yazılarKıbrıs iktibasKissinger’in Kıbrıs’la ilgili anlamadığı ne idi? - Nikolas Zois
diğer yazılar:

Kissinger’in Kıbrıs’la ilgili anlamadığı ne idi? – Nikolas Zois

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıekathimerini.com
alıntı yapılan kaynakyeniduzen.com
KATHİMERİNİ gazetesinden Nikolas Zois, ABD dış ilişkiler tarihçisi Thomas Alan Schwartz’la “Kissinger’in Kıbrıs’la ilgili anlamadığı neydi?” başlıklı röportajını Yenidüzen Gazetesi için Sevgül Uludağ Türkçeleştirdi… 

Henry Kissinger’in ölümünün üstünden neredeyse bir yıl geçtiği halde, Amerikan dış ilişkiler tarihçisi Thomas Alan Schwartz, onun hayatına dair ilgisini kaybetmemiş, özellikle ABD eski Dışişleri Bakanı’nın tartışma yaratan eylemlerine yönelik ilgisi sürüyor…

Ayrıca kendisi “Henry Kissinger ve Amerika’da Güç: Siyasi bir Biyografi” başlıklı kitabı da kaleme almış… (Bu kitap Hill ve Wang tarafından 2020 yılında yayımlanmıştı.) Bir biyografi yazarı olarak Schwartz’ın bu çalışması, bu üst düzey Amerikan diplomatının görüşlerinin nasıl da hala kutuplaşma yarattığını not ediyor…

“Aşağılanan” Kissinger’e dair olumsuz değerlendirmeler yalnızca soldan değil, tüm diğer siyasi taraflardan da geldiğini anlatan Schwartz, KATHİMERİNİ’yle röportajında, Kissinger’in “Amerikan kurulu düzeni içerisinde hala belli bir saygıyı korumakta olduğuna” da işaret ediyor.

Aslına bakılacak olursa bu yıl içerisinde Johns Hopkins Üniversitesi, bir “Henry A. Kissinger Global İlişkiler Merkezi”nin açılışını yapmış… Schwartz, “İnanıyorum ki, Henry Kissinger’le ilgili görüşlerin kutuplaşması, daha uzun süre boyunca devam edecek… Onun rolüne dair hissedilenlerin yatışması ve böylece onun başarıları ve başarısızlıklarına dair daha aklı başında bir tartışma yürütmek için zaman gerekecektir” diyor.

Tarih, siyaset bilimleri ve Avrupa araştırmaları konusunda Vanderbilt Üniversitesi’nin önde gelen bir profesörü olan Schwartz, Parlamentarizm ve Demokrasi’yle ilgili Yunan Parlamento Vakfı’nın 13-14 Aralık 2024 tarihinde düzenlediği Güneydoğu Avrupa’nın 1974-1977 yıllarında demokrasiye geçişi konusunda yaptığı bir konferanstaki konuşmasının başlığı  “Henry Kissinger ve Kıbrıs Krizi: Siyasi Realizm ve Amerikan İç Politikası” idi…

Schwartz’la röportajımız şöyle:

“ZORLUK GETİRECEK DEĞİŞİKLİK İSTEMİYORLARDI…”

***  1970’li yıllarda Washington’un ne tür uluslararası kaygıları vardı ve bunda Yunanistan ve Kıbrıs’taki durum ne kadar bir paya sahipti?

İnanıyorum ki buradaki gerçek kaygı derecesine gerçekten bakacak olursak, altını çizmem gereken şeyin, ABD’nin kapsamlı taahhütlerinden ve dünyanın çeşitli yerlerinde askeri müdahale olasılıklarından Nixon ve Kissinger’in uzak tutmaya yönelik dış politikalarının derecesidir… ABD’nin askeri müdahalelere karışmış olmasına karşı ABD kamuoyu kesin tavır almıştı ve bu da ABD’nin hedeflerinin ne olabileceğine dair daha sınırlı bir konumda olmasını getirmişti. Ve inanıyorum ki herşeyden önce Nixon ve Kisinger, isteklier anlamda statükoyu korumaya bakıyorlardı. Yunanistan ve Kıbrıs’a baktıklarında, zorluklar getirecek değişiklikler istemiyorlardı. Ve onların en büyük kagısı da aslında Yunanistan ve Kıbrıs’la ilgili gerçekte çok fazla da kafa yormamış olmalarıydı – 1974 öncesinde bu yönde kafa yorduklarına dair pek fazla bir şey görülmüyor – kafa yordukları şey, bir derecede denge olmasıydı. Demokrasinin ileriye götürülmesi veya azınlıkların haklarıyla ilgili sorunlar veya Kıbrıs’ın olasılıkları ve Başpiskobos Makarios’un ne olduğuna dair konulara pek de önem vermiyorlardı. Bu konulara o kadar da önem vermiyorlardı. Tek istedikleri bu bölgede dengeyi korumak ve NATO’nun doğu kanadının bu bağlamda Yunanistan ve Türkiye arasında bir çatışmayla zayıflatılmasını istemiyorlardı.

WATERGATE SKANDALININ ETKİSİ…

***  Watergate skandalı, Kissinger ve Nixon’un Akdeniz’deki dış politikasını hangi oranda etkilemişti sizce?

Aslında bu ilginç bir sorudur. Elbette bu tartışma kaldırır ancak Kissinger, kaleme aldığı hatıralarında, Watergate sıkıntılarının yani Nixon’u  özellikle 1973 başlarından Ağustos 1974’te istifasına kadar meşgul ettiğini ve bunun da Amerikan dış politikasını ciddi biçimde zayıflattığını, Amerikan dış politikasında büyük bir dikkat dağınıklığı yarattığını ve yalnızca Akdeniz’de değil, dünyanın tüm bölgelerinde etkili olma yeteneğini azalttığını yazmıştı.

Başkaları da bu konuyu tartıştı ve ben de kitabımda bu konuyu yazdım, Watergate skandalının etkilerinden birinin Kissinger’e önemli oranda güç sağolamış olduğunun altını çizdim. Ve aslında ona dış politikanın cumhurbaşkanı diyordum. Bu dönemde bir oranda Kissinger Amerikan dış politikasını etkili biçimde yönetiyordu, Nixon ise Watergate’le alakalı skandallarla baş etmeye çalışmaktaydı. Bunun manası da, Kissinger’in öncelikleri kendi ihtiyaçları çevresinde belirlenmişti, ne yapması gerektiğini hissettiği şekilde yani… Ve bu durumda, esas kaygısının her zaman Soğuk Savaş ve büyük güç konuları olduğunu düşünüyorum – Yunanistan ve Türkiye arasında olup biten şeyler ya da Kıbrıs’ta olanlarla ilgili pek az ilgisi vardı – bunların daha önemli şeyleri etkileyebileceği ana kadar yani… Böylece bir şekilde bu dönemde kendi ellerinde toplamış olduğu merkezi gücün anlamı – hem ulusal güvenlik danışmanı, hem de dışışleri bakanı idi – o günlerde neyle meşgul olduğuna bağlı olarak dikkatinin başka konulara yayılmasıydı. Özellikle de bu dönemde Kıbrıs patladı. İsrail, Mısır ve Suriye arasındaki anlaşmalardan özellikle uzaklaşmak istediği ve çok kaygı duyduğu Orta Doğu sorunu vardı…

“KIBRIS’IN ÜÇTE BİRİ…”

***  Oval Ofis’te Başkan Ford’la bir toplantısında meşhur yorumunu (en azından Yunanistan’da meşhurdur bu yorum) yapacaktı – “Türkler’in adanın üçte birini almaması için Amerikalılar için herhangi bir neden yoktur” demişti Kıbrıs için. Ancak aynı zamanda “Britanyalılar bu iş batırdılar” da demişti. Sorum şudur, “realpolitik” miydi her zamanki rehberi yoksa Kıbrıs’taki durumun zaten kontrolden çıkmış olduğunu mu düşünüyordu?

İnanıyorum ki kendi başına dış politikayı yönettiği dönemde bir ölçüde kendi jeopolitik mantığına kayıyordu – bu da bildiğiniz gibi her zaman “Hangi devlet en güçlüdür ki onunla müttefik olalım, Amerikan milli çıkarları için en önemli şey nedir?” idi… Bu da Amerikan çıkarlarını son derece dar biçimde algılamaktır. (Mesela) Türkler’in Kıbrıs’ın üçte birini almaması için Amerikalılar’ın herhangi bir nedeni olmadığı düşüncesi gibi… Ve bu da son derece dar ve konuya atgözlükleriyle bakmak demektir… Yanlıştır demiyorum çünkü çoğu Amerikalı, Kıbrıs’taki siyasi düzenlemelerin ABD için o kadar da önemli olmadığına inanıyor. Ancak inanıyorum ki bu gibi konuların kamuoyunu kışkırtabileceği, özellikle de insan haklarının çiğnenmesi, etnik temizlik ve Kıbrıs’ta olup biten türden şeylerin bir derece hafife alınması sözkonusuydu – ancak o zaman Kissinger’in ve ABD’nin imajı, Akdeniz’deki Amerikan dış politikasının imajı üzerinde bir etkisi olabilirdi. Sözünü ettiğiniz sözcükler ve atıfta bulunduklarınız aslında Kissinger’in Orta Doğu diplomasisinden dönerken Kıbrıs’ı özünde kayıp bir durum olarak gördüğünü yansıtıyor ve işte Gerald Ford’a, başkanı bu durumun neden olacağı siyasi zorlukların derecesi konusunda uyarmadan, “Türkye bizim için daha önemlidir” demiştir… Yani bu durum, Kissinger’in gücü kendi ellerinde toplayıp merkezileştirme eğilimince etkilendiği bir durum olduğuna inanıyorum – o anda önündeki konu neyse, yalnızca ona konsantre olabiliyordu ve çok geç oluncaya kadar Kıbrıs’taki durumun bazı politikalarını anlayamayacak ya da göremeyecek derecedeydi bu…

“KARAMANLİS’İ KÜÇÜMSEMİŞTİ…”

***  Kissinger, Paris’te sürgünde olan Konstantinos Karamanlis’le buluşmayı neden reddetmişti? Demokrasiye geçişten sonra Yunanistan’da başka birisinin işbaşına geçmesini mi tercih ediyordu?

Sadece bu konuda kaleme almış olduğu hatıralara baktım bir çünkü bu konuda onu hiç sorgulamamıştım ve başka biyografilerde de o kadar da ortaya çıkmayan bir konu bu – ancak birkaç gazeteci bu konuyu gündeme getirmişti… 1960’lı yılların sonlarında, 70’li yılların başlarında, Karamanlis’in geri dönüşü konusu ortaya çıkmadan önce onunla Paris’te buluştuktan sonra onu küçümseyici bir tavrı vardı. Karamanlis’in kendini beğenmiş bir kişi ve kendi ülkesinde olup bitenlerden gerçekte kopuk olan bir şahıs olarak tarif ediyordu – bu da, sürgünde olan politikacılar arasında yaygın biçimde gördüşü bir şeydi, temelde gerçeklikten kopmaları yani… Yani Karamanis’i küçümsüyor gibi bir tavrı vardı. Ondan sonra hemen Karamanlis’le buluşmaması veya onun iktidara geleceğini görememiş olması, Kissinger’in demokratik liderlere olan görece ilgisizliğini de gösteriyor – bazı durumlarda ülkelerin demokratik geçiş sürecine sahip olmayacağını ve kendisinin otoriterlerle iş yapacağını düşünüyordu. Bu bağlamda sanırım Karamanlis’I önemli oranda etkisiz diyerek küçümsemişti. Ve bu durumda, onu küçümsedi. Bu da, bazı hallerde Kissinger’in demokratik kurumlara ve gelişmelere karşı daha az bağlılık gösterme eğilimini gösteriyor…

“TRUMP VE EKİBİ, SON DERECE MİLLİYETÇİ BİR SÖYLEM ORTAYA KOYACAK…”

***  Peki ya ABD’nin günümüzdeki dış politikası? Bu noktadan sonra bu politikayı anlayabilmek için neleri aklımızda tutmalıyız?

Özellikle Avrupalılar’ın Washington’dan çıkacak söylemlerden ötürü kaygılanacaklarını düşünüyorum. Çoğu Avrupalı gözlemciye önerebileceğim şey, sözlerden çok eylemlere bakmalarıdır. Trump yönetiminin söylemi, son derece milliyetçi olacaktır. Söylemden çok, konuşma biçimleri böyledir. Donald Trump ve danışmanları son derece milliyetçi kavramlarla konuşacaklardır. Önce Amerika diyeceklerdir, önce Amerikan ulusal çıkarları… Kıbrıs’a ilgi göstermemiz için Amerika’nın herhangi bir nedeni yoktur (diyecekerdir). İnanıyorum ki bu şekilde konuşacaklardır. Ancak bu, Amerikan eylemlerinin uluslararası etkisi hakkında kaygıları yoktur demek değildir. Amerikan Dışişleri Bakanı olacak olan Marco Rubio ile Ulusla Güvenlik Danışmanı olacak olan Michael Waltz, güce dayalı barışa büyük ilgi duyuyorlar ve ABD’nin dünyadaki saldırganlara karşı, özellikle Rusya, İran, Çin ve Kuzey Kore’deki yeni direniş kalkanına karşı durmasını görmek istiyorlar. İnanıyorum ki biraz eylem göreceğiz… Ukrayna için ne tür bir çözüm ortaya koyacaklarını görmek ilginç olacaktır – Ukrayna’nın egemenliğini koruyacak biçimde savaşa son vermek mi yoksa tüm topraklarının buna dahil olmayacağı biçimde mi… Yani bu durum öngörülmezdir inancıma göre…

sayfa-16-kibrislirumlarin-kissingeri-londrada-bir-protesto-yuruyusu.jpg
Kıbrıslırumlar’ın Kissinger’i Londra’da bir protesto yürüyüşü…
  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
359AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin