yazılariktibasMerakla Beklenen Yeni Oyun: Trump’ın İkinci Döneminde Amerikan Dış Politikası - Ekim...
diğer yazılar:

Merakla Beklenen Yeni Oyun: Trump’ın İkinci Döneminde Amerikan Dış Politikası – Ekim Arbatlı

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıayrim.org

1980’ler ve 1990’lar boyunca tüm dünyayı yıkıcı neoliberal politikalara mahkum eden Vaşington Uzlaşısı’nın geldiğimiz noktada fiilen sona erdiğini söyleyebiliriz. 2008’de birçok ülkeyi vuran dünya çapındaki ekonomik kriz, 2010’lardan itibaren gitgide artan bölgesel çatışmalar, ve son olarak da COVID-19 pandemisi, küreselleşmenin en ateşli savunucularını dahi korumacı tedbirlere yönlendirdi. Donald Trump’ın tekrar başkan seçilmesiyle birlikte, emperyalizmin hegemonik ülkesi ABD’nin yeni küresel düzen tasavvuru ne olacak? Trump’ın yeni döneminde süreklilik ve kopuş alanları neler olabilir?

Yeni Vaşington uzlaşısı, küresel ekonomi ve ABD-Çin rekabeti

Küresel hegemonya için ABD’nin önündeki en büyük rakibin Çin olduğu artık herkesin malumu. Çin’in son otuz yılda iyice hızlanan ekonomik kalkınması ve halkının refah seviyesindeki görece yükselme ile birlikte dünya sahnesindeki siyasi gücü de gittikçe artıyor. Bunun yanında, 1.4 milyarlık nüfusunu ve 18 trilyon dolarlık dev ekonomisini besleyecek maddi kaynakları da uzun zamandır askeri güç kullanmadan kontrol etmeyi başarmış görünüyor. ABD’nin yaygın ve süreklilik arz eden militarist politikalarının aksine, Çin 1979 yılından beri herhangi bir savaşta aktif yer almadı. En azından şimdiye kadar, etki alanını “yumuşak güç” (soft power) denilebilecek ekonomik ve kültürel hegemonya araçlarıyla arttırmayı tercih etti. Bunu yaparken de özellikle iki stratejiyi öne çıkardı. Bir yanda, 2013 yılında ilan edilen “Kuşak ve Yol Girişimi” ile Çin’i Asya üzerinden Orta Doğu, Afrika ve Avrupa’ya bağlayan geniş bölgesel ağlar kurarak ‘merkez’ ve ‘yarı-çevre’ ülkelerle ekonomik entegrasyon sağlama hedefi var. Diğer yanda ise, Çin tipi kalkınma modelini tanıtmak ve yoksul ‘çevre’ ülkelerle bağlarını güçlendirmek için ekonomik yardım programları yürütülüyor. Pekin’in yardım stratejisi, başta tarım, eğitim ve sağlık hizmetlerine yönelerek yoksulluğun azaltılmasını içeriyor. Batı modelinin aksine tek taraflı ve koşulsuz olarak verilen bu yardımlarla, özellikle Afrika’da yeni ortaklar edinmeyi amaçlıyor. Bütün bu gelişmeler, Çin’in sadece ekonomik değil siyasi açıdan da önümüzdeki dönemde ABD’yi rahatsız etmeye devam edeceğini gösteriyor.

Buna karşılık ABD, yeni dönemde küreselleşme ve serbest ticaret söyleminden uzaklaşıp ekonomik korumacılığı ön plana çıkaran bir politik hat kuruyor. ‘Yeni Vaşington uzlaşısı’ olarak adlandırılan bu doktrin, Joe Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’in 24 Mart 2023’te Brookings Enstitüsü’nde yaptığı konuşma ile resmen ilan edilmiştir. Bu konuşmada Sullivan, neoliberalizmin başta serbest ticaret ve uluslararası ekonomik bütünleşme olmak üzere en temel önermelerini sorguluyor ve Amerika’nın uluslararası rekabette Çin gibi daha devletçi kalkınma modelleri uygulayan ülkeler karşısında geriye düştüğünü kabul ediyordu. Aslında yapılan bu eleştiriler, birçok Marksist iktisatçının on yıllardır dile getirdiği görüşlerden farklı değildi: Kontrolsüz serbest ticaretle birlikte Amerikan mallarını değil, istihdam ve üretim kapasitesini ihraç eder hale gelmiş ve ülkenin sanayi altyapısı ciddi zarara uğramıştı. Metalurji, temiz enerji, sağlık teknolojileri gibi kritik sektörler göz ardı edilmiş; öncelik uluslararası finans gibi sektörlere verilerek ‘büyüme icin büyüme’ fikri desteklenmişti. Sonuç olarak, neoliberal ekonomik modelin hem ABD içinde hem de dünya genelinde yarattığı sosyoekonomik eşitsizlikler, orta sınıfın çöküşüne ve geniş kesimlerin refahında gözle görülür bir düşüşe sebep olmuştu. Krizden çıkış, neoliberal politikaların en azından kısmen askıya alınmasını gerektiriyordu. Bunun için de, ulusal güvenlik açısından stratejik önem arz eden sektörlere yönelik kamu yatırımlarıyla, devlet kapitalizmi denilebilecek bir model benimsemek gerekliydi.

Aslında bu yeni doktrini, Donald Trump’ın başkanlığının ilk döneminde ortaya atılan ve ‘Önce Amerika’ sloganıyla tanıtılan ekonomik modelin devamı olarak değerlendirmek mümkün. 2016-2020 arasında Çin’e karşı başlatılan ticaret savaşları, Biden hükümeti tarafından da sürdürülmüştü. Aynı yaklaşımın Trump’ın ikinci döneminde de benimseneceği tahmininde bulunabiliriz. Bunun sinyallerini hem ilk döneminde hem de seçim konuşmalarında vermeye başladı. Seçildikten hemen sonra, ülkeye yapılan tüm ithalata yüzde 10, Çin mallarına ise yüzde 60 gümrük vergisi getirme sözü verdi. Ayrıca, sınır komşuları Meksika ve Kanada’ya da yüzde 25 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Bu ticari tedbirleri devreye sokmak içinse ulusal ekonomik acil durum ilan edebileceğini söyledi. Bütün bu açıklamalar, 1980’ler tipi neoliberal politikaların öncelediği sınırsız sermaye dolaşımını ve küresel ticareti kontrol altına alma ve kaynak paylaşımını tekrar hegemonun katı kontrolüne sokma isteğine işaret ediyor.

Eski dünya, yeni dünya

Böyle bir ekonomik dönüşümün şüphesiz önemli siyasi sonuçları da olacak. Şimdiye kadarki söylemlerine bakarak, Trump’ın ilk döneminde ortaya attığı ‘Önce Amerika’ temasından kayda değer bir şekilde ayrılmadığı söyleyebiliriz. Fakat 2016’ya göre jeopolitik dengelerin ciddi şekilde değiştiğini göz ardı etmemek gerek. Trump’ın izolasyonist bir dış politika izleme sözü ile Çin’in yükselişine set çekme isteği, çelişen iki hedef olarak yeni dönemde çözülmesi daha zor problemler yaratabilir. Eski dünyanın sorunlarını en azından geçici çözümlere bağlamadan, yeni dünya düzenine nasıl adım atılacağını kestirmek şimdilik güç gözüküyor.

Öncelikle, hem Avrupa’nın sınırında hem de Orta Doğu’da devam etmekte olan iki büyük kriz var. Rusya-Ukrayna savaşı konusunda, Trump başkanlığı devraldığı anda tarafları ateşkes masasına oturtacağını ve krizi hızlıca bitireceğini iddia etti. Ukrayna’ya daha fazla askeri ve mali destek sağlamayacağını da sık sık tekrarladı. Gelecek dönemde NATO’daki Amerikan rolünü gözden geçireceğini ve Avrupa ülkelerinin askeri savunma harcamaları için artık kendi bütçelerinden pay ayırması gerektiğini söyledi. Buradan hareketle, Trump’ın son dönemdeki Çin-Rusya yakınlaşmasını uzun vadede Amerikan çıkarları için tehlikeli gördüğü ve Rusya’yla gerilimi azaltmaya yöneleceği düşünülebilir. Ukrayna sorununun çözümü ve uzun vadede Rusya ile Batı arasında olası bir yumuşama ihtimali, Rusya’nın Çin’e daha fazla yaklaşmasını önleyebilir. Trump’ın Amerikan müttefiklerine bu yeni düzende biçtiği rolse, isteseler de istemeseler de hegemonun yolundan yürümek. Fakat özellikle Rusya’ya sınırı olan NATO üyeleri için bir güvenlik garantisi olmadan askeri birliğin nasıl bir arada tutulacağını kestirmek zor.

Benzer şekilde, tüm Orta Doğu’yu saran kriz ve çatışma dalgasının nasıl çözüleceği de başka bir belirsizlik konusu. Trump, bölgede kapsamlı bir barış tesis etme çabasına gireceğinden bahsetti. Fakat şu aşamada, henüz herhangi bir somut plandan bahsetmek mümkün değil. Aksine, Trump seçim kampanyası boyunca birçok kez barışı sağlama amacıyla çelişkili açıklamalar yaptı.  Öncelikle, her fırsatta İsrail’in yürütmekte olduğu savaş ve soykırım politikalarını güçlü bir şekilde destekledi. Bölgedeki temel müttefikleri olan İsrail ve Suudi Arabistan’la ilişkilerin aynı şekilde devam edeceği ve İran’la olan gerginliğin de süreceğine dair sinyaller verdi. Bunun yanı sıra, Esad rejiminin düşmesinden hemen sonra yaptığı açıklamada, Suriye’deki yeni rejimle ittifak kurma yahut müdahale etme niyetinin olmadığını söyledi. Bütün bu açıklamalar içeride seçmen kitlesini tatmin etmeye yetmiş gibi gözükse de, yeni dönemde nasıl bir Orta Doğu politikası izleneceğine dair tutarlı bir hat oluşturmaktan hala oldukça uzak.

Ekonomik korumacılık ve milliyetçilik: Garp cephesinde yeni bir şey yok (mu?)                

Peki ortaya atılan ‘yeni Vaşington uzlaşısı’ ve izolasyonizm fikri gerçekte ne kadar yeni? Daha geçen yüzyılın başında denenip terk edilmiş ekonomik korumacılık ve içe dönük milliyetçilik akımlarından ne kadar farklı? Amerikan dış politikasındaki bu yeni doktrin arayışı, elbette ülke içindeki dengelerden bağımsız değil. Donald Trump’ı ve yeni milliyetçilik dalgasını iktidara taşıyan, neoliberal ekonomik düzenin Amerikan halkında yarattığı hoşnutsuzluk ve hayal kırıklığı oldu. Önümüzdeki dönemi Marksist bir perspektiften anlamak için, öncelikle büyük bir hızla değişmekte olan üretim şekillerini ve ekonomik ilişkileri dikkate almamız gerekiyor.

Son otuz yılda teknolojik ilerleme hem hizmet sektöründe hem sanayide orta sınıfın uzun süredir varlığını sürdürdüğü pek çok iş kolunun daralmasına yahut yok olmasına yol açtı. Sermayenin serbest dolaşımının da etkisiyle, sanayi üretimi önce merkezden yarı-çevreye, oradan da daha ucuz emek arayışıyla çevre ülkelere kaydı. Fakat artık bu sanayi kollarında da makinalaşmanın etkisiyle iş gücüne olan ihtiyaç azalmış ve çevre ülkelerde rekabet artmış durumda. Buna tarım üretimini vuran iklim krizi ve birçok yerde devam eden sıcak savaşlar da eklenince, geniş coğrafyalarda hayatta kalma mücadelesi merkez ülkelere doğru kuvvetli bir uluslararası göç dalgasını tetikledi. Merkezde ve yarı-merkezdeyse, geleneksel ‘beyaz yakalı’ işlerinin bir kısmının daha yapay zekanın yaygınlaşmasıyla yok olacağını öngörebiliyoruz. Bunun sonucunda, hem göçmen karşıtlığından beslenen milliyetçilik hız kazanıyor, hem de ekonomik korumacılığı ön plana çıkaran politikalara destek artıyor. Son on yılda, hem Avrupa’da hem de ABD’de yükselen milliyetçi dalganın dış politikaya ve küresel paylaşım savaşına yansımalarını izliyoruz.

Yine de, bu çoklu krizden devlet kapitalizmiyle çıkma fikrinin uzun vadede başarı şansı oldukça düşük. Neoliberal ekonomi modelinin yarattığı küresel sorunların büyüklüğü karşısında, hegemonik milliyetçilik ancak geçici bir yara bandı vazifesi görebilir. İklim değişikliği, küresel gıda krizi, temiz enerji ihtiyacı ve uluslararası göç gibi ciddi sorunları çözmek için, değişen üretim şekillerini göz önüne alan ve işbirliğine dayalı yeni bir düzen gerekiyor. Böyle bir düzenin anahtarıysa ne Vaşington’da, ne de Trump’ın cebinde bulunabilir.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
367AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin