Kıbrıs iktibasMertkan HamitKıbrıs’taki Siyasi İrade ve Çözüm Arayışları: AB Süreci, NATO ve Gelecek - Mertkan...
diğer yazılar:

Kıbrıs’taki Siyasi İrade ve Çözüm Arayışları: AB Süreci, NATO ve Gelecek – Mertkan Hamit

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıekopolitix.wordpress.com

Kıbrıs sorunu literatüründeki tartışmalara baktığımızda, güncel çözümsüzlüğün sebebinin “siyasi irade” olduğuna dair yaygın bir uzlaşı vardır.

Kıbrıs Türk tarafının anlatısında, Kıbrıslı Türkler siyasi irade göstermiştir ancak Kıbrıslı Rumlardan karşılık bulamamıştır. Bunun en bariz iki örneği de 2004 Annan Planı ve 2017 Crans Montana süreci olarak sunulmaktadır. Oysa söz konusu iki süreç, birbirinden dikkate değer biçimde farklılıklar gösterir.

2017 Crans Montana süreci, Anastasiadis’in seçilmesi ve ortak deklarasyonla başlayan bir süreçti. Esas itibarıyla liderler tarafından yürütülen bir süreçti ve iç dinamiklere dayanıyordu. Muhtemelen en büyük eksiği, enerji konusunda heyecan yaratsa da, uluslararası bir angajmana bağlanmamış olmasıdır. Başka bir deyişle, 2017’de masadan kalkmanın Kıbrıs devleti için bir bedeli yoktu. 2017’de masanın dağılmasından sonra resmi olarak tamamlandığını söyleyemeyeceğimiz sürece, NATO ile işbirliği penceresinden ele alınması dikkat çekicidir.

Tarafların pozisyonlarına Kıbrıs sorununun tarihsel penceresi içinde baktığımızda, Kıbrıs konusunda (hatta Kıbrıs Rum ifadesindeki “milli meselede”) Kıbrıslı Rumların siyasi irade göstermediği iddiası her koşulda doğru kabul edilemez; bu, eksik bir yaklaşımdır.

Kıbrıs adasındaki siyasi unsurların kendi kaderini tayin etme hakkının tartışıldığı 1950’li yıllardan itibaren Kıbrıslı Rum siyasetinin Kıbrıs konusundaki pozisyonu, Kıbrıs sorununu uluslararasılaştırmaktan geçtiğine dair bir kabul vardır.

Uluslararasılaştırma konusunda önemli siyasi alan, önceleri BM Genel Kurulu’ydu. 1931 isyanını yaşandığında Kıbrıs’taki Yunanistan büyükelçiliği görevinde olan ve olayları kışkırtmaktaki rolünden dolayı deport edilen Alexis Kyrou’nun 1953 yılından itibaren Yunan hariciyesinde görev yapması, onu Kıbrıs tarihinde pek bilinmeyen ama enteresan noktalarda karşımıza çıkarır.

1953 yılında New York’ta Yunanistan’ın BM Genel Kurulunda temsil eden Kyrou, “Kıbrıs sorununu gündeme getirmeyeceği” referansı ile Kıbrıs’a ilk kez dolaylı olarak yer verilmesini sağlar ve yıllar içinde bu talep BM Genel Kurulunda daha fazla destek bulur; nihayetinde Londra-Zürih süreci başlar. Çatışmanın değişen durum ve biçimine göre, önce Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve post-1964 sonrasında da Kıbrıs’ın toprak bütünlüğü tartışmaları, bugüne kadar taşınır. Bugün, Kıbrıs sorununun zeminini belirleyen ve Kıbrıs Türk liderliğinin şikayetçi olduğu ve zaman zaman geri alınmasına yönelik açıklamalar yaptığı BMGK’nın 186 numaralı kararı da 1964 yılında alınır ve esasen Kıbrıs’ta sözü geçen meşru tarafın Kıbrıs Devleti olduğunu vurgular. Türkiye bu karara rıza verir. Hatta, BMGK’daki Fransız Delegasyonu bu karara yönelik çekincelerini ortaya koyarken, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin rızası ve Türkiye Cumhuriyeti’nin işbirliğinden ötürü bu karara destek çıkacaklarını açıklar.

İşte bu kararla meşruluğu güçlendirilen Kıbrıs Devleti, adanın toprak bütünlüğünü yeniden oluşturmak için aldığı en önemli irade biçimini Kıbrıs’ın AB üyeliği süreciyle ortaya koymuştur. Bu süreç, her ne kadar Kıbrıslı Türklerin hayal ettiği gibi sonuçlanmasa da, AB üyeliğine siyasi irade gösteren Kıbrıs ve bu konuda belirleyici rol oynayan Yunanistan, sorunun mevcut durumu ve siyasi etkisini yeniden tanımlamıştır. Kıbrıslı Türklerin AB sürecindeki zorlukları, toplumsal ve siyasi bağlamda derin etkiler yaratmış ve çözüm arayışlarına yansıyan zorluklar da önemlidir.

Kıbrıslı Rum liderliğinin – özellikle de Vassiliou ve Kleridis’in – siyasi iradesinin bir sonucu olarak, Kıbrıslı Türk siyasi anlatısı Kıbrıs’ın AB üyelik sürecini referandum sonuçlarına odaklanmaktan ötürü ıskalar. Genellikle, Kıbrıslı Türkler sürecin başlamasındaki esas unsurun, Türkiye Cumhuriyeti’nde AKP’nin seçim zaferinin ardından gelen açılımların bir sonucu olarak ele alır. Hal böyle olunca, Kıbrıs’ın AB sürecini “Talat’ın Evet’i” ile “Hristofiyas’ın Hayırı” arasında sonuçlanan bir süreç olarak anlamaya çalışır ve referandum sonucuyla birlikte Kıbrıs’ın AB üyeliğini, Kıbrıslı Rumların yeniden birleşme konusunda siyasi irade eksikliği olarak değerlendirir.

Kıbrıslı Türk toplumu için referandum, Kıbrıs’ın AB üyeliği sürecinin bir unsuru değil, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik izole bir denemedir. 2004’te yalnızca tek bir ana odaklanılarak mağduriyet anlatısının sürekliliğini sağlamak hedeflenmiştir. Tıpkı resmi anlatının bugün bile 1964-1967 arasında ve 1967-1974 arası enklav dönemlerindeki farklılaşmaları ayrıştırma gereksinimi duymadığı gibi.

Bugün, özellikle 1974’te yaşanan olaylarda ABD yönetiminin Yunan Cuntası ile ilişkisindeki rolü, Kıbrıslı Rum siyasi anlayışında anti-NATO ve anti-Amerikan yaklaşımının önemli bir yer tutmasına rağmen, Batı ittifakı içinde yeni bir pozisyon alma konusunda siyasi irade sergilenmektedir. Kıbrıslı Rum liderliği NATO konusunda yeni bir irade gösteriyor ve bu iradenin nasıl şekilleneceği, Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünün yeniden tesis edilmesine yönelik çabalar açısından önemli bir belirleyici faktör olacaktır.

NATO’nun kucağındaki Kıbrıslı Türkler ise bu paradigma değişimine yönelik tavrı hala daha statüko dilinde konuşmaya devam ediyor. Paradigma değişimine karşı ne yeni bir paradigma geliştirebilmekte ne de karşı bir paradigma oluşturabilmektedir. Ancak özellikle çözüm ve AB’den taraf olduklarını iddia edenlerin, yaklaşan yeni duruma dair yol haritası olmadan, stratejik bir yaklaşım benimsemeden korku filmi senaryoları üretmeleri yapıcı bir pozisyon değildir.

Kıbrıs’ta tarih sıklıkla yeni kafiyelerle karşımıza çıkar. Tıpkı NATO ile pandoranın kutusunun açılarak Kıbrıs’ın AB süreci kadar önemli olan yeni ve belki de son unsurun devreye girmesi gibi.

Nihayetinde, 2017’de müzakereler çökerken eksikliği canımızı yakan uluslararası bir çapanın (anchor) eksikliğiydi. Kıbrıs Devleti, müzakere sürecinin neticelendirilmemiş olmasından herhangi bir kayıp yaşamamıştır. Yeni katalizörün Kıbrıs Rum tarafınca benimsenmesi, adanın toprak bütünlüğünü sağlama konusunda bir taraftan Kıbrıslı Rum tarafının irade sergilediğini doğrularken, bu yeni uluslararası çapanın ilerleyen süreçlerde çok daha belirleyici olacağı açıktır.

Ancak yeni durum ihtimaline dair korku hikayeleriyle başlayan anlatılar, 20. yüzyılın başında Enosis talebine karşı Kıbrıs’ın Britanya’da kalmasını savunan, eğer el değiştirecekse Osmanlı’ya devrini isteyen ve sonra Osmanlı çökünce Türkiye Cumhuriyetine geri iadesini ifade eden açıklamaları da hatırlatmaktadır. Bu, Kıbrıs’ın tarihindeki değişimlere karşı dirençli bir yaklaşımın, yeni bir paradigma üretme konusunda zorluk yaşandığını da gösteriyor. Kıbrıs Türk liderliğinin ve o liderliğe aday olanların kendine çeki düzen vermesi gerektiğini de…

Dünyada ve bölgede karşı konulması güç bir değişim dalgasıyla karşı karşıyayken, değişim süreci ve sonucunda yaşadığı memleketin öznesi olmak yerine, zamanın ruhunu görmezden gelerek sürer durumun (status quo) ya da bilinmez eski bir düzenin (ancient regime) savunulması, ilerici bir politika değildir.

Eğer Kıbrıslı Türkler Kıbrıs ülkesinin kaderini belirleyecek siyasi öznelerden biriyse; ana kontenjanından adanın kuzeyinde 30 binden fazla NATO askerine ev sahipliği yapıyorsa, Kıbrıs Cumhurbaşkanı üzerinden rum-sinizmi yapmak faydalı bir egzersiz olmayacaktır.

Tam tersine, bu aşamada NATO konusunda yeni bir irade gösteren Kıbrıs Rum liderliği ile söz konusu siyasi irade üzerine görüşmek, bu iradeyi hiçe saymak yerine, adanın toprak bütünlüğünü yeniden tesis edebilmek için ortak bir iradeye dönüşme kapsamını tartışabilmek gerekmektedir. 50 yıldır NATO askerleri ile bir arada yaşayan Kıbrıslı Türkler, askersizleştirme ve demokratikleşme konusunda neredeyse tüm politik unsurlarıyla kolektif körlük, vurdum duymazlık içindeyken, çözüm süreci söz konusu olunca NATO karşıtlığını keşfetmesinin çok tutarlı olmayacağı açıktır.

İdeolojik yaklaşımlarınız ne olursa olsun, gelinen aşama, AB süreci gibi NATO sürecinin de Kıbrıs’ın AB dönem başkanlığına giden 2026 yılı çerçevesinde ele alınması gereken ciddi bir süreçtir.

Bu konuda siyasi iradeyi Hristoudoulidis’in ortaya koyduğu açıktır. Önemli olan artık yol haritasının belli olmasıdır; Kıbrıs Türk tarafı adına birilerinin bu sürece angaje olup olmayacağıdır. Bence ortaya çıkarılan süreçlere dair, Kıbrıslı Türk tarafı korku ve kaygıya hapsolup özne olduğunu göstermezse, kendisinden önceki nesiller gibi muz bahçelerinde dolanırken ya da biglalı tost yerken karşımıza çıkabilir.


Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
339AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin