Bugün Suriye dediğimiz zaman, geçmişten kalan bir bilgiyle aklımıza tek bir ülke geliyor. Oysa başkenti Şam olan bu ülke, fiilen uzun yıllardır daha küçük idarelerin altında varlığını sürdürüyordu. Üstelik iç savaş ile ortaya çıkan bu idari/askeri yapıların birbirleriyle benzeşen pek fazla noktası yoktu. Geçtiğimiz günlerde söyleşi yaptığımız Vijay Prashad’ın ifadesiyle ‘Suriye çoktan Balkanlaştırılmıştı’.
Bugün geldiğimiz noktada da farklı bir manzara ile karşılaşmış değiliz. Esad yönetimi hızla çökerken Şam’ın yeni yöneticileri olarak boy gösteren ekip, ülkenin bölünmüş yapısı için son derece cılız bir harç. El Kaide’nin isim değiştirmiş hali olan Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ve onun lideri eski IŞİD Suriye Emiri Ebu Muhammed el-Colani, pek çok farklı etnik ve dini unsurun bulunduğu bir devleti nasıl yönetecek? Bu soru herkes için endişe veren bir merak konusu. Özellikle de Suriye’nin gayri Müslimleri, Kürtler ve Arap-Alevileri için.
Bölünmüşlüğün askeri, diplomatik ve de toplumsal olarak kapsayıcı bir ufukla aşılması şüphesiz cihatçı çetelerin öncülüğünde gerçekleşmeyecek. Uluslararası güçler Suriye’deki bu bölünmüşlük üzerine çeşitli hesaplara girişirken insanın aklına ister istemez geçmiş örnekler geliyor. Bir süredir sık sık yüz yıl önce Fransızların uyguladığı ‘bölünmüş Suriye’ gündeme geliyor.
Geçtiğimiz yüzyılın ikinci çeyreğinde Suriye’de, emperyalistlerce çizilen sınırlar bir dizi ilginç ülkenin de ortaya çıkmasına, daha doğrusu belli bir sömürgeci plan çerçevesinde tepeden inme bir şekilde yaratılmasına sebep olur. Fazla bilmesek de bunlardan bir tanesi Alevi Devleti’dir. Fransız mandası altında kurulan bu ‘devletçik’, ismindeki dini/mezhebi tınıya rağmen birleşik bağımsız Suriye yanlısı dikkat çekici Arap-Alevi ayaklanmalarına sahne olur.
Gelin bugünkü Bilinmeyen Ülke seferimizde Suriye’nin bölünmüş Alevi Devleti’ne kısa bir seyahate çıkalım.
**
Osmanlı’nın Birinci Paylaşım Savaşı’nda yenilmesiyle birlikte Lübnan ve Suriye, Fransa’nın egemenliği altına girer. Savaşın ardından Fransızlar burada bir manda yönetimi kurar. Lübnan da dahil olmak üzere bölge toplam beş parçaya bölünür.
Tabii burada ülkenin dini çeşitliliğine dair birkaç şey söylememiz gerekiyor. Önce bir haritalandırma yapalım. Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Lazkiye-Tartus hattında yoğunlaşan Arap-Alevi nüfusu, büyük bir azınlık olarak dikkat çekiyor. Ülkenin güneyindeki Süveyda çevresinde ise Dürzilerin yerleşimlerine rastlıyoruz. Suriye’nin kuzeyinde Kürtler; ve yine çeşitli bölgelerine dağılmış olarak Grek Ortodoks, Ermeni ve Süryani kiliselerinden oluşan bir gayrimüslim nüfusu görüyoruz.
Her ne kadar tüm bu saydığımız grupları kapsamasa da Fransız Mandası sırasında kurulan devletçiklerde açık bir mezhebi ayrımın da gözetildiği görülüyor. Fransız Mandasını takip eden dönemde Halep Devleti, Şam Devleti, Dürzi merkezli Cebel-i Dürzi Emirliği ve Alevi Devleti kurulur.
Kimileri bu tabloyu ‘halklar da kendi bayraklarıyla devletlerini kurar’ şeklinde ifade ediyor. Doğrusu bu bayrakların sol üst köşelerinde yer alan bleu-blanc-rouge, bize sadece bayrağın değil bu yönetimlerin de Fransa’nın uzantısı olduğunu anlatmaya yeter. Öyle ki Fransa’nın dağıttığı bu bayraklar altında şekil verilmeye çalışılan yönetimler, o günlerde yeni ve heyecan verici bir trend olan Arap milliyetçiliğinin önüne geçmede birer araç olarak tasarlanır.
**
Fakat evdeki hesap çarşıya uymaz. Fransızların uygulamaları, Suriye’deki milliyetçi akımların da etkisiyle direnişle karşılaşır.
Evrensel Gazetesi’nde bu direnişler ile ilgili ayrıntılı bir yazı yer alıyor. Ali Karataş, Nasır Nazal ve Demir Çalışkan imzasıyla yayınlanan yazıda Suriye’de Fransızlara karşı direnişin öncüleri “Halep’te Kürt asıllı İbrahim Hananu, Şam’da Yusuf el Azme, güneyde Dürzi olan Sultan Paşa el Atraş ve Alevi Dağları adı verilen Lazkiye ve Tartus bölgesinde Şeyh Salih el Ali’nin önderlik ettiği silahlı direnişler Fransa’nın bu hayallerini suya düşürdü” şeklinde sıralanıyor ve özellikle Şeyh Salih el Ali’nin hikayesine odaklanılıyor:
“Arap Alevi bir ailenin çocuğu olarak bugün Tartus vilayetine bağlı Şeyh Bedir köyünde dünyaya gelen Şeyh Salih el Ali, Suriye bayrağının sahil bölgesindeki hükümet binalarından indirilmesinin ardından 1918 yılında Şeyh Bedir konferansını topladı. 3 gün süren bu konferansta bugünkü Suriye tarihi açısından oldukça önemli yere sahip bir dizi kararlar alındı. Bu kararların en önemlisi ‘Sahil bölgesinin Suriye’nin ayrılmaz bir parçası olduğu’ şeklindeki karardır. Çünkü Fransızlar Şam’daki bazı çevrelerden ve sahil bölgesindeki bazı ayrılıkçı kesimlerin desteğini alarak bölgede bir Alevi devleti kurma çalışmalarına başlamışlardı. Bu konferansta Şeyh Salih el Ali, Fransızlara karşı yürütülecek mücadelenin lideri olarak seçildi. Fransızlara karşı başlayan bu ilk mücadele 3 yıl sürecekti (…) Şeyh Salih el Ali’nin isyanını bastırmak için Lazkiye’deki Alevi Dağları’na gönderilen ilk Fransız birliği bozguna uğradı. Hatta bazı kaynaklara göre Fransızlar, burada 35 askerini kaybetti. Sömürge yönetimine karşı çetin bir mücadeleye girişen Şeyh Salih el Ali, diğer bölgelerdeki direniş hareketleriyle de irtibata girmişti. Fransız güçleri, Salih el Ali’nin isyan merkezine bir çok defa ciddi saldırılar gerçekleştirdi. Ancak her defasında geri püskürtüldü. İsyancılara karşı başarı elde edemeyen Fransa, bu sefer civar köylere saldırmaya ve köylülere karşı katliamlara başladı. (…) 3 senelik bir mücadelenin ardından kendisinin ve adamlarının saklandığı köyün yakılması sonucunda teslim oldu.”
Kimi kaynaklar Salih el Ali’ye destek verenler arasında Mustafa Kemal Paşa’nın da olduğunu dile getirir.*
Mücadelesine karşın mağlup olan Salih el Ali’ye dair Fransızların başka planları vardır. Öyle ki bölgede zayıflayan etki alanını genişletmek üzere Fransızlar, Ali’ye iş birliği teklifi götürürler. Kendisine sözü geçen Alevi devletinin başına geçmesi teklif edilir. Fakat Salih el Ali bu gibi teklifleri reddeder. Hakkında 1922 tarihinde çıkan idam kararının bir af ile kaldırılması üzerine Salih el Ali de büyük ölçüde siyasetten elini ayağını çeker ve 1950 yılında Tartus’ta hayatını kaybeder.
Fransa’nın 1946’da Suriye’den çekilmesiyle birlikte kurulan Suriye’de Salih el Ali, ülkenin bütünleşik mücadelesini temsil eden ulusal bir figür olarak anılır. Örneğin Fransız kuvvetlerinin Suriye’den çekilmesiyle birlikte Suriye’nin ilk devlet başkanı Şükri el-Kuvvetli, Salih el Ali’yi onur konuğu olarak ağırlar.
Alevi Devleti’ne geri dönecek olursak eğer, 1930’ların ikinci yarısında yarı özerk Suriye’ye entegre edilir. Aynı dönem, o güne kadar Halep Devleti altında İskenderun Sancağı olarak varlığını sürdüren bölgenin de Hatay Cumhuriyeti olarak kendini gösterdiği ve nihayetinde Türkiye’ye katıldığı dönemdir.
**
Peki tüm bu hikaye bugün bize ne anlatıyor? Öncelikle Alevi Devleti’ni bize hatırlatanlar, HTŞ’nin ilerleyişi sırasında kaleme alınan bazı yazılar oldu. HTŞ henüz Şam’a ulaşmadan birkaç gün önce, Halep’ten güneye ilerlerken ortaya çıkan hakimiyet haritasının bir şekilde Fransız mandasının tasarladığı haritaya benzediği ileri sürüldü.
İlk bakışta gerçekten de bir benzerlik göze çarpıyor. Öyle ki HTŞ ve diğer cihatçı kuvvetler Lazkiye ve Tartus’un bulunduğu dağlık sahil şeridine Şam’ın düşüşünden sonra girdiler. Bu kısa süre içerisinde bölgede bir Alevi Devleti’nin kurulup kurulmayacağı da düşük ciddiyet seviyesinde de olsa gündeme geldi. Ancak böylesi fikirlerin fazla iddialı olduğunu söylemek gerek. Her şey tazeyken, çıkarımlardaki değişkenlerin sayısı da epey bir yüksek oluyor. Zaten böylesi bir ihtimalin -en azından bugün- olmadığı Şam’ın düşüşünü izleyen günlerde ortaya çıktı.
Asıl bugün tartışılması gereken soru, varsayımlar değil mevcut gerçeklik olmalı. Bugünün gerçeği ise çözümü o kadar kolay olmayan tedirgin edici bir belirsizlik hali. Ülkenin birleştirici tutkalı, cihatçı grupların elinde. Bu grupların Arap-Alevilerin yaşadığı bölgelerde nasıl davranacağı ise merak değil, endişe ve korku konusu! Arap-Alevileri, gayrimüslimleri ya da Kürtleri pençesine alan bu grupların iktidarında ‘birlikte yaşamın’ tercümesi ‘teslimiyete’ dayanıyor. Teslimiyetin yeterli olmadığı noktalarda ise bu zoraki ‘birliktelik’ şüphesiz Suriye’ye daha fazla talan ve zulüm getirecek.
Ne köktenci dini gruplar ne de yabancı boyunduruğu bugün Ortadoğu halklarına ciddi bir alternatif sunuyor. Böylesi bir karmaşa içerisinde yol bulmak bir hayli zor. Geçmişteki parçalanmışlık, bugün olsa olsa varolan parçalanmışlığın aynadaki ters yansıması olabilir. Ancak geriye dönüp bakmak bizim ulus devletleri farklı bir şekilde incelememiz gerektiğini hatırlatıyor olabilir.
*Steel & Silk: Men & Women Who Shaped Syria 1900–2000. Cune Press
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.