Dört günlük çalışma haftası fikri giderek daha fazla tartışılan bir konu haline geliyor. İngiltere ve Almanya gibi ülkelerdeki pilot uygulamalar, “çalışan refahında artış” ve “şirket verimlilik düzeyinin korunması” gibi olguların aynı anda sağlanabildiğini ortaya koydu. Bu modeli gerçekleştirmesi için yanıtlanması gereken sorular var. Dört günlük çalışma haftası kitlesel bir şekilde hayata geçirilebilir mi? Bu uygulama, işçilerin çıkarlarını gerçekten koruyacak mı? Ve en önemlisi, sendikalar bu değişimde ne kadar etkili olacak?
100:80:100 MODELİ
Avrupa’daki pilot uygulamalar genellikle “100:80:100 modeli” olarak bilinen bir yaklaşıma dayanıyor: maaşların %100 korunması, çalışma sürelerinin %80’e düşürülmesi ve verimlilik düzeyinin %100 korunması. Ama Belçika’da uygulamaya konulan bir düzenleme, beş günlük çalışma saatlerini dört günü sığdırmayı amaçlıyor ve toplam çalışma saatinde bir azalma sağlamıyor. Bu gibi durumlar, işçilerin çıkarlarını yeterince korumayan yüzeysel yaklaşımlar olarak eleştiriliyor.
SENDİKALARIN ÇABALARI
Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) çalışma sürelerinin azaltılması konusunda çalışmalar yürütüyor. Sendikalar çalışma süresinin azaltılması ve yeni teknolojilerin adil bir şekilde işçilere yarar sağlayacak biçimde kullanılmasına vurgu yapılıyor. Sanayi işçilerini temsilen IndustriALL’a göre, çalışan refahını iyileştirmek, yeşil ve dijital dönüşümlerin etkilerini düzenlemek ve daha iyi bir iş-yaşam dengesi sağlamak temel hedefler. Almanya’nın hatta dünyanın en büyük sanayi sendikası olan IG Metall, haftalık çalışma saatlerini 35’ten 32’ye düşüren toplu sözleşmeler imzaladı. Bu, hem işçilerin istihdam güvencesini sağlamaya hem de dijitalleşmenin etkilerini azaltmaya yönelik bir adım olarak değerlendiriliyor.
NE ÖĞRENDİK?
Dört günlük çalışma haftası ile ilgili pilot projeler, bu modelin potansiyel avantajlarını gözler önüne seriyor. İzlanda’da yapılan çalışmalar, toplamda 36 saate düşürülmüş çalışma haftalarının üretimde kayıp yaratmadan çalışan memnuniyetini arttırdığını gösterdi. Benzer şekilde, Lamborghini gibi şirketler, işçilerinin refahını arttırmak ve çalışma saatlerini dört günün altında bir dönüşümlü çalışma şeklinde düzenleyen toplu iş sözleşmeleri imzaladı.
Ancak bu uygulamaların herkese uygun bir model olmadığı da belirtiliyor. Bazı uzmanlar, çalışma süresinin sektörel farklılıkları gözeterek düzenlenmesinin daha etkili olduğunu vurguluyor. Bazı uzmanlar ise çalışma sürelerini azaltırken işçilerin maaşlarının düşmemesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Dört günlük çalışma haftasının etkili bir şekilde uygulanabilmesi için dikkatli bir planlama gerekiyor. Avrupa Sendikalar Enstitüsü (ETUI), bu sürecin bazen işçiler üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceğini belirtiyor. Çalışma sürelerini azaltırken, aynı miktarda üretimi sürdürmek için iş temposunun arttırılması gibi yaklaşımların uzun vadede daha fazla stres ve tükenmişlik yaratabileceği konusunda uyarılarda bulunuyor.
Ayrıca, Belçika’daki örnekte olduğu gibi, toplam çalışma saatlerini azaltmadan günleri sıkıştırma gibi uygulamaların sendikalar tarafından eleştirilmesi gerekiyor. Bu tür yaklaşımlar, işçilerin refahını arttırmak yerine yeni zorluklar yaratabilir.
DAHA ADİL BİR GELECEK MÜMKÜN MÜ?
Dört günlük çalışma haftası, daha kısa çalışma saatleri ve daha iyi bir iş-yaşam dengesi için önemli bir adım olabilir. Ancak bu modelin başarıya ulaşması, sendikaların etkin katılımı ve işçilerin çıkarlarını ön planda tutan bir yaklaşımı gerektiriyor. Pilot projelerden çıkan olumlu sonuçlar, bu değişim için bir umut sunarken, çalışma sürelerinin azaltılmasının daha kapsamlı bir stratejiye dayandırılması şart.
İşçilerin tarih boyunca elde ettiği kazanımlar, çalışma hayatının geleceğini şekillendirmek için önemli bir ilham kaynağı sunuyor. Dört günlük çalışma haftası, bu uzun yolculuğun bir sonraki adımı olacak.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.