Ege Denizi’ndeki volkanik Santorini Adası çevresinde son bir haftadır art arda depremler meydana geliyor. Uzmanların ‘deprem fırtınası’ olarak tanımladığı bu yeraltı hareketliliğinin aylarca devam edebileceği söyleniyor. Bugüne kadar kayda geçen düşük ve orta ölçekli deprem sayısı 700’ü aşmış durumda. Adanın Türkiye ve Yunanistan’ın orta noktasında yer alması nedeniyle bu sarsıntılardan ülkemizin Ege kıyıları da etkileniyor. İki ülkenin resmi kurumlarından yapılan açıklamaya göre şu an için bir hareketlilik görülmese de depremler yeni bir volkanik aktivitenin başlangıcını işaret ediyor olabilir. Anka Haber Ajansı’na konuşan yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür, sarsıntıların daha ne kadar devam edeceğini bilmediğini, eğer büyük bir kırılma olursa -ki fayın yıkıcı deprem üretme potansiyeli biliniyor- Aydın’dan Muğla’ya olan kıyılarımızın bundan etkileneceğini, tsunami görülebileceğini ve belirli ölçüde çürük yapılarda yıkıma neden olacağını belirtti. Yerel ve merkezi yöneticileri bu konuda dikkatli ve durumu inceler halde olmaları gerektiği konusunda uyardı.
KOMŞUDA TEDBİR BİZDE YAS VAR
Peki komşumuz Yunanistan’da hükümet süreci nasıl yönetiyor, olası bir deprem ve yanardağ patlaması riskine karşı hangi tedbirleri alıyor? Öncelikle hükümet ve uzmanlar konuyu ciddiyetle ve işbirliği içinde değerlendiriyor. Yunanistan Başbakanı Kyriakos Miçotakis, bakanlar, genelkurmay başkanı ve bilim insanlarının katılımıyla acil bir toplantı düzenledi. Türkiye basınına da yansıyan haberlere göre Atina’dan Santorini ve çevre adalara takviye amaçlı arama kurtarma ekipleri ve insansız hava araçları gönderildi. Ada halkı kıyı şeridinden ve metruk binalardan uzak durması konusunda uyarıldı. Kapalı alanlarda topluca bulunmamaları tavsiye edildi. Yüksek ve geniş alanlara çadırlar ve sahra hastanesi kuruldu. Okullar tatil edildi. Adadan ayrılmak isteyenler için havayolu ve feribot şirketleri ek seferler koydu. Yunanistan onlarca yıl önce aynı fay hattında meydana gelen büyük deprem ve tsunamiyi unutmamış; hükümet de, bilim insanlarının bilgisine kulak vererek halkın can güvenliğini korumak adına çeşitli tedbirler alıyor. Ne mutlu komşumuza. Bütün korkularına rağmen, vergi ödedikleri devletin bu hazırlığı kendilerini güvende ve değerli hissettirmiştir diye düşünüyorum. Biz ise bugün, 50 binden fazla insanımızın öldüğü, ihmaller nedeniyle tek bir kamu görevlisinin istifa etmediği ya da ceza almadığı Kahramanmaraş depremlerinin ikinci yıl dönümünü idrak ediyoruz.
İZMİR’DE RİSK ARTIYOR, ARAŞTIRMA YAPILMIYOR
Prof. Dr. Naci Görür, deprem riskine karşı aldıkları tedbirlerden ötürü Yunanistan hükümetini tebrik etti. Eminin o da yöneticilere sesini duyurabilen, bilgisi ciddiye alınan Yunan meslektaşları adına mutludur. Hatırlayalım, Naci Hoca, 2020 yılında katıldığı bir televizyon programında Kahramanmaraş’a dikkat çekmiş ve bu bölgede en son yaşanan büyük depremin üzerinden 500 yıldan fazla zaman geçtiğini söylemişti. Hocanın altını çizdiği gibi bu anormal bir süreydi ve burada geçmişte 7,4 büyüklüğünde deprem meydana gelmişti. Her an yenisi gerçekleşebilirdi. Üç yıl sonra, 6 Şubat 2023’te, Maraş 7,8 ve 7,5 büyüklüğünde iki depremle sarsıldı. 11 ili etkileyen depremde 50 binden fazla insan öldü, 100 binden fazla insan yaralandı ve milyonlarca insan evsiz kaldı. Öncesinde AKP hükümeti, ‘konutlardaki imar ve iskan sorununun çözülmesi için’ haziran 2018 ve aralık 2019 arası süren ‘İmar Barışı’nı başlatmıştı. Bilim insanları, bu düzenlemeyle kaçak yapıların af kapsamına alınacağını ve bunun imara aykırı yapılaşmanın en önemli teşvik unsurlarından biri olduğu konusunda uyarmıştı. Düzenleme geri çekilmedi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre ülke genelinde 7 milyon 450 bin bina ‘İmar Barışı’ndan yararlandı. Af kapsamına giren bina sayısına göre ikinci sıradaki il İzmir’di. İzmir, 30 Ekim 2020’de, Sisam Adası’nda gerçekleşen 6,8 şiddetindeki depremle sarsıldı ve 117 kişi hayatını kaybetti. Prof. Dr. Naci Görür önceki gün yeniden uyardı: “Ege’de olan her deprem İzmir’i etkiler. Tamamen fay ağının üzerinde. Bu kadar fay hattı başka bir şehirde yok, İzmir’de ciddi araştırmalar yapılmalı.”
MALUMUN İLANI: İSTANBUL DEPREME HAZIR DEĞİL
1 milyondan fazla bina ile ‘İmar Barışı’ndan en fazla yararlanan il İstanbul olmuştu. 17 Ağustos 1999’da resmi rakamlara göre 20 binden fazla insanın öldüğü 7,4 şiddetindeki Gölcük depreminden beri bilim insanları İstanbul merkezli yaşanacak büyük Marmara depremine dikkat çekiyor. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum 2018’de uygulanan ‘İmar Barışı’ ile binalar için yıkılma endişesinin son bulacağını söylemiş ancak deprem açısından yapılarda alınması gereken tedbirlerden kat maliklerinin sorumlu olduğunu belirtmişti. 2024 Temmuz ayından beri yeniden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koltuğuna oturan Murat Kurum, beklenen büyük Marmara depremine ilişkin konuştu ve İstanbul’un büyük bir depremi kaldıracak gücü olmadığını söyledi. Kurum, 600 bin binanın her an yıkılabilecek durumda olduğunu, 1,5 milyon ev ve iş yerinin de yüksek risk altında olduğunu belirtti. Kurum, bir önceki bakanlığı döneminde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘çılgın proje’ olarak tarif ettiği Kanal İstanbul için “Türkiye’yi dünyada lider ülke yapacak bir proje” demişti. Naci Görür Hoca, o zaman yine uyarısını yapmış ve projenin aktif fay hatları üzerinde olduğu için olası depremde ciddi bir yıkıma sebep olabileceğini belirtmişti. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkan adayı olan Murat Kurum, seçim kampanyası boyunca Kanal İstanbul’dan bahsetmemeyi seçti. Kurum, 25 yıl boyunca İstanbul’u, 23 yıldır da Türkiye’yi kendi partisinin yönettiğini atlayarak, 6 Şubat depremlerinin yıl dönümünde ansızın İstanbul’un depreme hazır olmadığını ilan etti. 1999 Gölcük depreminin üzerinden 25 yıl geçti. Bu süre doğru değerlendirilseydi sadece İstanbul değil bütün Türkiye depreme hazır hale getirilebilirdi. Ama maalesef ne önleyici tedbir almakta ne de yaraları sarmakta iyiyiz. Halktan toplanan ‘deprem vergileri’ ile iktidar duble yol yapmayı tercih etti. Depremde yakınlarını kaybedenlerin başlattığı adalet mücadelesi sürüyor. Kamu görevlileri yargılanmıyor. Sorumlu tek kişi istifa etmedi. 2 yıl sonunda vaat edilen konutların sadece üçte biri teslim edilebildi. Kentlerde ulaşım, barınma ve alt yapı sorunu devam ediyor. Konteyner kentlerde yüz binlerce insan yaşıyor.
HATAY’DA YIKIMDAN UMUT ÇIKARANLAR
Devlet, depremden önce hazırlıklı değildi, depremden sonra da yetersiz kaldı. Ancak yaşadığımız büyük ‘yıkımdan umut çıkaranlar’ da vardı ki onları anmadan geçmek olmaz. Acıda ortaklaşarak kurulan dayanışma ağları, sadece depremzedelere değil, hepimize hayata devam etme gücü verdi. Bize, birbirimizin varlığını hatırlattı. Hamasi millet anlatıları yerine gerçek hikayelerin yazılmasını sağladı. Sosyolog Serkan Turgut, 30 Ekim 2020 günü yaşanan İzmir depreminde kardeşi Sercan Turgut’un beş saat boyunca enkaz altından çıkarılmasını beklemiş ve sonunda sağ salim kendisine ulaşabilmiş. Korkusuna rağmen, tam da bu sarsıcı deneyimi nedeniyle 6 Şubat’tan sonra yardım için Antakya’ya gitmiş. Felaketi yaşayanların direncine tanıklık etmiş, deprem sonrası bir parçası olduğu dayanışma sürecinin hafızasının kaydedilmesi gerektiğini düşünerek tanıklarıyla aylar süren bir araştırma gerçekleştirmiş. Çalışmasının odak noktasına, Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Karaçay Mahallesi’nde, tamamen bölge halkı ve dışarıdan gelen gönüllülerin çabalarıyla gelişen ve ‘Kolektif Koordinasyon’ olarak adlandırılan gönüllü girişimini almış. 6 Şubat depremlerinin, kolektif hafızamıza yalnızca bir doğal afet olarak değil, devletin kriz yönetimindeki basiretsizliğinin ve buna tezat biçimde sıradan insanların dayanışma çabalarının bir simgesi olarak kazındığını söyleyen Serkan Turgut’un ‘Yıkımdan Umut Çıkarmak / Deprem, Hatay, Dayanışma’ başlıklı kitabından (İletişim Yayınları) aktaracağım bölümün de yaşadıklarımızın özeti olduğunu düşünüyorum. Serkan hocaya, en karanlık anda filizlenen umudu kayda alıp paylaştığı için teşekkür ederim. Serkan Turgut: “Depremlerle birlikte çöken modernleşmemizin simgesi olan beton yapılar aynı zamanda yüzleşmekten kaçındığımız sosyal ve kurumsal çöküşün de birer göstergesiydi. Görüşmecilerin tanıklıkları bırakın modern zamanları Ortaçağ savaş meydanlarında sevdiklerinin cesetlerini arayan ailelerin çaresizliğinden farksız.(…) Unutmamak gerekir ki deprem sonrası yaşanan yıkım sadece fiziksel bir eksikliğin değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal süreçlerin birer sonucu…”