TBMM Genel Kurulu’nda devam eden bütçe görüşmelerinde, tıpkı Diyanet İşleri Başkanlığı gibi, kendine ayrılan payla dikkat çeken kuruluşlardan biri de İletişim Başkanlığı. Cumhurbaşkanlığına bağlı olan İletişim Başkanlığı 2018 yılında kuruldu. Altı yıl önce bütçesi 344 milyon lira, çalışan sayısı da 584’tü. Bugün, 1600’den fazla çalışana sahip olan kuruma 2025 yılı bütçesinden ayrılan miktar 6 milyar lira. 2024 yılında toplam bütçesi 4 milyara çıkarılmıştı. Bunun içinden temsil ve tanıtma ödeneği olarak yıllık 656 milyon lira ayrılmış ancak başkanlık altı ayda bu miktarı aşarak 849 milyon lira harcamıştı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Burhanettin Bulut’un yaptığı hesaba göre İletişim Başkanlığı günde 14 milyon lira harcıyor. Kurumun, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından belirlenen hedef ve görevleri arasında ‘kamuoyunun ve ilgili makamların zamanında ve doğru bilgilerle aydınlatılması için gerekli bilgi akışını sağlamak, basınla ilişkilerin düzenlenmesi için gerekli çalışmalarda bulunmak, yerli ve yabancı basın yayın organlarının ve mensuplarının çalışmalarını kolaylaştırmaya yönelik düzenlemeleri yapmak ve gerekli tedbirleri almak’ var. Buna karşın, Başkanlığa yöneltilen eleştirilerin başında, kurumun kamuoyu algısını iktidar lehine yönetmesi geliyor. Görevi basın mensuplarının çalışmalarını kolaylaştırmak olan İletişim Başkanlığı’nın bütçesi her yıl artarken Türkiye’nin dünya basın özgürlüğü sıralamasındaki yeri her yıl düşüyor.
KİM BU EŞİT EGEMEN?
Devletin her türlü iletişim, basın, yayın ve bilgi alışverişi faaliyetini denetleyen ve idare eden kurum olduğu belirtilen Fahrettin Altun yönetimindeki İletişim Başkanlığı’nın madde madde listelenen yetkisini nasıl ve hangi amaçla kullandığı ayrı bir tartışma konusu. Ben bugün Altun’un, hem görev sınırlarını aşarak hem de partisinin yıllardır savunduğu görüşe karşı çıkarak yaptığı bir açıklamaya dikkat çekmek istiyorum. Altun, geçen hafta Yunanistan’da yayınlanan Ta Nea gazetesine konuşmuş. Kendisine, Türkiye’nin Kıbrıs’ta iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon için Birleşmiş Milletler tarafından belirlenen parametreleri kabul etmek için ne talep ettiğinin sorulması üzerine Altun, Kıbrıs’ta 60 yıl süren sonuçsuz müzakerelerin ardından Türklerin, modası geçmiş ve yaşaması olanaksız federasyon modelinden rızalarını çektiğini söylemiş. Kıbrıs Adası’nda iki ayrı halk ve iki ayrı devlet olduğunu kabul etmenin zamanı geldiğini, çözümün ancak bu temelde başarılı olabileceğini eklemiş. Cümlelerinden kolaylıkla anlaşılabileceği gibi Altun düşüncesini paylaşmıyor, Kıbrıslı Türkler adına konuşuyor, net bir şekilde federasyon modelinden vazgeçtiklerini söylüyor. Bundan üç ay önce Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uluslararası toplumu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni eşit egemen bir devlet olarak tanımaya, diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmaya davet etmişti. Madem KKTC, eşit egemen bir ülkedir ve dünya artık bunu böyle kabul etmelidir, o halde nasıl olur da başka bir ülkenin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı çıkıp koca bir halk adına federasyon modelini terk ettiğini söyleyebilir? Bu diplomatik bir tavır olmadığı gibi, Kıbrıslı Türklerin iradesine de açıkça karşı gelmektir. Ayıptır, gurur kırıcıdır. Altun’un elinde, bu kesinlikte konuşmasına neden olan bir araştırma mı var? AKP destekli KKTC hükümeti ülkenin nüfusunu bile açıklamıyor. Kaç kişi federasyona karşı, kaç kişi iki ayrı devletli çözüme sıcak bakıyor? Peki ya cumhuriyetçiler? Altında Türkiye’nin de imzasının olduğu Garanti Antlaşması’nda belirtildiği gibi kaç kişi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne saygılı bir çözümden yana? Bunların hiçbirini bilmiyoruz? Ama Fahrettin Bey belli ki biliyor ve kendinde Kıbrıslı Türkler adına konuşma hakkını da pekala görüyor.
İRADE GASPI VE RANT DÜZENİ
Bir yandan KKTC’nin eşit egemen ve bağımsız bir devlet olduğunu iddia edecek diğer yandan bürokratından siyasetçisine, Kıbrıslı Türklerin iradesini yok sayan açıklamalar yapacak ve hatta ‘nankörler, beslemeler’ diyerek hakaret edeceksiniz! Türkiye, yürüttüğü bu çelişkili siyasetle çözüme katkı sunan bir pozisyon elde edemeyeceği gibi Kıbrıslı Türklerin de saygısını yitirmeye devam edecektir. Çelişki elbette tek taraflı değil, KKTC’nin eşit egemen ve bağımsız bir ülke olduğunu söyleyen KKTC hükümetinden de Altun’un Kıbrıslı Türkler adına yaptığı açıklamaya karşı çıkan olmadı. Aksine, Erdoğan’ın emriyle Lefkoşa’da yapılan külliyesine yerleşmeyi bekleyen KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar da federasyon modelinde ısrarcılığın statükoculuk olduğunu savundu. Evet, belki iktidardan değil ama sivil toplumdan Kıbrıslı Türklerin iradelerinin yok sayılmasına karşı tepki geldi. Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası Başkanı Selma Eylem, Altun’un Kıbrıslı Türkler adına konuşmuş olmasını eleştirdi ve Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyine uyguladığı politikalarla Kıbrıslı Türklerin iradesinin sistematik olarak hedef alındığını vurguladı. “Türkiye’de ne varsa aynısı Kuzey Kıbrıs’a taşınmak isteniyor” diyen Selma Eylem, kurumların işlevsizleştirildiğini ve doğal kaynakların sermayeye peşkeş çekildiğini belirterek adanın kuzeyinde rüşvet, torpil, mafya düzeni, kara para aklama, bet ofisler, casinolar, insan kaçakçılığı gibi faaliyetlerle uluslararası hukukun dışında bir rant düzeni yaratıldığını, iki devletli çözüm ya da KKTC’nin tanınması söylemlerinin de bu düzenin devamı için dillendirildiğini söyledi. Bakalım Eylem’e ilk tepki kimden gelecek. Zira Kıbrıs’tan gelen benzer itiraz ya da hoşa gitmeyen yargı kararları karşısında bir ‘ana’ olarak Türkiye ‘yavrusunu’ yüksek tonda uyarmaktan hiç geri durmamıştır. Örneğin, 2021 yılında KKTC Anayasa Mahkemesi’nin, Din İşleri Dairesi’nin Milli Eğitim Bakanlığı izni ve devlet denetimi olmadan Kuran Kursu düzenlemesini engelleyen kararı sonrası Erdoğan, Kıbrıs’ın laikliği Türkiye’den öğrenmesi gerektiğini söylemiş ve “bu tavır değişmezse atacağımız adımlar farklı olacak” demişti. Kıbrıs’ta külliye inşaatına karşı çıkan CTP Milletvekili Doğuş Derya “Bir yerde saraylar artıyorsa orada Cumhuriyet rejimi risk altında demektir” diye konuştuktan sonra AKP’li Ömer Çelik Derya’yı hadsizlikle suçlamış ve sözleri için “radikal Yunan ve Rum tezleri ile PKK’nın Türkiye’yi hedef alan açıklamalarının sentezinden başka bir şey değildir” demişti. Afrin harekatını eleştirdiği için Erdoğan’ın ‘pespaye bir gazete’ ifadesini kullandığı Afrika gazetesi Kıbrıs’ta bir grup ülkücü tarafından saldırıya uğramış ve gazetecilere linç girişiminde bulunulmuştu. Sorarım, siz hiç KKTC gibi, halkı düzenli olarak hakarete uğrayan, iradesi göz ardı edilen başka bir eşit, egemen, bağımsız ülke gördünüz mü dünya üzerinde? Tanınmayışı gibi bu alanda da biricik kendisi.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.