Herhalde 2011’de Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunan bölgesel güçler ve emperyalistler bile Esad iktidarının birkaç gün içinde böyle hızlıca çözülüp çökmesini beklemiyordu. Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunan Erdoğan iktidarı, son iki yıldır Esad ile görüşme ve Suriye ile ‘normalleşme’ yönünde birçok girişimde bulunmuştu. Erdoğan iktidarı ile Suriye’ye müdahalenin başını çeken körfezdeki Arap rejimleri de geçen yıl, 12 yıl aradan sonra Suriye’yi yeniden Arap Birliği’ne kabul etmişlerdi. ABD, İsrail ve Rusya, Ukrayna savaşından hemen önce Suriye’de İran etkisinin sınırlanması karşılığında bir siyasi çözüm konusunda pazarlıklar yapıyorlardı.
Ancak görünüşte Esad rejiminin meşruluğunun artık tartışma konusu olmaktan çıktığı bu dönem aynı zamanda arka planda çöküşünü de hazırlayan gelişmelere sahne oldu.
Ukrayna savaşında karşısında NATO’yu bulan Rusya, 2015’te Suriye’ye yaptığı askeri yığınağın önemli bir kısmını geri çekmek zorunda kaldı.
Gazze’ye yönelik saldırı ve işgalinin hiçbir ciddi engelle karşılaşmamasından güç alan İsrail, saldırganlığını Lübnan ve Hizbullah’tan başlayarak bölgeyi yeniden dizayn etmeye yönlendirdi. Erdoğan iktidarı lafta sert eleştiri yapsa da arka planda İsrail’le ticareti sürdürdü. Körfezdeki Arap rejimlerinin tutumu ise İsrail’i açıktan destekleyemedikleri koşullarda S. Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın deyimiyle “ilgisizlik” oldu.
Bu dönemde İsrail’in, 2013’te Esad rejimini yıkılmaktan kurtaran Hizbullah başta ‘direniş ekseni’ içindeki güçlere vurduğu ağır darbeler aynı zamanda bu rejimin yıkılmasının da başlangıcı oldu.
Burada İran’ın pozisyonu için şöyle bir hatırlatma yapmak açıklayıcı olacaktır: ABD, Trump’ın başkanlığı döneminde 2020 başlarında İran’ın bölge politikasındaki en etkili ismi Kasım Süleymani’yi Bağdat’ta suikast düzenleyerek öldürmüş ancak İran bu saldırıya etkili bir yanıt verememişti. Bunu Trump’ın İsrail’in Filistin’deki işgallerini meşrulaştıran ‘Yüzyılın Anlaşması’nı açıklaması ve İsrail ile körfezdeki Arap rejimleri arasındaki iş birliği anlaşmaları (İbrahim Anlaşmaları) takip etmişti. Dolayısıyla İran’ın ABD-İsrail saldırganlığına karşı koyma kapasitesinin 2020’de test edildiğini ve İsrail’in son saldırılarının da buradan güç aldığını söyleyebiliriz.
Bölgedeki bu gelişmelere Suriye’de 13 yıllık savaşın yarattığı yıkımı eklemek gerekiyor ki bu yıkım bir yanda halkta ekonomik çöküşe ve öte yanda da iktidar çevresindeki mafyalaşma ve çürümeye yol açtı.
Daha önce Ukrayna-İngiliz istihbaratı tarafından eğitildiği haberlerinin geldiği El Kaide’nin devamcısı HTŞ’nin de bu sürece iyi hazırlanması ve bu temelde HTŞ Lideri Colani’nin “ılımlı” mesajları, uluslararası bir mutabakat üzerinden Suriye rejimini çöküşe götüren sürecin son hamlesi oldu.
Şimdi herkes Esad sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu neyin beklendiği sorusunun yanıtını arıyor. Dahası ABD emperyalizmi ve İsrail, Türkiye, körfezdeki Arap rejimleri gibi bölge gericilikleri bu süreci bölgedeki egemenlik/paylaşım mücadelesinde kendi pozisyonlarını güçlendirmenin dayanağı haline getirmeye çalışıyorlar.
Birinci olarak; Sovyetler Birliği ve ‘Doğu Bloku’ rejimlerinin yıkılmasından bu yana ABD’nin enerji kaynakları ve ticaret yolları bakımından önemli bir merkez ve kavşak durumunda olan Ortadoğu’yu kendi çıkarları temelinde dizayn etmeye yönelik hamleler gerçekleştirdiğini biliyoruz. Bu hamlelerin en bilinenleri ‘Büyük/Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ kapsamında 2003’te Irak’ta ve 2011’de Libya’da gerçekleştirilen müdahaleler oldu.
Ancak Irak’ın Ortadoğu’daki emperyalist yeniden dizayn politikasının merkezi yapılması planı tutmadı ve o günden bugüne ABD’nin Irak’ta kurduğu “düzen” sürekli yeni gerilim ve çatışmalar üretiyor. 2014’te IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi de bu gerilim ve çatışmaların bir sonucu olarak gerçekleşmişti.
Libya, 2011’den beri egemenlik mücadelesine taraf güçler arasındaki çatışmalar nedeniyle büyük bir yıkım yaşıyor ve geleceğine dair belirsizlikler devam ediyor.
Dolayısıyla Suriye’de Esad rejiminin düşmesi, kısa vadede ABD ve İsrail’in bölgesel çıkarlarına hizmet ediyor ve HTŞ’nin de harekete geçmesi/geçirilmesi Netanyahu’nun dediği gibi “İsrail’in İran ve Hizbullah’a vurduğu darbelerin doğrudan bir sonucu” olarak karşımıza çıkıyor.
Fakat bu durum, Irak ve Libya’da gördüğümüze benzer bir senaryonun Suriye’de de gerçekleşmesine ve uzun vadede bu güçlerin yeni sorunlarla karşılaşmasına engel teşkil etmiyor.
Her ne kadar şirin gösterilmeye çalışılırsa çalışılsın Colani’nin IŞİD-El Kaide geleneği içinde yetişmiş bir Selefist olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır. Bu nedenle Colani’nin merkezinde olacağı bir yönetim ile Kürtler ve Aleviler arasındaki gerilimin devam etmesi ve Suriye’nin de Irak ve Libya gibi bir duruma sürüklenmesi sürpriz olmayacaktır.
Aynı şekilde Esad rejiminin düşmesi, bugün için Suriye’deki üslerinin (Tartus ve Lazkiye-Hmeymim üsleri) geleceği belirsizliğini korusa da Rusya’nın ve bölgesel müttefiki İran’ın pozisyonlarına ciddi bir darbe vurdu.
Kuşkusuz Esad rejimini çöküşe götüren sürecin en önemli aktörlerinden biri de 2011’den bu yana Suriye’deki müdahale politikası temelinde cihatçı gruplarla ilişki ve iş birliğini sürdüren Erdoğan iktidarı oldu.
Erdoğan iktidarı, İdlib başta cihatçı gruplarla iş birliğini ve Türk askerinin HTŞ’ye kalkan yapılmasını Suriye ve bölgenin yeniden paylaşımı mücadelesinde masada kalabilmenin, başka bir deyişle yayılmacı emellerinin en temel araçlarından biri olarak sürdürdü. Bununla birlikte sınırların ötesinde Kürtlere yönelik “güvenlik” gerekçesiyle yapılan operasyonları da iç politikanın devamı biçiminde bir baskı rejimi kurmanın en temel dayanaklarından biri olarak kullandı.
Esad rejiminin çökmesi, sahada Erdoğan iktidarına bazı fırsatlar yaratmış gibi görünüyor. SMO’nun Tel Rıfat’tan sonra Kürtler için önemli bir kavşak işlevi gören Minbic’e yönelik saldırıları, sürecin bu yönüne işaret ediyor. Aynı şekilde Türk burjuvazisi ucuz iş gücü olarak mültecilere ihtiyaç duysa da yeni süreç iktidarın mülteciler konusunda üzerinde oluşan baskıyı hafifletmesi için fırsatlar sunuyor. Yine Suriye’nin yeniden inşası Türk müteahhitlerinin ağızlarını sulandırıyor ki Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik 2018’de “Şehitler veriyoruz ama Türk müteahhitleri pastadan daha fazla pay alacak” demişti.
Bu süreç, Türkiye egemenlerine fırsatlar sunduğu gibi ciddi riskler yaratma potansiyeli de taşıyor.
Devlet Bahçeli’nin Kürt sorununda ‘ön alma’ya yönelik siyasetin sözcülüğüne soyunmasının arkasında da Türkiye egemen sınıflarının bu gelişmelerden duydukları kaygı bulunuyor. Çünkü öncelikle İsrail’in merkezinde olduğu bölgesel dizayn politikası “bölgesel liderlik” iddiasındaki Türkiye’yi geri plana itiyor. İkinci olarak da Irak ve Suriye’de ABD-İsrail merkezli yeniden dizayn politikasında Kürtlerin önemli bir rol üstlenmesi, Erdoğan iktidarının hem bölgedeki hareket alanını sınırlama ve hem de içerideki Kürt sorunundaki politikasını sürdürülemez hale getirme riskini yaratıyor.
ABD’nin 2003 Irak müdahalesi, Türkiye’yi daha önce ‘kırmızı çizgi’ olarak ilan ettiği Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki federe yönetimi kabule zorlamıştı.
2011’deki Suriye müdahalesi, hesapta olmayan bir şeklide Rojava’daki özerk yönetimi ortaya çıkardı. Bugün Esad rejiminin çökmesinin Rojava’daki özerkliği resmi bir statüye kavuşturma ihtimali Türkiye’deki iktidarın uykularını kaçırıyor.
“Ilımlı” olarak gösterilmelerine rağmen Colani ve cihatçıların Suriye’yi yönetebilme kapasitesi ve yine bu güçler ile Suriye’nin yüzde 40’ını ve hayati önemdeki petrol-enerji kaynaklarını ellerinde tutan Kürtler arasındaki ilişkilerin nasıl bir seyir izleyeceği (Kürtlerin Suriye’nin geleceğindeki siyasal pozisyonunun ne olacağı) önümüzdeki dönemin önemli tartışma konuları olmayı sürdürecektir.
Sonuç olarak; Esad rejiminin yıkılması, ABD emperyalizminin başını çektiği güçlerin bölgeyi yeniden dizayn etme politikasının bir parçası ve bu politika bağlamında daha önce atılmış adımların dolaysız bir sonucu olarak öne çıkıyor. Emperyalistler yüzyılı aşkın bir süredir bölgeyi etnik ve mezhepsel gerilimler üzerinden dizayn etmeye yönelik bir politika izliyor ve devletleri de bu fay hattının üzerine kurarak kendilerine bağımlı kılıyor. Esad rejiminin düşmesi, bize Suriye ya da bölgenin başka ülkelerinde halkların kendilerine bir kader gibi dayatılan bu kısır döngüden kurtulmalarının ancak emperyalistlere ve HTŞ gibi yerel iş birlikçilerine karşı demokratik-seküler bir gelecek kurmak için birleşik bir mücadeleye yönelmeleriyle mümkün olduğunu bir kez daha gösterdi.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.