iktibasHayri Kozanoğlu2025’in eşiğinde dünya - Hayri Kozanoğlu
diğer yazılar:

2025’in eşiğinde dünya – Hayri Kozanoğlu

Dünya 2025 yılına kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikler eşliğinde, emperyalizmin neden olduğu savaşlar ve çatışmalar ortasında giriyor. Yeniden ABD Başkanı seçilen Trump’ın İsrail’e tam desteği Ortadoğu’daki vahşetin kalıcılaşmasına katkıda bulunacak

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıbirgun.net

Dünya 2025 yılına kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikler eşliğinde, emperyalizmin neden olduğu savaşlar ve çatışmalar ortasında giriyor. Hala düşük büyüme ve verimlilik artışıyla ekonomik; her yıl daha yakından hissedilen aşırı sıcaklık ve kuraklık yanında, beklenmedik doğal felaketlerle ekolojik; ağır insani tablosu Ukrayna, Filistin ve Suriye’de sergilenen savaşlarla jeopolitik; aşırı sağ ve ırkçı hareketlerin yükselişi, sosyalizm ve sosyal demokrasi gibi “büyük anlatıların” kapitalist küreselleşme döneminde etkisizleşmesiyle ideolojik boyutları olan “çoklu kriz” döneminden geçtiğimiz söylenebilir. Her ne kadar bu kavrama yaygınlık kazandıran Adam Tooze’un beşlemesindeki Covid pandemisi ve küresel enflasyon sorunu şimdilik geride kalmış görünse de… Çoklu kriz kavramının özelliği, farklı boyutlarının iç içe geçmiş olması; birbirlerini etkileyen çoğaltan dinamikleri bulunması; toplamlarından fazla bir etkinin ortaya çıkmasıdır.

ABD askeri üstünlüğünü sürdürmekle birlikte, ekonomik ve teknolojik anlamda Çin’in yükselişi karşısında zorlanıyor, hegemonyasını sürdürmek için zor ve baskı araçlarını giderek daha fazla kullanmak mecburiyetinde kalıyor. Kapitalist küreselleşmenin, on yıllarca kendi dayattığı serbest ticaret, serbest sermaye akımları, kuralsızlaştırma gibi yapı taşlarının gereklerini bile artık yerine getiremiyor. Dünya Ticaret Örgütü benzeri uluslararası liberal düzenin temel kurumsal yapılarını dahi işlevsizleştirmekten çekinmiyor.  Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra uzun yıllar hüküm süren kapitalist küreselleşmenin insanlığa hayır getireceği, piyasa toplumunun herkesin refahını artıracağı tezleri artık zaten inandırıcılığını yitirmiş durumda. Kapitalizmin ideolojik hegemonyasının zayıflamasıyla, ikna ve rıza mekanizmaları çalışmıyor, ikinci kez başkan seçilen Trump, “BRICS dolara alternatif para geliştirirse sizi yakarım” türü  tehditler savurmak zorunda kalıyor.  Avrupa ise ABD ile Çin arasındaki hegemonya mücadelesine ayak uydurmakta güçlük çekiyor. Avrupa Merkez Bankası eski başkanı Mario Draghi’nin adıyla anılan strateji raporunda belirtildiği gibi; düşük üretkenlik, zayıf yenilikçilik, AB üyelerinin rekabet sürecine tek tek ülkelerin çabalarıyla katılma girişiminin yetersiz kalması gibi nedenlerle bir varoluş krizi yaşıyor.  Dünya ekonomisinin güç dengelerine ABD’nin göreceli gerilemesi, AB ve Japonya’nın belirgin irtifa yitirmesi damgasını vuruyor. 1985’de ABD dünya üretiminin piyasa ölçütleriyle yüzde 34.6’sını gerçekleştirirken, bugün yüzde 26.3’le birinci sıradaki yerini koruyor. Ne var ki aynı dönemde Çin’in ağırlığı yüzde 2.5’tan yüzde 16.9’a yükselmiş bulunuyor. Japonya ise küresel ekonomide 1995’ten bu yana yüzde 17.8’den yüzde 3.8’e kadar düşen bir paya sahip. AB’ye gelince, 1992’de yüzde 28.8’e varan payı bugün yüzde 17.3’te geziniyor.

Büyük bir oy desteğiyle tekrar göreve gelen Trump, bildik ekonomik gündemi; kurumlar vergisini düşürmek, finansal düzenlemeleri iyice gevşetmek, gümrük vergileriyle başlıca rakiplerini zayıflatmak istiyor. Trump’ın ilk döneminde en zengin yüzde 1, gelirin yüzde 21’ine, servetin yüzde 35’ine sahip olarak daha zenginleşmiş, Amerika’yı Yeniden En Büyük yapmasını bekleyen yoksullar daha yoksullaşmıştı. “Vergiler düşürülürse refah artar” anlayışına dayanan “arz yönlü ekonomi” tezleri bir kez daha yalanlanmıştı. Gümrük vergilerinin ise tüketiciyi cezalandıracağı, enflasyonu uyaracağı, buna karşın üretim ve istihdamı artırmakta belirgin bir etki yaratmayacağı tahmin ediliyor. Özellikle yapay zeka ağırlıklı teknoloji hisseleri öncülüğünde yükselen borsa, tarihi ölçütlerle bakıldığında aşırı şişkin bir görüntü sergiliyor. Olası bir düzeltme hareketinin sadece ABD’de değil tüm dünya piyasalarında fırtınalar koparmasından çekiniliyor.

Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin ise, uzun dönemli ortalamalarının oldukça altında kalan yüzde 5 büyüme hedefini gerçekleştirmekte zorlanıyor. Verimsiz altyapı ve konut projelerinde yığılma, artan yerel yönetim borçları, kendini güvende hissetmeyen tüketicilerin harcama isteklerinin bir türlü artırılmaması büyümeye ket vuruyor. Xi Jinping’in ekonomi programının ana ekseni “yeni üretici güçlerin” geliştirilmesi, yani elektrikli arabalar, yenilenebilir enerji ve batarya teknolojisindeki öncülüğün pekiştirilmesi çabası, ekonomiyi yeniden diriltmek için yeterli olmuyor. O nedenle son dönemde tüketimi canlandırma seferberliği başlatılmış bulunuyor.

Avrupa; Trump’ın “size de gümrük vergileri getiririm” tehdidi karşısında diz çökmekle, meydan okumak arasında tereddütler içerisinde gelgitler yaşıyor. ABD ve İngiltere dahil, yüksek enflasyon ortamında hükümette olanların seçim kaybetmesi olgusu, bir bir AB ülkelerinde de gözleniyor. Bu arada 2024’te seçim kaybeden görevdeki liderler kervanına Hintli Modi’nin yanında Erdoğan da katılmış oldu. Yılın son ayında hem Alman hem Fransız hükümetleri düştü. Fransa’da yamalı bohça yeni bir koalisyon kurulurken, Almanya Şubat 2025’te seçime gidiyor.  Almanya imalat sanayisi büyük bir kriz yaşıyor. Kilit otomotiv ve çelik sektörlerinde kitlesel işten çıkarmalar sürerken, Almanya’nın 19. yüzyıldan beri liderliği sürdürdüğü kimya endüstrisinde de yüzde 18’e varan ciddi bir üretim kaybı gözleniyor. Ukrayna savaşı sonrası, Rusya’dan sağlanan ucuz enerji ve hammadde kaynaklarından yoksun kalmak AB ekonomilerine büyük darbe vurdu. Buna karşın Rus ekonomisi uygulanan yaptırımları, iş birliği yaptığı bir kısmı Hindistan, Suudi Arabistan gibi ABD müttefiki üyeler sayesinde göreceli ucuz atlattı. Avrupa bir yandan da ABD’nin yoğun gümrük vergileriyle karşılaşan Çin’in üretimini Avrupa pazarlarına yıkmasının endişesini yaşıyor. Böyle bir duruma Brüksel’in vereceği tepki “ticaret savaşının” küresel ticareti tehdit eden bir boyut kazanması riskini barındırıyor. Rusya’nın uluslararası hukuka aykırı, şu ana kadar büyük bir insani ve maddi kayba yol açan Ukrayna işgalinde, geçmişte doğuya doğru açılmama sözü veren, başta ABD gelmek üzere NATO ülkelerinin de büyük vebali var. Rusya’nın güvenlik kaygılarını göz ardı eden, Ukrayna’da darbeye ön ayak olan, işgal öncesi hiçbir görüşme ve uzlaşmaya yanaşmayan Atlantik İttifakı, üstelik giderek silah sevkiyatını artırarak, savaşın tahribatının derinleşmesine de neden oldu. Trump’ın tüccar mantığıyla yapılacak olası bir barış, en azından daha fazla kan kaybını önlemiş, Rusya’nın fiili nüfuz alanındaki varlığını kabullenmiş olur.

Öte yandan Trump’ın İsrail’e tam desteği Ortadoğu’daki vahşetin kalıcılaşmasına katkıda bulunur. Aslında Netanyahu’nun soykırım politikası, Filistin konusunda daha duyarlı bir kısmı Arap kökenli Demokrat Parti seçmeninin, Biden’ın bu saldırganlığa yeşil ışık yakmasına tepkisini sandık başına gitmeyerek veya Yeşiller Partisi adayına yönelerek gösterdi. Bu da seçimde Trump’ın ekmeğine yağ sürdü. İsrail ABD destekli devasa askeri gücüyle Gazze’yi kan gölüne çevirdiği gibi, Lübnan’da Hizbullah mevzilerini yerle bir etti, en son da Suriye’nin askeri altyapısını çökerterek, Esad rejiminin yıkılmasının, HTŞ öncülüğünde Cihatçı çetelerin iktidarı ele geçirmesinin önünü açtı. İsrail’in ve Amerikan çıkarlarının önündeki direniş hattı böylelikle etkisizleştirilmiş  oldu. Golan Tepeleri’nde genişlemesini sürdüren İsrail, Suriye’yi aslında zavallı, korunaksız bir hale düşürdü.  Irak örneği de gösterdi ki, ne kadar kötü bir uygulaması olursa olsun ulus devlet modeli etrafında örgütlenmiş bir toplum, etnik ve mezhepsel temelde bölünmüş bir yapıdan daha iyidir. Suriye’de Cihatçı gruplardan oluşan koalisyon hoşgörü temalı şirinlik gösterileriyle kravatlı-mokasenli poz veren lider bozuntularıyla şimdilik ılımlı bir görüntü vermeye çalışıyor. El altından, özellikle de Alevi ağırlıklı kıyı kesiminde infaz, şiddet, aşağılama pratikleri yaygınlaşıyor. Batılı çevreler de Cihatçıların cürümlerini, ülkeyi Rus-İran hattından kopardıkları için “şükran duygusuyla” görmezden geliyorlar. Gizlenemez hale gelen öç eylemlerini de, yıllardır biriken öfke, geçici zafer sarhoşluğu gibi gerekçelerle hafife alıyorlar.  Suriye’nin yeniden imar pastasından sebepleneceğini düşünen kesimler de başta Türk sermaye kesimi gelmek üzere ellerini ovuşturuyor. Şimdiden söyleyelim, buradan modern, çağdaş bir devlet asla çıkmaz. Zaman içinde, iktidar paylaşım kavgası içerisinde, İslami gruplar birbirine düşer. Ülkenin bölgesel ve topografik yapısı da Kürt bölgesi dışında özerk yapıların çıkmasına elverişli değil. Ne yazık ki, buradan Alevilerin, Hıristiyanların, Dürzilerin seküler yaşam tarzına sahip Suriyelilerin kendini güvende hissedeceği bir ülke örneği yaratılması olanaklı görünmüyor. Zaten Golani’nin, en az dört yıl seçim yok şeklindeki son açıklaması da bu karamsar öngörüyü doğruluyor.

Başka Avrupa, neredeyse tüm bölgelerde aşırı sağ, reaksiyoner, göçmen karşıtı parti ve hareketler yükseliyor. Neoliberal, piyasacı politikaların basıncı altında sosyal-demokrat, reformist partilerin teslim olması, Washington Uzlaşması reçetelerinin geniş kitlelerin yaşam standardını aşağı çekmesi, özellikle imalat sanayisinde istihdam olanaklarını daraltması, refah devleti uygulamalarının iyice erozyona uğraması bu dalgayı yükseltti. Sorunlarının kaynağını göçmenlerde, mültecilerde, azınlıklarda gören, küresel iklim değişikliğini aldatmaca kabul eden, feministleri, LGBTİ’leri tehlike unsuru olarak algılayan bir zihniyet yaygınlaştı. Buna karşın düzenin temellerine yönelmese de, güç ve mülkiyet ilişkilerini kökünden değiştirmeyi vaat etmese de sistemin içinde gelir ve servet bozukluklarını törpülemeye, kamunun ekonomideki rolünü canlandırmaya yönelik programlar öneren, İngiltere’de Jeremy Corbyn ve ABD’de Bernie Sanders gibi figürlerin önü kesildi. Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos benzeri partilerin programlarını izlemeleri engellendi. Bu şekilde sol-sosyalizm adına umut ve ilham veren örneklerin artması engellenmiş oldu.

Yaratıcı örgütlenme ve mücadele yöntemleriyle dünya soluna her zaman esin kaynağı olan Latin Amerika’da da çok heyecan verici gelişmelerden söz edemeyiz. Brezilya’da Filistin konusunda duyarlı tavrı sergileyen Lula sağlık sorunlarıyla uğraşıyor, Arjantin’de aşırı piyasacı, anti-komünist, cunta nostaljisi yayan, Trump şakşakçısı Milei’nin yoksulluğu artıran neoliberal programı IMF desteğiyle hayata geçiyor. Bölgenin en umut veren gelişmeleri Meksika’da yaşanıyor. Eski Cumhurbaşkanı Lopez Obrador’ın desteğiyle seçilen, onun kamucu politikalarını sürdürmeyi taahhüt eden, sol bir geçmişten gelen; feminist talepler, iklim politikaları ve kimlik talepleri konusunda önceki başkandan daha duyarlı bir tavrı bulunan Claudia Sheinbaum ülkenin ilk kadın cumhurbaşkanı olarak göz dolduruyor.

Buradan tüm BirGün okuyucularına olabildiğince mutlu, sağlıklı güzel bir yıl diliyorum.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
365AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin