İncil’de geçen “yeniden doğmak için ölmek gerekir” , ya da,
sporcu bir dağcının zirveye ulaşması için bazen aşağıya yeniden inmesinin gerektiği gibi benzer analojiler Kıbrıslı Türk solunu anlatmak için bugün kullanılabilir…
Zira sol son seçimlerde de görüldüğü gibi bir çıkmazla karşı karşıya…
Uzun süredir izlenen stratejilerin, politika üretmemenin ya da siyasal olmayan siyasilerin aday yapılmasının (!) son yerel seçimler ve ara milletvekilliği seçimlerindeki sonuçlar üzerinden sınıra dayandığını düşünmekteyim.
Ancak bu durum bir umutsuzluk olarak görülebileceği gibi yeni bir başlangıcın ya da küllerinden yeniden doğuşun bir fırsatı olarak da görülebilir…
Doğanın döngüsünde olduğu gibi siyasi arenada da gerilemeler yeni bir filizlenmenin habercisi olabilir.
Önceki iki seçimde de vurgulandığı gibi, seçim odaklı düzen içi muhalefet stratejisi, sol için bir çıkmaz yarattı. Bu strateji toplumsal muhalefeti seçim sandığına indirgeyerek, daha geniş bir toplumsal vizyonu ve sorunları göz ardı etti.
Günümüzde derinleşen yoksulluk, eşitsizliğin artması, nüfusun sebep olduğu gözle görülür problemler ve bunların yarattığı eğitim, sağlık ekolojik kriz gibi sorunlar sadece seçimlerle çözülebilecek sorunlar değildir. Bu sorunlar köklü toplumsal dönüşümleri, hatta yeni bir toplumsal sözleşmeyi ve yurttaşlık olgusunu düşünmemizi gerektirmektedir.
Liebknecht’in oy hakkının ya da seçimlerin sivil özgürlükler ve örgütlenme özgürlüğü olmadan bir anlam ifade etmediği görüşünün geçerliliği günümüzde de güncelliğini korumaktadır. Mevcut rejim koşullarında seçime aşırı odaklanmak, muhalefeti sistemin içine sıkıştırma riskini taşımaktadır. Üstelik sadece sistemin içine değil, Kıbrıs’ın kuzeyine de aynı oranda sıkıştırmaktadır…
Bu nedenle, seçim mücadelesinin yanı sıra, toplumsal örgütlenme, taban hareketi ve doğrudan demokrasi talebi gibi araçlara da odaklanmak gerekiyor.
Hukuksuzluk ve adaletsizliği ,
Eğitimdeki sorunları,
Müdahaleleri,
Liyakatsizliği,
Vasatlığı,
Sadece seçim oranları ile okumak, bunları anlatırken ise Türkiye’deki yönetimleri, nüfus mühendisliğini, demokrasiye müdahaleleri konuşmaktan imtina etmek artık komik bile gelmiyor..
Ezilenlerin zayıf ve güçsüz olduğu durumlarda sistem içi muhalefetin kuyruğuna takılmak kaçınılmazdır. Bugün de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Emekçi sınıfın ve diğer ezilen kesimlerin yeniden örgütlenmesi ve bunun samimiyetle talep edilmesi solun yeniden doğuşunun temel koşuludur. Mahallelerde, işyerlerinde, okullarda ve diğer toplumsal alanlarda taban örgütlenmeleri oluşturarak, bunları talep ederek belli alanlarda işbirliklerine giderek halkın kendi sorunlarına çözüm üretebileceği mekanizmalar yaratmalıyız.
Hegemonya fikri, daha geniş bir tabirle Kıbrıslı Türklerin hegemonyası fikri bugün mutlaka ele alınmalıdır. Kıbrıslı Türkleri merkezine alan tüm ezilen ve sömürülen kesimlerin ortak mücadelesi, yeni bir toplumsal sözleşmenin temelini oluşturmalıdır. Bu sözleşme toplumumuzdaki ortak değerlerden ve sorun olarak görülen şeylerden oluşmalıdır. Eşitlik, adalet, özgürlük, barış, liyakat dayanışma ve ekolojik sürdürülebilirlik gibi değerler üzerine inşa edilmeli, tüm toplumsal kesimleri kapsayıcı olmalı ve katılımcı bir demokrasi anlayışını esas almalıdır.
Lenin’in dağcı analojisine geri dönersek, geri dönmek daha zorlu ve tehlikeli olsa da, zirveye ulaşmak için bazen tek yoldur. Mevcut stratejilerin sınırlarına dayandığımız, yeni bir yol arayışına girdiğimiz bir dönemdeyiz. Bu durum umutsuzluğa kapılmak yerine, yeni bir başlangıcın, yeniden filizlenmenin fırsatı olarak görülmeli. Toplumsal örgütlenmelere katılmalı, sesimizi daha gür çıkarmalı, alternatif çözümler, alternatif medya ve alternatif örgütlenmeler üretilmeli ve desteklenmelidir.