Birçok krizlerle karşı karşıya kalıyoruz. Belirli hamleler de var. istesek de istemesek de direk etkilerini de yaşıyoruz. Bir takım hamle gibi gelişmeler de oluyor. Ama onca konuşma ile tartışmaların hep önemli ilk aşamasında sorun vardır. İlk baştan, sorunla gerçekler uyuşmuyor. Birşeyler öneriliyor veya bekleniyor. Gerçeklerle örtüşmeyen ve birilerinin istekleriyle konu sıkıştırılıyor. Bu doğallaşıp yakın tarihimizde beynimize kelepçe vuruldu. Hat da konuşulan olayın rol alanlarının durumu dahi gerçeği ile hiç uymayan çelişkiyle doludur. Çelişki, daha baştan gerçekleri ret ederek başlatılıyor. Yoluna da devam ediyor. Sonuçmu: günümüz Kıbrıs veya Türkiye koşullarında kolayca yakalarız. Ama nedense bilenler dahi değerlendirmelere koymaktan hep kaçıyor. İstenilen şekil ile konuşturuluyor. Bu durum da hep çelişkilerle dolu ile başkalarının dilediği andaki davranışıyla şekillenir. Özde günümüzde ne istediğimizi dahi değil, başkasının istediğini biz istiyormuşuk gibi savunmaya gelinir. Sanki yanlış olduğunu bilsek de onu söylemenin zamansız olma savunmasına düşülür. Örnek mi, herkes toplumlar arası görüşme der. Masada çözüm ifadesiyle geliştirilir. Oysa lider denilenin ne savunduğu malum. Hat da masaya kimin görüşlerini koyduğu da kesin. Bunlar tekrar tekrar yaşanmasına rağmen, ayni ters tuşa düşülür. Kendinin savunduklarına inanılmayan kesimlerden adeta kendi görüşlerini savunup masada gelişme beklenmesi kuralı çarpıtılıur.
***
Konu ne mi dedik: gerçekten daha baştan çelişkiyle her konuda başlanır. Kıbrısın sömürgesel gerçeği ret edilerek, burada seçimlerin nasıl yapılıp hat da en son UBP liderini dahi kayimle atayan koşullara rağmen, hala bunlar yookmuşcasına davranılır. Bu her kesimce kabul edildiği için de kültürleştirip normal deyere sokulması sonucu, hiç dikat edilmez. Ersin Tatarla alay dahi edilir. Ama sonra dönülüyor ve deniliyor ki “masaya otursun ve Kıbrıs sorununun çözülmesine yardımcı olsun” lafı kulanılır. Bu dahi çelişkili olması gerekirken, tek tip düşünme ve alıştırma sonucu kolayca savunulur.
Yine yaşadık ve tekrar yaşadık: Doktor Küçüğün nasıl yendiği, Ziya Rıskıdan çalınan seçimler ve sayresi olmasına rağmen, yine de sıkılmadan bağımsız özgür seçim ve lider denilir. Enson elbet Tatarın seçilme yeni sayfasıyla bol deneyimli bir sömürge ilhak politikasını yaşadık. Bu artık normal oluyor. Devamında da bunu savunarak çözümler ve bağımsız tavır beklenir. Tabi elisekizden beri Türkiye gerçeğine dokunulmaz. Özel Harp dayresini bilenler dahi nedense sorgulamada hiç katmaz. Bunda Türkiye dahildir. Hiçbiz zaman bağımsızlık savunullmadığı, adaya Türkiyenin gelmesi üzerinde şekillendirmeler olduğu da yok saydırtılıyor. Bir boşluk yaratıldı.
Şimdi yine birçok senaryo konuşuluyor. Tabi iç politikamızda hiç yeri yok. Kendi türkümğzle oda çalıntı sözlerle olaya katılınıyor. İki lider lafı hala sürüyor. Ama sonra Ersin Tatar deyince, onun nedenli bağımlı olduğu lafları hemen etrafa saçılıyor. Oysa genel konuşmalarda Türkiyenin de çıkarı deniliyor. K. Kıbrısın Türkiye gerçeği net. Ama çelişki basitliğinde bu hesaplanmadan konuşturulur. Türkiyenin etkin katılımı denilir ama Türkiyenin talepleri ve durumu hiç hesaba katılmaz. Yeterki kelimesi hep imdada yetişir. Oysa olay artık sistem içinde net olarak tarafın biri K. Kıbrıs değil direk Türkiyedir. İknanın da bu tarafında bu olduğu kesin. Tabi en son sözü hep söyleyen İngiltere durumuna dokunan da yok. Öyle ki AB havası estirenler, ingilterenin AB çıkışını ve ada üzerinde Ab durumunu değiştirdiği konusu sıfır derecede buz dolabında tutuluoyor yanılgısında.
Basit gerçeğe gelelim: Kıbrıs sorununda özellikle Kuzey coğrafyamız için belirleyen eksen Türkiyedir. Ne Tatarın ne Mehmedalinin hiç sözü olmadıydı. Hat da Annan planını hatırlayın: Akel güvence isterken, bunun verilmemesini Mehmedali değil de Apdulah Gülün isteyip başarıdığı hiç akılda brakılmadı. Ayni şekilde Annanplanı döneminde AB üyeliği için Danimarkadaki imza töreninde Denktaş gitmedi. Yerine giden Tahsin bey ise “saklanıp imzaya gitmedi”. Bu kararın TC tarafından AKP ve karşıtlarının olduğu ortak toplantıda da alındığı pek söyletilmez.
****
Bunları neden tekrardan hatırlatıyorum: yakında yine Kıbrıs konusu bizde de gündemleştirilecek. En azından görüşmesiz görüşme haasında bir girişim olacak. Garantörlerin de katıldığı beşli zirve de olası. Burada elbet resmi olmasa da konuşmaların olacağı kesin. Herhalde Tatarın buradaki “çözümcülerin” taleplerini masaya koyacağını bekleyen yok. Ama görüşmeler de ponpalanıyor. Bu gelişmelerde ise önemli bir koşul pek konuşulmaz. Konuşanlar da tersinden bakıyor. K. Kıbrısın ipi Türkiyenin elinde. Türkiyedeki rejimin durumu malum. Sadece son gelişmelere bakıp itifakcılarını da bilirseniz yeterlidir.
Türkiye son en başta bölge gelişmelerinde hem sistemle uyumlu hem de kendi idolojik gelişmesine oynuyor. Emperyalizmin istediklerini yapma ve kendi de kartları kulanıp rakiplerini geriye düşürme ikileminde. Ayrıca, Türkiye Kürt kartına da olduğu gibi Erdoğan rejimini devletsel alanda kalıcılaşmaya yöneldi. Kıbrıstan bu iki önemli olguyu doğru okumak şart. Yeni Osmanlıcılık ile devlet dönüşümünü tamamlamak. Böylesi kartları olan, sistemin de mümkün olduğu kadar isteklerine de yanıt verme ikileminde, Kıbrısta durup dururken, bizim hayalerimizi gerçekleştirecek sonuca gelmek, yanlıştır. Hele de Kıbrısa resmi bakış ile sistemin fazla önemsememeden öte, şimdiye dek resmen destek verme sonrasında, her hamleyi mutlaka doğru okuyup sorgulamamız gerekir. Hayali satışları hala alıcı olursak, gelen felaketleri de hiç doğru kavramama sonucuna da hazır olmamız şart.
Kısaca, baştan konuya gerçek değil de istenilen yanlışla başlayınca, elinde de insiyatif olmayınca, sizin beklentinizin olması çok zor. Yine bir yerden kaybedilecetir.