaşayanlar üzerinde tahakküm kuran kapitalizm, aynı zamanda ölülerin de katilidir.”[7]

Bordiga, bu satırlarda sermayeyi bir vampire benzeten Marx’ın Gotik imgeleminin izinden gider: “Sermaye, vampir gibi ancak canlı emeği emerek hayatta kalan ve ne kadar fazla canlı emek emerse o kadar uzun yaşayan ölü emektir”. Marx için vampirin kan iştahı, öncelikle sermayenin birikime dair doymak bilmezliğinin bir metaforudur. Sermaye gibi vampir de sınırsız büyümeye, egemenlik alanını sürekli genişletmeye yönelir. Sermaye kurbanlarına mütemadiyen yeni kurbanlar eklemeye adeta mahkûmdur. Hiçbir felaket onun bu iştahına sınır koyamaz.

Sermaye düzeni felaketi bir başka felaketle aşmakta, krizden fırsat çıkarmakta mahirdir. Sermayenin önüne çıkan her sınır onun için yeni bir başlangıç ve genişleme imkânıdır. Kapitalizmin krizler karşısındaki “yaratıcı” esnekliği, yeni pazarlar, yeni teknolojilerle felaketin ertelenmesi ya da sonuçları ancak daha sonraya ötelenebilen bir başka felaketle örtülmesi, bitimsiz bir felaketler silsilesine neden olur. Mesela içerisinde bulunduğumuz ekolojik yıkım süreci, yani doğanın kendi kendini yenileyebilme kapasitelerindeki muazzam aşınma kimilerinin sandığı gibi doğanın sermaye birikim süreçlerine tabi kılınıp metalaştırılmasının sonunu getirmeyecektir. Aksine daha önce de olduğu gibi doğanın temellükü ve metalaştırılması süreçlerini derinleştirecektir.

Marx’ın belirttiği üzere, “zenginliğin genel biçiminin –paranın– temsilcisi sıfatıyla sermaye, kendisini sınırlayan engelleri aşmaya yönelik sonsuz ve sınırsız dürtüdür.”[8] Sermaye hiçbir sınıra hoşgörü gösteremez, hiçbir limiti kabul edemez. Sermaye “kendi dayattığı sınırların ötesine gitmek ister sürekli, bu yüzden de ne durulur ne de bir dengeye oturur. İflah olmaz biçimde kendi kendisiyle çelişir. Her nicel artış yeni bir sınırdır, hemen yeni bir engel haline gelen bir sınır. Sonra bu sınır/engel bileşimi yeni değer alanı ve yeni sermaye oluşumunun potansiyeli haline gelir; derken bu da bir başka sınır/engel bileşimi haline gelir ve bu böyle sonsuza kadar devam eder.”[9] Bu yüzden sermaye sürekli “Batı’ya gitmeli”, sınırları aşarak yeni sınırlar fethetmelidir.

Joseph Schumpeter gibilerin “yaratıcı yıkım” diyerek yerlere göklere sığdıramadığı bu yıkım süreci, kapitalizmin işleyiş yasalarından biridir.  Marx tam da bu nedenle burjuva çağında ilerlemeyi, “nektarını ancak katlettiklerinin kafataslarından içen o iğrenç pagan putuna” benzetiyordu.[10] Kapitalizm sadece metalar üretmez, o aynı zamanda kitlesel düzeyde cesetler ve felaketler üreten cinai-yıkıcı bir süreçtir. Sermaye birikim süreçleri aynı anda hem yıkım hem de yaratım süreçleridir. Gazze’deki yıkımı ekolojik krizin dünya ölçeğinde yarattığı ve yaratacağı yıkımla birlikte düşünmek gerektiğini vurgulayan Andreas Malm’ın yazdığı gibi, “Yıkım ve inşa, birbirini varsayan, iç içe geçmiş karşıtlıklardır: Gezegenin yok edilmesi, fosil yakıt altyapısının inşasıdır; Filistin’in yok edilmesi ırksal bir sömürgenin inşasıdır.”[11]

Yıkım tarzı olarak kapitalizm

Annalee Lewitz’in ifadesiyle, “kapitalizmin tarihi, başından sonuna kadar bir canavarlık hikâyesi olarak anlatılabilir”.[12] “Kendi başına bırakılsa”, yani mesela köle ve sömürge haklarının ayaklanmalarının ve emekçilerin direniş ve mücadelelerinin basıncı olmasa, kapitalizmin bu canavarca doğasını bir ölçüde de olsa sınırlamak mümkün olmayacaktı. Sermayenin yıkıcı güçlerinin belli bir ölçüde de olsa denetim altına alınması ancak aşağıdan gelen tepki ve mücadeleyle söz konusu oldu. Halk sağlığı önlemlerinden sosyal güvenlik ağına ve hatta etnik temizliği suç addeden uluslararası hukuk kurallarına, sermayenin vampir iştahına dönük kısmi de olsa ne kadar bariyer konulmuşsa bunlar hep sermayeye zorla dayatılmıştır.

Son otuz yılda bu iki mücadele dalgasının geri çekilmesiyle meydanın yeniden Marx’ın meşhur deyişiyle, “tepeden tırnağa, her gözeneğinden kan ve pislik akıtarak gelen” sermayeye kaldığı malûm. İşçi sınıfının sınıf olarak eyleyebilme kudretindeki muazzam düşüşün, sömürge karşıtı ya da antiemperyalist mücadelelerin yerini Ortadoğu’da mezhepçi-fundamentalist şiddete, Sahra-altı Afrika’da savaş beyleri arasında bitimsiz iç savaşlara bırakmasının, kapitalizmin cinai doğasını yeniden kontrolsüz hale getirdiğini söylemek mümkün.

Yeni bir felaket çağının eşiğinde oluşumuzun, ekolojik yıkımdan savaş ve soykırıma, müteselsil felaketlerin birbirini takip ettiği bir karanlığa sürüklenmemizin nedeni budur. Toplumsal güçler dengesinde sermaye lehine gerçekleşen radikal kayma, sermaye düzeninin Engels’in “toplumsal cinayet” olarak adlandırdığı cinai potansiyellerin giderek imhacı (eksterminist) bir karakter almasına neden oluyor. Kapitalist “büyüme” ve “ilerlemenin” yıkıcı potansiyelleri ve bedeli giderek büyüyor, baskın hale geliyor.

Aslında Marx da Engels de kapitalizm yıkılmadığı takdirde sermaye tarafından açığa çıkarılan üretici güçlerin yıkıcı güçlere dönüşebileceğini öngörmüştü. İki kafadar Alman İdeolojisi’nde şöyle yazıyordu mesela: “Üretici güçlerin gelişimi sürecinde öyle bir aşamaya ulaşılır ki, üretici güçler ile ekonomik ilişki araçları mevcut koşullar altında yalnızca zarara yol açar, üretici olmaktan çıkıp yıkıcı güçler haline gelir”.[13]

Kapitalizmi bir üretim tarzı olduğu kadar bir “yıkım tarzı” artık. Türkiye’de siyasal iktidarı oluşum halindeki Trump rejimiyle akraba kılan, ikisinin de bu yıkımı derinleştiren “kapitalist felaketçiliğin” tam teşekküllü birer temsilcisi olmaları. İkisi de, adeta tabiatları icabı, “olağanüstü” felaketi otoriterizm, yoksulluk ve eşitsizlik gibi “olağan felaketlerin” yenilenmesi ve pekiştirilmesi için bir fırsat olarak kullanmaya eğilimli. Deprem ya da soykırım sonrasında, daha insanlar enkaz altındayken “inşaat seferberliğinden” bahsedebilmelerinin nedeni bu.

Kapitalist felaketçiliğin aktörleri, felaketin önlenmesi için gerekli olacak kamusal önlemlerin maliyetini üstlenmektense felaketin açığa çıkartacağı iktisadi olanakların peşinden gitmeyi tercih eder. Bu açıkça “felaket dostu” kapitalistler ve onların siyasal temsilcileri, felaketi durdurmaktansa ona adapte olmayı seçer. Bu da bir felaketin bir başkasına davetiye çıkardığı, felaketin bizzat o felaketi yaratmış güç ilişkilerini yeniden üretmek için bir fırsata dönüştürüldüğü felaketler silsilesine ya da “kıyamet döngüsüne” yol açar.

Dolayısıyla saray rejiminin doğrudan ya da dolaylı müsebbibi olduğu felaketleri onun bilimsellikten ya da liyakatten uzak oluşuyla, adam kayırmacılığıyla, tek adam rejimlerine has aşırı merkeziyetçiliği ya da yolsuzluğuyla açıklamaya dönük girişimler, en hafif tabirle eksik kalmaya mahkûm. Rejim “yönetemediği” için değil, sermayenin her tür sınır ve bariyerden sıyrılmaya dönük karşı saldırısının en başarılı, en pervasız yürütücülerinden biri olduğu için bir felaketi bir başkası izliyor. Bu rejim, mesela pandemi sırasında “üretim çarklarının dönmeye devam etmesi” adına nüfusun belli bir bölümünü feda etmekten imtina etmeyen o “bırakınız ölsünler” zihniyetinin arsız bir mümessili. Binlerce işçiyi “iş kazası” adı altında kapitalist büyümenin sunağında kurban etmekte hiçbir beis duymayan kapitalist ölüm kültünün bir temsilcisi.

Yani sorun, kleptokrasiden, meritokrasi yokluğundan, kakistokrasiden, ya da antik Yunancanın dehlizlerinden devşirilebilecek başka meşum yönetim biçimlerinden daha kapsamlıdır. Tek adam yönetimi, aşırı merkeziyetçilik ya da liyakat ve uzmanlığa önem vermeyiş, depremden Kartalkaya’daki yangına, felaketin boyut ve kapsamını derinleştiren faktörlerdir. Ancak esas mesele, mevcut siyasal iktidarın sınıf karakteri, onun sınıf doğasıdır. Kapitalizm başlığını açmadan (örneğin otoriter emek rejimini tartışmadan) nasıl mevcut siyasal iktidarın “otoriter” tabiatını tartışmak abesse, onun felaketle akrabalığını anlamak da mümkün değildir.


[1] “Trump’s plan to ‘take over’ Gaza, in his own words”, https://www.france24.com/en/live-news/20250205-trump-s-plan-to-take-over-gaza-in-his-own-words
[2] “Trump doubles down on kicking Palestinians out of Gaza”, https://www.politico.eu/article/donald-trump-take-palestinians-out-of-gaza/
[3] “Nigel Farage says Donald Trump’s plan to ‘take over Gaza’ sounds ‘very appealing’”, https://www.lbc.co.uk/politics/nigel-farage-donald-trumps-plan-take-over-gaza-very-appealing/
[4] “Gaza is in ruins, and it’s unclear how it will be rebuilt”, https://www.voanews.com/a/gaza-is-in-ruins-and-it-s-unclear-how-it-will-be-rebuilt-/7940413.html
[5] Merve Kara-Kaşka, “Deprem bölgesinde enkaz atıkları sorunu: ‘Zeytin ağaçlarının üzerine molozların döküldüğünü gördüm’”, https://www.bbc.com/turkce/articles/czvk4p1yv7yo
[6] Aktaran Ian Angus, Facing the Anthropocene Fossil Capitalism and the Crisis of the Earth System, Monthly Review Press, New York, 2016, s. 126.
[7] Amadeo Bordiga, “Murder of the Dead”, https://www.marxists.org/archive/bordiga/works/1951/murder.htm
[8] Karl Marx, Grundrisse Foundations of the Critique of Political Economy, Penguin Books, 1973, s. 260.
[9] Joel Kovel, Doğanın Düşmanı Kapitalizmin Sonu mu, Dünyanın Sonu mu?, çev. Gürol Koca, Metis Yayınları, İstanbul, 2005, s. 66.
[10] Karl Marx, “The Future Results of British Rule in India”, https://marxists.architexturez.net/archive/marx/works/1853/07/22.htm
[11] Andreas Malm, “The Destruction of Palestine Is the Destruction of the Earth”, https://www.versobooks.com/blogs/news/the-destruction-of-palestine-is-the-destruction-of-the-earth
[12] Annalee Lewitz, Pretend We Are Dead Capitalist Monsters in American Pop Culture, Duke University Press, Londra, 2006, s. 22.
[13] Karl Marx ve Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, çev. Tonguç Ok ve Olcay Geridönmez, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2013, s. s. 71.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
393AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin