Kıbrıs iktibasYonca ÖzdemirAhbap-Çavuş Kapitalizminde Yanmak - Yonca Özdemir
diğer yazılar:

Ahbap-Çavuş Kapitalizminde Yanmak – Yonca Özdemir

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıkibrisligazetesi.com
79 kişinin tatil için gittiği “lüks” bir otelde yanarak hayatını kaybetmesi doğal olarak hepimizi derinden sarstı. Ve hepimize İSİAS’ı hatırlattı, değil mi? Yine çocuklar, yine ihmal, yine denetimsizlik, yine ölüm, yine acı…

Bu hafta aslında hayvan hakları hakkında yazmayı planlamıştım, ancak bu sırada insan haklarının en temeli olan yaşam hakkından bile yoksun olduğumuz bir coğrafyada yaşadığımızı bir kez daha hatırlatan acı bir olay daha meydana geldi: Bolu Kartalkaya kayak merkezindeki Grand Kartal Otel yangını.

79 kişinin tatil için gittiği “lüks” bir otelde yanarak hayatını kaybetmesi doğal olarak hepimizi derinden sarstı. Ve hepimize İSİAS’ı hatırlattı, değil mi? Yine çocuklar, yine ihmal, yine denetimsizlik, yine ölüm, yine acı… Ve yine gerçek sorumluların ceza alacağına dair derin şüphelerimiz… Sorumlular ceza almadıkça da her şeyin bir süre sonra unutulup hayatın eskisi gibi devam edeceği ve sorumsuzca, insan hayatını hiçe sayarak yürütülen işlerin süreceği kaygısı…

Her felaketin ardından günlerce, hatta haftalarca kimin sorumlu olduğu tartışılıyor, fakat her seferinde yeni bir felaketle karşılaşıyoruz. Müfettişlerin görevlendirildiği ve savcıların çok yönlü soruşturma başlattığı yönündeki resmî açıklamaların hiçbiri insanı rahatlatmıyor. Çünkü bunları daha önce de çok duyduk. Sorumlu kurumların sorumluktan kaçarak birbirini suçladığı, ilgili hiçbir bakanın istifa etmediği, yargılama aşamasına zor bela gelindiği, davaların uzun yıllar sürdüğü ve sonunda etkili ceza ve yaptırımların uygulanmadığı bir süreci tekrar yaşayacağımızı öngörebiliyoruz. Bitmek bilmeyen bu kısırdöngünün içinde sürekli başa dönüyor Türk halkı sanki.

***

İnsanoğlu ne yazık ki açgözlü. Gözünü hırs ve para bürümüş. Bu ülkeden ülkeye pek değişmeyen bir gerçek. Modern dünyanın gerçeği bu. Kapitalist bir sistemin de aslında herkesin kendi çıkarları peşinde olması haricinde çok fazla bir beklentisi yok insanlardan. Ancak bu sistemde “devlet” dediğimiz bir kurum var ve devletin önemli görevleri var. Devletin bu kişisel çıkarlar karmaşasından bir düzen, bu çıkar peşindeki bireylerden de bir toplum yaratması gerekiyor. Devlet, hem bir düzenin kurulup herkesin çıkar mekanizmasını istikrarlı bir şekilde sürdürmesini sağlamak için vardır, hem de bu çıkarcı ruhun kontrolden çıkıp insanlara ve topluma büyük zararlar vermesini engellemekle yükümlüdür. Zaten aksi takdirde devletin otoritesine ve vatandaşların düzene olan güvenine ciddi zarar gelir. Bunun sonucunda, bireyler düzene aykırı davranışlar sergilemeye başlar ve toplum düzeni büyük ölçüde bozulur. Dünyada bu durumun yaşandığı örnekler mevcuttur. Bu tür bir bozulma çok ileri seviyelere ulaştığında ise, “devrim” dediğimiz dönüşüm süreçleri yaşanır.

Devlet bu saydığım görevlerini yasalar aracılığıyla yerine getirmeye çalışır. Devlet en azından teoride hukukun üstünlüğünü sağlayıp prensipte her vatandaşına eşit mesafede durmak zorundadır. Ancak, işler tabi ki hiçbir yerde bu kadar idealist bir düzeyde yürümüyor. Hele “Ahbap-Çavuş Kapitalizmi” dediğimiz düzende hiç öyle yürümüyor.

***

Bunu daha önce de İSİAS konusunda yazmıştım. (https://www.kibrisligazetesi.com/yazarlar/sampiyon-melekler-insaat-ve-ahbap-cavus-kapitalizmi/) Ahbap-Çavuş Kapitalizmi’nin ne olduğunu o zaman inşaat sektörü ile ilgili olarak şöyle açıklamıştım: “AKP kendisine bağlı sermaye gruplarını daha da zenginleştirmek için bürokratik denetimleri de zayıflatmış ve toplumun geniş kesimlerince heyecanla karşılanan imar afları yoluyla güvenli olmayan binalarda konut sahibi olma fırsatları da sağlamıştır. İşte bu yüzünden ortaya ruhsatsız binalar, ruhsatsız katlar, dere kumu karışmış betonlar ve kullanım izni olmayan binalar çıkmış ve bu binalar depremde on binlerce insana mezar olmuştur.”

Burada tekrar vurgulamak gerekirse, liberal kapitalist bir düzende devlet doğrudan üretimde yer almaz, ama en azından şirketleri ve piyasaların işleyişini yasalarla düzenlemek ve denetlemekle yükümlüdür. Vatandaşlarını şirketlerden ve piyasalardan korumak devletin temel görevlerinden biridir. “Toplum sözleşmesi” dediğimiz şey tam da bunu gerektirir. Elbette iş insanları daha fazla kâr peşinde olacaktır; maalesef kapitalizmin doğasında var bu. Lâkin kapitalizm 70 küsur insanı bir otelde yakacak ya da on binlerce insanı kolayca yıkılan binalar altında betona gömecek kadar vahşi olmak zorunda da değil! Bunları engellemek, devletin sorumluluğundadır. Devlet, vatandaşlarının sağlığına ve canına zarar gelmemesi için şirketleri ve onların faaliyetlerini denetlemek ve bu denetimi etkin bir şekilde sürdürmekle yükümlüdür.

Ahbap-Çavuş kapitalizmi ise devletin sıradan vatandaşlarını değil, yandaşlarını koruduğu bir sistemdir. Bu düzende devlet her vatandaşına eşit mesafede durmaz; yandaşlarına daha yakın durur. Hele ki o yandaşlar partisine maddi çıkar sağlayan yandaşlar ise bir yandan devlet bu yandaşları kayırarak ona belli menfaatler sağlar, bir yandan bu ayrıcalıklar sayesinde daha da zenginleşen bu yandaşlar devlet üzerinde daha çok siyasi etki ve güç sahibi olurlar. Bu karşılıklı çıkar ilişkisi, sistemin işleyişini sürdüren temel unsurdur.

***

Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a bir bakın… Kendisi ETS Tur’un ve pek çok otelin sahibi. Grand Kartal Otel’e de turlar düzenleyen ETS, aynı zamanda o otelin pazarlamasını da yapıyordu. Hatta ETS’nin web sitesinde bu otel için oldukça iyi bir reyting verilmiş ve şu ifadeler yer almış: “Grand Kartal Hotel, kayak ve snowboard seven misafirler için Köroğlu Dağları’nda güler yüzlü hizmet, kalite ve konforlun buluştuğu bir tatil atmosferi sunuyor.” Peki, bu bakanın bu yangın sonrası sorumluların bulunup cezalandırılması için gerçekten çaba göstereceğini düşünür müsünüz? En büyük sorumlu zaten kendisi! Bakanlığı denetlemekle yükümlü olduğu bu oteli denetlememiş. Hatta kapatılması gereken bu oteli kapatmamış. Aslında bir anlamda şanslıyız ki Bolu Belediyesi 31 Mart 2024 seçimlerinde muhalefete, yani CHP’ye geçmiş. Bu olmasa büyük ihtimal çok daha fazla şey karanlıkta kalacaktı. Şimdi yetkililerin birbirlerini suçlama ve kendilerini aklama yarışı sayesinde olayla ilgili önemli gerçeklere ulaşabiliyoruz.

Benim okuduklarımdan anladığım şunlar:

Otelin yangın için hazırlıklı olmadığı net bir şekilde ortada. Otelde sadece bir kaçış merdiveni bulunduğu, yangın ikaz sistemlerinin çalışmadığı ve yağmurlama sisteminin olmadığı bilirkişi ön raporunda tespit edilen eksikliklerden sadece bazıları. Bunlar en temel yangın tedbirleri ve koskoca otelde bulunmuyor! Örneğin, otomatik yağmurlama (sprinkler) sistemine sahip binalarda çıkan yangınların neredeyse tamamının daha başlangıç aşamasında söndüğü saptanmış.[1] Bu kadar elzem bir tedbir! Detaylı bilirkişi raporunda eminim daha fazla eksilikler ve hatalar da ortaya çıkacaktır. Tabi eğer engellenmezse veya Turizm Bakanlığı’nın talebi doğrultusunda otel hemen yıktırılmazsa!

Tabi ki otelin işletmesinin olayda büyük kusuru ve sorumluluğu var ve şu anda tutuklular, fakat bu bize devletin kusurunu ve sorumluluğunu unutturmamalı. Artık bilirkişi ön raporu açıklandığına göre bunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Bu otele Turizm İşletmesi Belgesi ile izin veren Turizm Bakanlığı. Yani baş sorumlu Bakanlık. Rapora göre diğer bir kusurlu ve sorumlu kurum da 2009’dan sonra bu otele ruhsat veren İl Özel İdaresi. Raporda başka devlet kurumlarına da değiniliyor. 

Otele son olarak 2007 yılında Bolu Belediyesi tarafından yangına uygunluk raporu verilmiş. Ancak, zorunlu olan itfaiye onayı 2012’de AKP tarafından kaldırılmış. Daha ayrıntılı anlatmak gerekirse, 2012’de “Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik” içinde yer alan “Projeler; ilgili belediye itfaiye birimlerinin uygun görüşü alındıktan sonra, ruhsat vermeye yetkili merciler tarafından onaylanarak uygulanır,” cümlesi “Projeler; ruhsat vermeye yetkili merciler tarafından onaylanarak uygulanır,” şeklinde değiştirilmiş. Yani, itfaiyeden uygun görüşü alma şartı tamamen kaldırılmış.

Peki, neden? Çünkü, Ahbap-Çavuş Kapitalizmi bunu gerektiriyordu. Çünkü inşaat sektörüne dayalı, kendini inşaat sektörüyle yeniden üreten AKP iktidarı inşaat patronlarının istediği her değişikliği yapıyor da ondan. Yani müteahhitler yangın konusundaki tedbirleri bile kendilerine engel gördüklerinden lobi faaliyetleriyle bu zorunluluktan kurtulmuşlar. Bunun yaşanacak felaketlerin önünü açtığını ancak şimdi acı bir şekilde görüyoruz. Oysaki bu yönetmelik değiştiği zaman bunların olacağı konusunda alanın uzmanı Prof. Abdurrahman Kılıç “Avrupa’da projelerin itfaiye tarafından incelenmediği Türkiye’den başka bir ülke gösterilemez. Bürokrasiyi azaltmak düşüncesiyle Başbakanlık tarafından, inşaat lobisi ve TOKİ’nin taşeronlarının baskısıyla, yangın yönetmeliği değiştirildi,”[2] diye gerekli uyarıyı yapmıştı. Tabi şimdi bunu hatırlamak için çok geç.

Kamusal alanlarda güvenli yangın uyarı sistemleri için ayrılan kaynakların, yapılan yatırımların ve düzenli denetimlerin faciaları önleyebileceğini hepimiz biliyoruz. Ancak bu önlemler alınmıyor, yatırımlar uygulanmıyor ve denetimler ya üstünkörü yapılıyor ya da göz ardı ediliyor. Sonuçta, elbette işletmeciler ve iş insanları suçlu, ama onlara gerekli onayları veren de devlet, gereken denetlemelerin yapılmaması için yönetmelikleri değiştiren de devlet. Yani devlet sinsi sinsi bu cinayetlerin önünü açıyor. Yukarıda vurguladığım gibi, evet, insanlar genellikle başkalarını değil kendi çıkarlarını düşünür; iş insanları hep kârını düşünür. Vatandaşları bunlardan koruması gereken şey ise devlet mekanizmalarıdır. Devlet bu mekanizmaları ortadan kaldırıyorsa ya da uygulamıyorsa, bu durumda devlet de cinayete iştirak etmiştir.

Birkaç gün önce bu konuda dinlediğim bir söyleşide vurgulandığı gibi, devletin ihmali, iptal ettiği yönetmeliklerle azalttığı denetim mekanizmaları, meslek odalarının devreden çıkarılması, yetersiz denetimler, ya da denetime takıldığı halde verilen izinler… Tüm bunlar belki hemen değil, ama bir 5 yıl sonra, olmadı bir 10 yıl sonra bir faciayla karşımıza mutlaka çıkıyor. Bu Soma’da bir maden faciası olarak, Çorlu’da bir tren kazası olarak, ya da on binlerce insanın betona gömüldüğü bir deprem felaketi olarak mutlaka karşımıza çıkıyor. Yapılmayan denetimlerin, sorumsuzca verilen ruhsatların ve patronların işlerini kolaylaştırmak için değiştirilen yasaların sorumlusu bizzat devlettir! İktidar ile yandaşı şirketlerin çıkar ortaklığı, devlet tarafından dizginlenmeyen rant hırsı, denetimsizlik, ihmal, yaptırımların eksikliği ve etkisizliği… Bunların hepsi yozlaşmış bir sistemin, bilinçli olarak tercih edilmiş bir siyasetin sonuçlarıdır. Bu yüzden böyle felaketler karşısında tepki verildiğinde kimsenin “Siyasete alet etmeyin” deme hakkı yoktur. Çünkü bu felaketler, tam da bu yozlaşmış siyasetin ürünüdür.

***

Şimdi gelelim Kıbrıs’ta son zamanlarda gündem olan bir iki meseleye… Öncelikle, inşaat demirlerinin denetlenmesi neden istenmiyor? KTMMOB bir süredir konunun peşinde ve ısrarla bu soruyu soruyor. Bir diğer konu da sol direksiyonlu araçların ithalatına ve kaydına izin verilmesi. Böyle bir iznin verilmesinin gerekçesi nedir? Neyse ki, Makina Mühendisleri Odası bu değişikliği yargıya taşıdı ve şimdilik ara emri ile bu karar durduruldu. Sırada başka neler var?

Peki, gidişatı görüyor musunuz? Tehlikenin farkında mısınız?

[1] Abdurrahman Kılıç (2011) “Otellerde yangın söndürme sistemleri,” Tesisat Mühendisleri Derneği Dergisi, 74 (Temmuz-Ağustos), s: 20-25, http://file.ttmd.org.tr/makale/74-1.PDF.

[2] Abdurrahman Kılıç (2014), “İtfaiye Yangın Projelerini Kontrol Edemeyecek,” Yangın ve Güvenlik Dergisi, 170, s. 8-9.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
377AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin