Savaşı en acısıyla yaşamış, darbe almış biri olarak kıtlığı iyi bilenlerdendi annem. İyi bir stokçuydu o yüzden.
Evde hiçbir şey eksik olsun istemezdi.
Her şeyden ikişer, üçer alır buzlukta, depoda, dolaplarda saklardı.
Her şeyden bana da en az bir tane alırdı.
Kızardım hep anneciğime saklayacak yerim yok diye. Bu huyundan son güne kadar da hiç vazgeçmedi.
Sardunya fasulye, sarı fasulye, Ayşe kadın fasulyesi zamanı geldi mi kilo kilo alır ayıklar (son zamanlarda arkadaşlarının yardımıyla) buzdolabına koyardı.
Bahçemizde ıspanağın verimli olduğu mevsimlerde onları toplar, keser, ayıklar, hafif haşlar öyle yerleştirirdi buz yerine.
Bundan on yıl önce Boğaz’a taşındığımızda pek çok üretici kadınla ahbap olmuştu.
Onlardan taze süt alır, yoğurt yapardı. Hellim sipariş verirdi. İnce detay işlerini de hep bana sorardı.
“Sadece keçi hellimi mi, koyun-keçi karışık mı olsun?”, “Taze mi, olgunlaştırılmış mı olsun?”
Onun da yönlendirmesi ile bir tanesini seçer beş kiloluk kaplara siparişlerimizi verirdik. Hangi üreticinin neyi daha iyi yapacağını o daha iyi bilirdi.
Ben de onu mutlu etmek için birini seçerdim aslında. Çünkü geleneksel ve ev yapımı hellimin her biri ayrı güzel benim için.
Mevsimde ne çıkarsa onları sipariş verir, büyük bir itina ile hazırlar, yerleştirirdi.
Sıcak yaz günlerinde molehiya ayıklardı arkadaşlarıyla. Sonra çarşaflarda kurutur ayırırdı. Birazını bana, birazını İngiltere’deki yeğenime, birazını İzmir’deki ahbabına, birazını da kendine.
Bahçede tohumlanan bir sebze, meyve oldu mu ilk o fark ederdi. Sevinçle gösterirdi bana.
Birkaç yıl önce çok bereketli bir domates hasadımız olmuştu küçücük bahçede.
Yine buralardaki üreticilerle anlaşarak bir miktar daha satın almış ve kavanozlar dolusu salça ve domates suyu yapmıştık Gülşahlarla.
Levent teyze her zamanki kucaklayıcılığıyla bahçesinin bir bölümünü kurutma işi için ayırmıştı bize.
Hani bazı evlerde ‘yok yoktur’ ya, işte yan komşumuz da öyle biri. İki ev arasında bir kapı vardı kolayca gidip gelebilsinler diye birbirlerine.
Nor kurutmak için Ali Abi’nin hazırladığı telli kasaların içine macunları yerleştirip bekletmiştik günlerce.
Sırayla yapmıştık bunu.
Bir onlar, bir biz. Sırayla kuruttuk telli sınırlı sayıda yapılan kasaların içinde.
Böyle güzel bir komşuluk ilişkisi pek nadir görülür. İyi ki dediğim şeylerden biri de budur. İyi ki evlerimiz yan yana çıkmış kurada.
Malum 1980’lerin sosyal konutları.
Hatta şimdi düşündüm de o kura günü geldi aklıma.
Bir şeyin içinden ya annem ya da babam çekmişti. 92 numara çıkmıştı bize. Sondan 5. ev derdik evimizi tarif ederken. Sonradan numaralar değişti ama nedense.
Dün annemin evine uğradım. Emek sarf ettiği, güzel elleri ile hazırladığı yiyecekleri alıp eve getirdim. 2 şişe limonata buldum.
Bana göre dünyanın en güzel limonatasını annem yapardı. Çocukluğumun damak tadı. Teyzemin mandalinaları ile annemin limonlarından oluşan bir karışım.
Taze sıkılmış limon suları, taze tarhanalar, kolokas, fasulyeler ve bir de yılan balığı.
Yılan balığını dün pişirdim ve çok sevgili arkadaşı Elhamiye abla ile birlikte yedik. Balıkçı arkadaşından almıştı sanırım ve ben istemediğim için verememişti bana.
Çok hırpalardım anacığımı bana bir şey vermek istediğinde.
Hep çemkirirdim ona istemem diye.
Ama dün öyle yapmadım.
Büyük bir itina ile pişirip yedim, yedik.
Görse mutlu olurdu eminim.
Annemin son yadigarlarını da toplamış oldum evinden.
Güzel günlerde sevdiklerimle yiyeceğime söz veriyorum canım annem.
Ellerine, yüreğine sağlık!