Suriye’nin düşüşü, Ortadoğu’da 7 Ekim 2023’ten bu yana yaşananları anlamak için olduğu kadar, küresel ölçekteki olası gelişmeler üzerine düşünmek için de önemli ipuçları sunuyor.
Yıllardır yazdığımız gibi, ABD, ekonomik, siyasal ve ideolojik alanlarda güç ve konum kaybeden, hegemonyası gerileyen, ama en ileri teknolojiyle donatılmış askeri üstünlüğüne henüz meydan okunamayan bir süper devlettir.
ABD’yi yönetenlerin her alanda yükselen “yumuşak güç” Çin’e, Çin-Rusya bağlaşıklığına karşı izlenecek strateji konusundaki ikircimlerini sona erdirerek askeri üstünlüklerini caydırıcı ve yaptırımcı bir güç olarak kullanmaya karar verdikleri, satranç tahtası olarak da Doğu Akdeniz’i de içine alan Büyük Ortadoğu’yu seçtikleri anlaşılıyor.
Hegemonya savaşı salt yumuşak güçle sürdürülemiyor.
7 Ekim 2023’den sonra ABD’nin bölgeye yaptığı muazzam askeri yığınak “İsrail’in güvenliği” ile açıklanamaz. ABD, Çin’le Pasifik’te kapışmadan önce, enerji ve su kaynakları, enerji ve ticaret yolları, Çin’in Kuşak Yol tasarımı vb. nedenlerle kritik önem taşıyan Büyük Ortadoğu’daki egemenliğini pekiştirmek üzere İsrail’in koçbaşlığını yaptığı büyük bir operasyon başlattı. Bu plana karşı direnebilecek tüm güçler en acımasız soykırım ve suikast yöntemleriyle etkisizleştirildi. ABD-İsrail güçleri bir yıllık bir zaman dilimi içinde önlerindeki tüm engelleri domino taşları gibi birer birer devirerek, en son Suriye’deki rejimi çökerterek İran kapısına dayandılar.
Önümüzdeki kısa dönemde, durumu kökten değiştirecek bir gelişme olmazsa, bu taarruz İran’ın düşürülmesiyle tamamlanacak, savaşın bu perdesi ABD’nin zaferiyle kapanacak gibi görünüyor. Dışarıdan kaşınan Azeri ve Kürt etnik hareketleri, rejime karşı genişleyen muhalefet, ekonomik bunalım, Haniye’nin İran’ın kalbinde, Nasrallah’ın Lübnan’da İsrail tarafından öldürülmesinin yarattığı büyük prestij kaybı, kendisine bağlı direniş güçleri arasındaki iletişim ve ikmal ağlarının bozulması vb. gelişmeler İran’daki Molla rejimini içeriden ve dışarıdan düşürülebilir kıvama getirmiştir. Çin önderliğindeki Şanghay İşbirliği Örgütü’nden ABD ile İsrail’i İran’a saldırmaktan caydıracak yaptırımlı bir uyarı gelmezse, İran rejimini içeriden devirerek, ya da örneğin tüm nükleer tesislerini yerle bir ederek çökertmelerinin önünde hiçbir engel görünmüyor. Sizce var mı?
Biden’ın giderayak Trump’a Ukrayna ve Ortadoğu’daki barış planlarını boşa düşürmek amacıyla emri vaki yaptığına ilişkin senaryoları ciddiye almamak gerekiyor. Tersine, ikisi arasında uyum ve işbölümü var. Son gelişmelerin, “barış” pazarlıklarında ABD’nin elini güçlendireceği apaçık.
Rusya, bu kez Esad iktidarını ayakta tutmak için etkili müdahalede bulunmadı; kolları kesilmiş İran’ın Esad’ı destekleyecek gücü zaten yoktu. Rusya’nın tutumunda, iki cephede birden savaş yürütme zorluğunun mu, yoksa arka planda yürütülen pazarlıkların, Tartus ve Hmeymim askeri üslerini koruma ödünlerinin mi belirleyici olduğunu bilemiyoruz. Barış, ilke, ahde vefa, insan hakları gibi değerler söz konusu olduğunda hiçbir devlete, Putin Rusya’sına da güven duyamıyoruz. Öte yandan, bu durumu Esat rejiminin mazereti olarak değerlendirmemek gerekiyor. Rejimin bu kadar kolay, bu kadar hızlı çökmesi, içinden çürümüş olduğunu gösteriyor.
*
Britanya ve ABD emperyalistlerinin Ortadoğu’ya yerleşip oyun kurmalarında, sermaye-para, askeri güç kadar, ulus devlet inşa edememiş, modern anlamda toplum olamamış, birey ve yurttaş yaratamamış toplulukları etnisiteler, mezhepler, aşiretler temelinde birbirlerine düşmanlaştırma, böylece ve kolayca gizli servis uzantıları haline getirerek yönetme becerilerinin etkili olduğunu kabul etmek, El Kaide, IŞİD, Taliban ve benzerleri gibi HTŞ’nin de (Heyet Tahriri el Şam) CIA eliyle kurulup yönlendirilen bir örgüt olduğundan kuşku duymamak gerekiyor. HTŞ, Türkiye’nin yanı başındaki İdlib’de Türkiye’nin gözetim ve hatta himayesi altında konuşlandırılmış, ABD tarafından silahlandırılmış, eğitilmiş, liderinin yeni imajı dahil her şey önceden çalışılıp “görev”e hazırlanmış Selefi/cihatçı bir örgüttür. Kendisine verilen görevi yerine getirmiştir.
*
Erdoğan’ın Rusya ile ABD arasında denge siyasetini uzun süre sürdürmesi olanaksızdı. Nitekim, kimi gel gitlerden sonra 2024 yazında Türkiye, Rusya-İran-Suriye eksenine karşı ABD önderliğindeki İsrail-Azerbaycan-Barzani Kürdistanı tarafındaki pozisyonunu kesinleştirmiştir.
Bahçeli’nin “devlet aklı” ya da “barış eli” diye allanıp pullanan çıkışları, Türkiye’nin ABD-İsrail patentli yeni Büyük Ortadoğu düzeninde yer tutma, rol ve pay kapma arayışını anlatıyor.
Erdoğan’ı bir kez daha seçtirerek Cumhur İttifakı’nı kalıcılaştırmak en önemli önceliklerinden biridir. Erdoğan-Bahçeli devletinin büyük ve artık küresel karakter kazanmış sermayeye yeni yatırım, sermaye ihraç alanları açma vaat ve kapasitesi Cumhur İttifakı’nın en önemli sınıfsal dayanağıdır. Tekelci sermayenin emperyal hevesleriyle Erdoğan-Bahçeli ikilisinin “Türkiye’yi büyütme” söylemleri örtüşmektedir.
ABD-İsrail’le yakınlaşmanın, ABD taşeronu/vekili olarak bölgede ihale almanın kritik konusu ise Suriye’deki Kürt oluşumuna tutum olarak öne çıkıyor. Bu başlık Türkiye’de yaşayan Kürtleri doğrudan ilgilendirdiği için aynı zamanda Türkiye’nin bir “iç” sorunu özelliği gösteriyor.
Bahçeli girişiminin hedefleri önemli ölçüde açıklık kazanmıştır: Kandil’deki kadrolardan başlayarak PKK’nın tasfiyesi; DEM Parti’nin, “yeni anayasa” süreciyle karşıt bloktan kopartılarak Erdoğan’ın bir kez daha aday olmasının ve seçtirilmesinin sağlanması; Öcalan’a “umut hakkı”, DEM’e “düz ovada” siyaset kapılarının açılması; Suriye’deki Kürt oluşumuna kırpılıp küçültülerek ABD-İsrail’e dost, Türkiye’nin de tanıyacağı, dahası Fidan’ın sözleriyle hamilik yapacağı, Barzani Kürdistanı’na benzer bir statü kazandırılması… Hiç kimse kendisini kandırmasın, Bahçeli’nin açılışını yaptığı, Mehmet Uçum’un daha açık dille çerçevesini çizdiği yeni yaklaşım, Kürtlerin bu topraklardaki siyasal hak ve hukukuyla ilgili herhangi bir müzakere, “barış” ya da “çözüm süreci” perspektifi taşımıyor.
MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın 12 Aralık’ta Erdoğan’a vekaleten Emevi Camii’nde namaz kılması, HTŞ şefi Colani’nin şoförlüğünde Şam turu atması zamanlaması ve mesajlarıyla son derece politik ve ideolojik bir gösteridir. İç içeler. Suriye topraklarında, ABD-İsrail’e dost, tek ya da bölünmüş, Sünni İslam egemenliğinde bir “yeni” devlet inşası hedefinde ortaklar.
HTŞ ile bağlaşık Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) kimi Arap aşiretleriyle iş birliği yaparak PYD’nin (Partiya Yekitiya Demokrat) kontrol ettiği alanları ele geçirmeye başlamasıyla birlikte Suriye’nin yeni dengelerini kollayan ABD’nin Kürtlerin önderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) desteklemeyi sürdürüp sürdürmeyeceği belirsizdir. Kürtlerin bu topraklardaki tarihi, başta ABD hiçbir emperyalist gücün ipiyle kuyuya inilemeyeceğini defalarca doğrulayan derslerle doludur.
ABD ile Türkiye arasındaki müzakere ve pazarlıkların hangi doğrultuda ilerleyeceği, “Fırat’ın doğusu” nda nasıl bir uzlaşmaya varılacağı, Doğu Akdeniz’de ABD önderliğinde Türkiye’yi dışlayan sürecin hangi somut biçimler alacağı, “alanda” güç dengelerinin nasıl biçimleneceği, Suriye’de nasıl bir “yeni düzen” kurulacağı yanıtları bugünden verilemeyecek, en azından bizlerin veremeyeceği sorular olarak ortada duruyor.
*
Verili güç ilişkileri içinde yakın dönemde nelerin olmayacağı ise şimdiden belli. Ortadoğu’ya “barış”, Suriye’ye “demokrasi”, Türkiye’ye refah ve huzur gelmeyecek; Golan tepelerini işgal eden, Suriye’yi gece gündüz bombalayan İsrail Siyonist devleti durdurulamayacak; devletler, irili ufaklı onlarca silahlı güç tepişirken yüz binlerce yoksul çaresiz insan, sermaye tekel ve devletlerinin ucuz askerleri olarak birbirlerini kırmaya, uzaktan komutalı “akıllı” bombalarla öldürülmeye, göç yollarında telef olmaya devam edecek, Suriye, hegemonya savaşının son enkazı olarak parçalanıp ufalanacak.
Bu karanlık, kaotik, kanlı gidiş, herhangi bir ölçüyle insani ve ahlâki olmadığı gibi, teorik ve pratik olarak sürdürülebilir de değil.
Dünya çapındaki sınıfsal ve siyasal güç ilişkileriyle sınırlarına gelmiş dünya kapitalist sistemi arasındaki aykırılık günümüzün en önemli çelişkisini oluşturuyor.
Vadesi çoktan dolmuş sermaye egemenliğinin yola nasıl devam edeceğini sınadığı Suriye savaşının arkasında bıraktığı pisliğin içinde “demokrasi” boncuğu arayan liberaller yanılıyorlar. Her türlü özgürlük arayışının önündeki en büyük engel bizzat sermaye egemenliğinin kendisidir. Bu yalın gerçeği bilince ve mücadeleye çıkarmak “zamanın” ivedi görevidir.
Sömürü, baskı ve zorbalığa dayanan bu dünya düzensizliğine son vermek için sermaye devletleri arasındaki savaşlara taraf ya da seyirci olmayı kesin biçimde reddederek, emekçi sınıfların taraf ve özne olduğu evrensel kurtuluşçu mücadeleyi düşüncede, eylemde, dayanışma ve örgütlülükte yeniden var etmek, “toprak kardeşliği”, “barış”, “özgürlük için eşitlik” bayraklarını yükseltmek gerekiyor.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.